© Yeni Arayış

Minik eller yakanıza yapışacak

Minik eller yakanıza yapışacak

Son 8 yıl, Türkiye’de en çok kadının ve bebeğin cezaevi ile tanıştığı yıllar olarak tarihe geçti. İlimde, bilimde, sanatta kıramadığımız rekorları minik bedenleri tutsak etmekte kırdık. Oyuncaklarını tutması gerekir iken demir parmaklıkları tutmaya mahkûm ettiğiniz o küçük eller bir gün yakanızı tutacak.  2017 yılının Şubat veya Mart ayı idi. Sincan Kadın kapalı cezaevinde tutuklu bulunan bir müvekkilimi ziyarete gitmiştim. Öfkesini, hayal kırıklığını vakur bir eda ile gizlerdi hep. Bu defa gizleyemeyecek kadar üzgündü. Nedenini sorduğumda "Koğuşta 2 tane bebek var biri 2,5-3 yaşlarında diğeri 9 aylık. Hallerine hem çok üzülüyorum hem bize moral oluyorlar. 9 aylık bebek emeklemeye başladı. Kış günü beton zeminde emeklemesin diye yere 1-2 battaniye serdik hiç değilse battaniye üzerinde emeklesin istedik. Sayım sırasında yerdeki battaniyeleri gördüler. Sonra cezaevinin kadın müdür yardımcısı geldi. Tutanak tuttular ve amacı dışında eşya kullanıldığı gerekçesi ile koğuştaki herkesin tüm battaniyelerini topladılar ve düşün bunu yapan bir kadın." dedi. Muhtemelen kendisi de anne olan bir kadının 9 aylık bir bebeğe karşı takındığı bu insanlık dışı tavır karşısında nefret, öfke, tiksinti yanında acıma ile karışık bir acı duyuyordu.  Nazi kamplarından sağ kurtulmuş Victor Frankl "İnsanın anlam arayışı" kitabında, ekmeğini paylaştığı fark edilirse infaz edileceğini bile bile ekmeğini paylaşan tutsaklar gördüğünü yazar ve “İnsan onuru toplama kamplarında bile korunabilir. Seçeceği yol kişinin kendi tercihidir.” der. 9 aylık bebeğin emeklemesi için serilen battaniyeyi bahane edip tüm battaniyeleri toplamak, korunamamış insan onurudur.

KORUNAMAMIŞ İNSAN ONURU

Elbette bu kötülük sadece "ceberrutlaştıkça ödüllendirileceğini zannetme" zavallılığı ile izah edilemez. Nazi kamplarından sağ kurtulmuş Victor Frankl “İnsanın anlam arayışı” kitabında, ekmeğini paylaştığı fark edilirse infaz edileceğini bile bile ekmeğini paylaşan tutsaklar gördüğünü yazar ve "İnsan onuru toplama kamplarında bile korunabilir. Seçeceği yol kişinin kendi tercihidir." der. 9 aylık bebeğin emeklemesi için serilen battaniyeyi bahane edip tüm battaniyeleri toplamak, korunamamış insan onurudur. Belki de olmayanı korumak gibi bir güdü zaten mümkün değildir. O bebek ve koğuştaki buz kesiği acı günlerce aklımdan çıkmadı. Keşke aklımızda kalan tek acı olsaydı. Yıllar içinde yaşanacak binlerce acı hikâyeye gebe olduğumuzu bilmiyorduk. Hala yaşanmış tüm acıları, tüm hikâyeleri bilmiyoruz.  Bu acıları hiç hak etmeyen masumlar, çocuklar… Bir kısmı cezaevinde büyüyen çocuklar, bir kısmı anne-babasını cezaevi kapılarında bekleyen çocuklar… Sizler bu yazıyı okurken dahi 0-6 yaş arası 552 bebek demir parmaklıklar ardında. Binlerce bebek ve çocuk da anne-babasını ziyaret için ya yollarda ya cezaevi kapılarında. Bunlar "yaşayan" çocuklarımız.  Bir de kaybettiklerimiz var. Küçük bedenleri "büyük" insanların kötülüğüne yenik düşerek vefat eden çocuklarımız, ellerinden tutmadığımız için intihar eden gençlerimiz, Meriç’te boğulan çocuklarımız… Bir isimden, bir acıdan ibaretmiş gibi hatırlanmamaları için o yavrularımızın isimlerini zikretmeyeceğim. Belki adlarını ağzımıza almamıza müsaadeleri de yoktur. Yoksa da haklarıdır. Onlar için ne yaptık ki? En basitinden bir bebek bir günü cezaevinde nasıl geçirir hiç düşündük mü? Biraz düşünmenize yardımcı olması umuduyla özetleyeyim. 0-6 yaş arası bir bebek/çocuk tüm gün demir parmaklıklar ardında, dar bir alanda 20-30 kişinin arasında, çoğunluğunun acı hikâyelerine, gözyaşlarına tanıklık ederek tanışıyor hayatla. Beslenmeleri, kişisel ihtiyaçları cezaevi koşullarına tabi. 3 yaşına geldiklerinde haftanın belli günlerinde belli saatlerinde cezaevi kreşine gitme hakları var ama her cezaevinde kreş yok. Şayet 6 yaşından büyük kardeşleri varsa onlardan da ayrılar. Çünkü yasalarımıza göre anneler sadece 0-6 yaş arası çocuklarını yanlarına alabiliyor. Bu çocuklar babasız büyüyor, kardeşsiz büyüyorlar. Bir yanları hep eksik büyüyorlar. Anne-baba, çekirdek aile, geniş aile kavramları karmakarışık yerleşiyor zihinlerine. Hiç ağaç, kuş, kedi görmeden, toprağa ayaklarını basmadan büyüyorlar. 6 yaşına geldiklerinde ise annelerini demir parmaklıklar ardında bırakıp cezaevinden ayrılıyorlar. İnsanın zihninin, karakterinin, yeteneklerinin belirlendiği yaş aralığını cezaevinde geçirmiş bir çocuk toprakla, arkadaşlıkla, okulla, özgür olmakla tanışıyor 6 yaşında. 6 yaşında cezaevinden ayrılan çocuk bu defa anne/babasını ziyaret için cezaevi kapılarına geliyor. Dışarıyla ne kadar tanıştı, ne kadar uyum sağladı bilinmez ama kısmen tattığı özgürlükle, içerde olmanın sıkışmışlığını, çaresizliğini yaşayan annesine en fazla haftada bir kapalı bir camın arkasından bakmak, ayda bir de dokunmak sarılmak için geliyor cezaevine. Onu orada bırakıp tekrar dönüyor. Bu döngü böyle devam ediyor.   Anne-baba birlikte cezaevinde olan çocuklarımız ise acının bambaşka bir evresine terk edildiler. Büyük büyük adamlar, bu minik bedenler üzerinden varlıklarını sürdürüyor. Anne babalarının görüş günleri çakıştığı için 2 haftada bir ebeveynini gören, bayramlarda anne babası ile cezaevinde bayramlaşan çocuklar… 

