© Yeni Arayış

Milliyetçiliğin zavallı sınırları

Küreselleşme ulus-devletin etki alanını daraltırken aslında ulus-devlet içinde “milliyetçiliğin” de varlığını daraltıyor. Bugünlerde gördüğümüz milliyetçilik hareketlerinin yükselişi ise aslında bu gerçeğe olan tepkinin bir sonucu. Ne yaparlarsa yapsınlar halklar daha ileri bir demokrasiyi, her biri kendi kimliğini de yaşayarak ama birlikte yeni bir demokrasiyi bulacaklar. Milliyetçiliğin zavallı sınırlarına yaklaştıkça bence görünen bu.

Ülkenin biraz dışına çıkıp da ülkeye baktığımızda ulus-devlet formatına benzer olsa da aslında bir imparatorluk yapısına daha yakın bir ülkede yaşadığımızı görürüz. Osmanlı imparatorluğu yıkıldığında kurucu babalar çözüm olarak ulus-devlet kurmak için yola çıktıklarında var olan topluluklar içinde bir ulus-devlet kurmak için gerekli homojen bir topluluğun olmadığını gördüler. O nedenle de farklılıklar içinden ortak kurucu bağ olarak “Türklüğü” ve “Sünniliği” öne çıkarmayı düşündüler ve öyle de yaptılar. Bugünkü topluluğumuzun yapı taşları böyle örüldü.

Bu formülasyonun dışında kalmış Türk olmayan ya da kendini Türk olarak tanımlamayan insanlar yanında, kendilerini “Sünni” hatta “Müslüman” görmeyen insanlar da vardı kuşkusuz. O zamanın yönetici aklı bu insanların da zaman içinde “asimile” olacakları ve sonunda Batı benzeri bir “ulus-devlet” olacağımızdı.

Ama şu anda iktidarda olan devlet aklı Kürtlere güvenmiyor ve onların siyasi varlıklarını sona erdirmenin derdinde. Hem içeride hem de dışarıda.

DEVLET AKLI KÜRTLERE GÜVENMİYOR

Ama öyle olmadı. Öyle olmadığının kanıtı da özellikle bu ülkenin kurucu halklarından biri olan Kürtlerin, Cumhuriyet boyunca çeşitli defalar isyan etmeleri oldu. Bunun yanı sıra kuruluşta var olan bazı kimlikler, örneğin Lazlar, Çerkezler, Araplar gibi halklar büyük ölçüde kurucu babaların bekledikleri gibi asimile oldular. Ama Kürtler olmadılar. “Kürtlerin” varlığı ve başlattıkları siyasi mücadelenin başta Türkler olarak diğer kimlikler nezdinde kabul görmesi ise ülkenin de büyük ölçüde ulus-devlet olup olamayacağını belirleyecek.

Ama şu anda iktidarda olan devlet aklı Kürtlere güvenmiyor ve onların siyasi varlıklarını sona erdirmenin derdinde. Hem içeride hem de dışarıda. Geçenlerde Devlet Bahçeli eliyle başlatılan Kürtlere “gelin birlikte olalım!” çağrısı ile Suriye’de Türkiye’nin etki sahasındaki HTŞ’nin hareketlenip Halep’i ve çevresindeki şehirleri ele geçirmesi birbirleriyle ilgili meseleler gibi görünüyor.

Birincisi, içeride, iktidarın anlam dünyasında “kökü dışarıda” olarak görülmesi nedeniyle Kürt siyasi hareketinin “Türkiyelileşmesi” önerisi, aslında bir çeşit “Kürtleri bölme” hareketi gibi görünüyor. Çünkü bilindiği gibi Kürtler siyasi olarak Türkiye’de etkin oldukları kadar Suriye’de de etkindirler ve bir biçimde birbirleriyle de akrabalık ilişkileri içindedirler.

İkinci olarak, dışarıda Suriye devletinin yeniden dizaynında Türkiye’nin de masada olmasını sağlayarak, Kürtlerle ilgili belirli bir veto gücü elde ederek, en azından Amerika ile anlaşarak Kürtleri daha da içerilere hapsetmek. Sanki son hamle böyle bir hamle.

Bana kalırsa bu yanlış hesap Bağdat’tan dönecek. Ama dönerken de çok acıya mal olacak gibi. Hem içeride hem dışarıda. Onun için yol yakınken dönsek! Ama nasıl?

Bir kere şunun altını çizelim. Küreselleşme ulus-devletin etki alanını daraltırken aslında ulus-devlet içinde “milliyetçiliğin” de varlığını daraltıyor. Bugünlerde gördüğümüz milliyetçilik hareketlerinin yükselişi ise aslında bu gerçeğe olan tepkinin bir sonucu.

Ne yaparlarsa yapsınlar halklar daha ileri bir demokrasiyi, her biri kendi kimliğini de yaşayarak ama birlikte yeni bir demokrasiyi bulacaklar. Milliyetçiliğin zavallı sınırlarına yaklaştıkça bence görünen bu.

 

 

 

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER