Mısır’da özgürlük olur mu?
DIŞ POLİTİKA
Mısır’da özgürlük olur mu?
Şunu da söylemeden geçmeyelim, 7,5 sene Türkiye’ye mahkûm edilmiş bir KHK’lı olarak, Kahire gibi bir yerde özgürlük teneffüs edebileceğimi düşünemezdim doğrusu. Sisi’nin Mısır’ında özgürlük yaşamak, yalnızca Türkiye’den ziyarete gelenlere mahsus olsa gerek!
7,5 yıl gibi uzun denebilecek bir idari pasaport yasağından sonra, dünyayı gezmeye meraklı biri olarak, pasaportumu yeniden edinir edinmez soluğu dışarıda aldım. KHK ile ihraç olduktan sonra iptal edilen pasaportum ve bu yolla gasp edilen seyahat özgürlüğüm, kısmen iade edilince, kaldığım yerden devam kararı almıştım. Hiçbir mahkeme kararıyla hiçbir zaman yurt dışına çıkış yasağı konulmamış olmasına rağmen, sırf İçişleri Bakanlığı’nın idari tasarrufuyla bana pasaport verilmemiş; hatta yaptığım üç başvuru da yanıtsız bırakılmıştı. Ancak hakkımda devam eden ceza davaları beraatle sonuçlanıp bu kararlar kesinleşince pasaport yasağı da kendiliğinden kalkmış oldu.
Sırf bu durum bile, anayasal masumiyet karinesinin Türkiye’de nasıl tersinden işletildiğini anlamaya yetiyor aslında. Anayasaya göre her vatandaşın seyahat özgürlüğü olmasına rağmen, bu ancak kağıt üzerinde tanınan bir özgürlük Türkiye’de… Pasaport alabilmek için yargılanıp, suçsuzluğunuzun kanıtlanıp, bu kararın da Yargıtay’ca onanarak kesinleşmesi gerekiyor; o aşamaya kadar da seyahat özgürlüğü tanınmadan arafta yaşamanıza izin veriliyor sadece. KHK’lıların tüm sorunlarının bir şekilde çözüldüğünü düşünenler, bir daha düşünsünler isterim; zira hiçbir sorun çözülmüş değil, yumuşama filan da bence hikaye…
Gelelim Kahire sokaklarına. Arap Baharı’ndan sonra yaşanan hayal kırıklığının adeta merkezi burası. Bilindiği üzere, yolsuzlukları ayyuka çıkmış, kendisi de ekibi de yoldan çıkmış bir diktatörü koltuğundan indirip hapse göndermelerinin ardından özgür seçimler yapılmıştı da seçilen Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) ekibinden yeni cumhurbaşkanını ilk tebrik edenlerden biri bizimki oluvermişti. O yıllarda “Ortadoğu’da esen demokrasi rüzgârı, acaba Türkiye’ye de sıçrayacak mı” kabilinden yazılan yazılara iktidar yanlısı basından, “bizde zaten demokrasi alabildiğine yaşanıyor, neyin baharı?” tonundaki yanıtları bugün gibi hatırlıyorum.
Gel zaman, git zaman, bizler Türkiye’de o demokratik atmosferi doyasıya içimize çekerken, Mısır’da trajik biçimde yeni seçilen rejimde bozulmalar baş gösterdi. Yolsuzluk kontrol altına alınmak bir yana, daha da tırmandı, yetersizlik ve baskılar karşı devrim sürecini tetikledi. Bir sabah uyandık ki, adı sanı duyulmadık bir general Mısır’da darbe yapmış; seçilmiş cumhurbaşkanı indirilmiş, destekçileri ise ya zorla kaybedilmiş ya da bir şekilde susturulmuşlar. Hatta bir süreliğine hapisteki eski diktatörü serbest bile bırakıp, muhalefeti tümden suçlu ilan etmeye girişen general, dizginleri iyice sıkıp demokrasiyi, eleştiriyi ve farklılığı tümden rafa kaldırmıştı. Durum Türkiye’den izlendiği kadarıyla berbat ötesiydi, lakin Türkiye’nin aynı sürede kat ettiği macera da daha mı demokratikti acaba?
Elbette büyük bir entelektüel birikimi olan, önde gelen bir İslam ülkesi olarak Mısır ile Türkiye’nin tarihsel bağları çok eskiye dayanıyor. Belki bu bağların etkisiyle Türkiye ve Erdoğan’a beslenen sempati yerinde duruyor. Buna karşılık, İslam dünyasının üç önde gelen ülkesinde, Türkiye, İran ve Mısır’da demokrasinin dikiş tutma ihtimali yok gibi.
Zaman pek çok sorunu çözüyor. İki ay evvel, yine trajik bir tesadüf eseri, tam da 14 Şubat Sevgililer Günü’ne denk gelen görüşme, Kahire’deki Başkanlık Sarayı’nda gerçekleşti. Saray sever general, uçağın kapısında kucaklayarak karşıladığı Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nı makamında kabul etti; böylelikle bir başka tükürük daha itinayla yalanmış oldu. Aziz Nesin’in meşhur hikayesinde dendiği şekilde, “o zaman biz bu pisliği niye yedik allasen” dememek lazım, zira ne söyleseniz boş, “göklerden gelen bir karar vardır”…
Mısır basınında Erdoğan’ın ziyareti, manşetlere taşındı; Mısır ile Türkiye arasındaki ilişkilerde "yeni bir sayfaya geçildiği" vurgulandı, Sisi ve Erdoğan’ın el sıkışırkenki fotoğrafları yer aldı. Birçok yorumcu Mısır'ın “bilgeliği” üzerinde durdu. TV sunucuları ve yorumcular Mısır'ın Türkiye ile yakınlaşma politikalarını övgüyle anlattı. Örneğin gazeteci İbrahim İsa, ziyaretin, Türkiye'yi Mısır'a karşı tutumunu değiştirmeye “zorlayan” Mısır liderliğinin “başarısını” gösterdiğini öne sürdü. Yine özel Sada el-Balad TV'den hükümet yanlısı sunucu Ahmed Musa da Mısır’ın “doğru yolda” olduğunu söyleyerek Sisi'nin dünya liderleriyle iyi ilişkiler sürdürme konusundaki gayretinden övgüyle bahsetti. Kahire’de iki cumhurbaşkanı arasında yapılan toplantının bir zamanlar “hayal bile edilemez” olduğunu ve iki ülke arasındaki bağlarda büyük bir değişim olduğunu gösterdiğini de sözlerine ekledi.
Devlet gazetesi Al-Akhbar, “Sisi ve Erdoğan, Gazze'de derhal ateşkes sağlanmasının gerekliliği konusunda hemfikir” manşetiyle basıldı. Benzer şekilde, devlet gazetesi Al-Ahram’daki başyazıda, Sisi ile Erdoğan arasındaki tarihi zirvenin, “Mısır siyasi liderliğinin, Mısır'ın ulusal güvenlik gereklerini yerine getirmek için, herkese açık olma ve ilişkilerini çeşitlendirme çabaları çerçevesinde gerçekleştiği” belirtildi. Buna karşın, daha objektif yorumlarda, bazı muhalif medya platformları ise tam tersi bir tonla, Mısır'ın Türkiye’ye tutumunu değiştirmesi için baskı yapacak konumda olmadığını, ancak Türkiye’nin siyasi ve ekonomik statüsünü güçlendirmek için bir “ortağa” ihtiyaç duyduğunu öne sürdü. Bizdeki yorumlarda ise, benim izleyebildiğim kadarıyla Mısır’dan farklı bir ton yoktu; hem iktidar basını hem de muhalif basın, tıpkı Mısır basınına benzer şekilde, bilgelik ve ihtiyaç ekseninde gördüler ziyareti.
Yolsuzluk, rüşvet, bozulma alabildiğine yaygın ve sistematik gönünüm arz ediyor. İslami yönetim biçiminden anlaşılanın bu olması gerçekten çok acayip. Bu durum, aslında siyasal İslamın kendi ipini çekişi olarak da görülebilir, zira bundan 20 yıl sonra, “ben İslamcıyım, bana oy ver” diyene halklar ne yanıt verir, hangi hareketi yapar ön görmek çok da zor değil.
İktidarıyla muhalefetiyle, yönetimiyle sarayıyla, medyasına varıncaya değin aramızda bayağı bir benzerliğin bulunduğu Mısır’da hafta başındaki ilk günleri Kahire Müzesi, Giza Piramitleri, Nil Nehri gibi olmazsa olmazlara harcadıktan sonra bugün, İslam dünyasının meşhur camisi ve üniversitesi El Ezher’in bahçesinde bazı Mısırlı gençlerle konuştum. Türkiye’de siyasal İslam macerasını zannettiğimizden daha yakın takip ettiklerini düşünüyorum. İfade ettikleri ton, önce uzun yıllar Mübarek diktatörlüğü, sonra Mursi’nin indirilmesi ve şimdiki durumun hayal kırıklığından başka bir şey değil. Onca acı ve kurbanın niye verildiği sorgulanıyor.
Elbette büyük bir entelektüel birikimi olan, önde gelen bir İslam ülkesi olarak Mısır ile Türkiye’nin tarihsel bağları çok eskiye dayanıyor. Belki bu bağların etkisiyle Türkiye ve Erdoğan’a beslenen sempati yerinde duruyor. Buna karşılık, İslam dünyasının üç önde gelen ülkesinde, Türkiye, İran ve Mısır’da demokrasinin dikiş tutma ihtimali yok gibi. Yolsuzluk, rüşvet, bozulma alabildiğine yaygın ve sistematik gönünüm arz ediyor. İslami yönetim biçiminden anlaşılanın bu olması gerçekten çok acayip. Bu durum, aslında siyasal İslamın kendi ipini çekişi olarak da görülebilir, zira bundan 20 yıl sonra, “ben İslamcıyım, bana oy ver” diyene halklar ne yanıt verir, hangi hareketi yapar ön görmek çok da zor değil.
Bu durum, elbette bu makalenin sınırlarını çok aşmakla beraber, yanında “İslam dininde reform” zorunluluğunu da beraberinde getiriyor. Daha seküler bir yöne sürüklenmeden İslami iktidarlar başaramayıp yıpranırken dini birtakım ögeleri de yıpratmaya mahkûm görünüyorlar. Siyasal İslam, en büyük zararı dinin kendisine veriyor. Bence, onun derdini de din ehli çekiversin, benim üzerime vazife değil, hem bunca yıl konuştuk, yazdık, çizdik de ne oldu, elimize hain, casus, ajan ilan edilmekten başka ne geçti… Yine de düşünmeye devam!
Şunu da söylemeden geçmeyelim, 7,5 sene Türkiye’ye mahkûm edilmiş bir KHK’lı olarak, Kahire gibi bir yerde özgürlük teneffüs edebileceğimi düşünemezdim doğrusu. Sisi’nin Mısır’ında özgürlük yaşamak, yalnızca Türkiye’den ziyarete gelenlere mahsus olsa gerek! Bugün konuştuğum bir öğrencinin dediği gibi, “burada özgürlük arayacaksanız, gerçekten merak ettim, size ne yaşatıyorlar orada?” Sahi, biz son 7-8 yılda Türkiye’de ne yaşamış olabiliriz ki, Mısır’da özgür hissedebiliyoruz…