ANNE BABASI İLE CEZAEVİNDE BAYRAMLAŞAN ÇOCUKLAR…

Anne-baba birlikte cezaevinde olan çocuklarımız ise acının bambaşka bir evresine terk edildiler. Büyük büyük adamlar, bu minik bedenler üzerinden varlıklarını sürdürüyor. Anne babalarının görüş günleri çakıştığı için 2 haftada bir ebeveynini gören, cezaevi ziyaret günlerinde okullarına gidemeyen, bayramlarda anne babası ile cezaevinde bayramlaşan çocuklar… Akrabalarından bakan kimse olmadığı için yuvalara verilen çocuklarımız var. Hayal etmekte dahi zorlandığımız bu acıları yaşayanlar var. Etiyle, kemiğiyle yaşayanlar.  Yazar, aktivist Adil Okay’ın "Ben Çıkana Kadar Büyüme e mi…"  isimli kitabı 11 yıl önce yayınladı. Kitap adını 30 yıl ceza almış Turan Demir’in cezaevine girdiğinde 2 yaşında olan kızına yazdığı mektuptan almış. Kızı 21 yaşına geldiğinde cezaevinde verdiği bir röportajda ise Turan Demir "kızım 21 yaşına geldi ama ben 21 kez görmedim, 21 kez sarılmadım" demişti. 11 yıl önce yayınlanmış bu kitabı okuduğunuzda 11 yıl önceyi değil aynıyla bugünü anlattığını göreceksiniz. Ne hazin değil mi? Son 8 yıl, Türkiye’de en çok kadının ve bebeğin cezaevi ile tanıştığı yıllar olarak tarihe geçti. İlimde, bilimde, sanatta kıramadığımız rekorları minik bedenleri tutsak etmekte kırdık. Son 8 yılın bir başka hazin tablosu ise cezaevindeki ebeveynlerin çoğunun yasal faaliyetleri sebebiyle tutsak edilmiş olmaları. Küçük bedenler anne-babalarına sorgulayan gözlerle bakıp "ne suç işlediniz de buradayız" diye soruyor. Bir çocuğa nasıl anlatılır ki bankaya para yatırmışım, bir sendikaya üye olmuşum, sohbetlere katılmışım o yüzden buradayız diye.  Bu çocuklar büyüyorlar bayım. Büyüyorlar ve sorguluyorlar. Yaşadıkları travma, ruhlarında bir ömür yaşayacak. Hiçbir rehabilitasyon, topluma duydukları kırgınlığı, kabuslarını azaltmaya yetmeyecek. En önemlisi de giden zamanı, ellerinden alınan hayalleri kimse yerine koyamayacak. Ve bunun onlara neden yaşatıldığını nefes aldıkları müddetçe soracaklar. Oyuncaklarını tutması gerekir iken demir parmaklıkları tutmaya mahkûm ettiğiniz o küçük eller bir gün yakanızı tutacak. Ya burada ya da her fırsatta dile getirdiğiniz ve inanmakla övündüğünüz ahiret gününde.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER