© Yeni Arayış

Mehmet Şimşek bizle dalga mı geçiyor?

Mehmet Şimşek bizle dalga mı geçiyor?

Aslında bir maliye eski öğretim üyesi olarak şunu da söylemek zorundayım, düzgün işleyen bir vergi sistemi kurduğunuzda hayat standardı esasına da ihtiyacınız kalmaz, bu esas sadece bir vergi güvenlik önlemidir, işte bu da bir alaturkalıktır, sistemi dört dörtlük işletmekten korktuğun zaman bu tür alaturka geçici önlemlere ihtiyaç duyarsınız. Evet, Sayın Bakan, neden 193 sayılı kanuna bir hayat standardı esası maddesi koymayı tercih etmiyorsunuz da bizle dalga geçiyorsunuz?  Hazine ve Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek geçtiğimiz hafta bir dizi açıklama yaptı, kanımca, kimse ve özellikle kendisi alınmasın lütfen, çok büyük bölümü külliyen anlamsız, doğru olmadığını kendisinin de çok iyi bildiğini zannettiğim, bizlerin de anlamsızlığını bildiğimiz ama kime, kimlere yönelik olduğu belli olmayan açıklamalar bunlar. Bugünkü yazımda bu anlamsız ifadelerden üçü üzerinde özellikle durmak istiyorum; birincisi cari açığın kalıcı(!) biçimde düşmeye başladığı iddiası, ikinci iddia 2024 senesi sonu itibariyle Dünya Bankası standartlarına göre Türkiye’nin yüksek gelir grubu ülkeleri içine gireceği iddiası, üçüncüsü ise aylık harcaması beş milyon TL’nin üzerinde olup da vergi ödemeyen vatandaşların takibe alınacağı iddiası, her üç iddia da, ister anlamsız deyin, ister doğru değil deyin, çünkü maliye bakanlarının ve Mehmet Şimşek’in de yalan söylemeyeceğini varsaymak zorundayız, ister de fazla popülist deyin, dudaklarınızın kenarına bir gülümseme yerleştirip izleyeceğiniz iddialar. Türkiye’de cari açığın milli gelire oranının azalması için ülkeye ciddi bir doğrudan yabancı sermaye yatırımı girişi gerekiyor, mevcut hukuk devleti ortamında ve kalitesinde bunun da adeta imkansız olduğunu herkes ve muhtemelen de en iyi Mehmet Şimşek biliyor, küresel ekonomide de bizim ihracatımızı kamçılayacak bir olağandışı büyüme belirtisi yok, peki o zaman Şimşek bu iddiasını neye dayandırıyor?

ŞİMŞEK BU İDDİASINI NEYE DAYANDIRIYOR?

Birinci konudan yani cari açığın kalıcı biçimde milli gelire oranının azaldığı iddiasından başlayalım tartışmalara. Büyüme konusunu bir an için bir kenara koyun, Türkiye’de cari açığın milli gelire oranının azalması için ülkeye ciddi bir doğrudan yabancı sermaye yatırımı girişi gerekiyor, mevcut hukuk devleti ortamında ve kalitesinde bunun da adeta imkansız olduğunu herkes ve muhtemelen de en iyi Mehmet Şimşek biliyor, küresel ekonomide de bizim ihracatımızı kamçılayacak bir olağandışı büyüme belirtisi yok, peki o zaman Şimşek bu iddiasını neye dayandırıyor? Yukarıdaki paragrafa “büyüme konusunu bir an için bir kenara koyun” diye başlamış idim, TÜİK’in son açıkladığı imalat sanayi yıllık büyümesi negatif, daha doğrusu -%0.1, hadi negatif demeyelim de sıfır diyelim; Türkiye ekonomisinin en temel yapısal özelliklerinden biri, bu özelliğin kısa ve orta vadede gümrük birliği kısıtı altında değişmesi de adeta imkansız, cari açık ile büyümenin aynı yönde hareket etmeleri yani büyüme artınca cari açığın da arttığı, büyüme düşünce de cari açığın da düştüğü, büyümenin de cari açık ile en yüksek korelasyonu imalat sanayi büyümesi üzerinden çünkü enerji, hammadde, sermaye malları ithalatını en çok, tarım, inşaat ve hizmetlere oranla  imalat sanayi büyümesi belirliyor. Girdi-çıktı matrisi her ülkede cari açığın büyüme esnekliğini belirliyor, bizde bu esneklik yüksek, mesela Fransa’da da yüksek ama Fransa çok yüksek standartlı bir hukuk devletiyle AB’nin bugün en çok doğrudan yabancı sermaye çeken ülkesi olarak bu sorunu aşıyor, Almanya’da büyüme cari açığı arttırmıyor çünkü Almanya’da büyüme daima ihracat çekişli, bizde bu da yok.

GİRDİ-ÇIKTI MATRİSİ CARİ AÇIĞIN BÜYÜME ESNEKLİĞİNİ BELİRLİYOR

İmalat sanayi büyümesi negatife geçince ithalat da durmuyor tabii ama azalıyor; öbür yanda da enflasyonla mücadele çerçevesinde gelir politikaları çok güçlü bir biçimde daraltıcı istikamette çalışıyor, bu iki faktör birleşince de (zaten kısmen iç içeler) cari açık daralıyor. Geçmişe yönelik istatistiklere bir göz atın, büyüme ile cari açığın nasıl çok güçlü bir korelasyon içinde olduklarını göreceksiniz, enflasyonla mücadelede gelir politikaları büyümeyi önümüzdeki aylarda, muhtemelen 2025’de de daha da aşağı yöne çektikçe cari açığın daralması da artacak, popülist ya da doğrucu Davut’luğu sevmeyen politikacılar da bu durumu cari açık ile mücadelede başarı olarak sunacaklar; yazının başlığında gördüğünüz “Şimşek bizle dalga mı geçiyor?” dan muradım da tam da bu zira Şimşek’in bu büyüme-cari açık korelasyonunu ve bizim ekonomimizin girdi-çıktı analizini bilmemesi pek muhtemel değil. Girdi-çıktı matrisi her ülkede cari açığın büyüme esnekliğini belirliyor, bizde bu esneklik yüksek, mesela Fransa’da da yüksek ama Fransa çok yüksek standartlı bir hukuk devletiyle AB’nin bugün en çok doğrudan yabancı sermaye çeken ülkesi olarak bu sorunu aşıyor, Almanya’da büyüme cari açığı arttırmıyor çünkü Almanya’da büyüme daima ihracat çekişli, bizde bu da yok. Gelelim şimdi de 2024 sonu itibariyle Türkiye’nin Dünya Bankası kriterlerine göre “yüksek gelir grubu ülkeler” arasına gireceği yani cari dolar kuru üzerinden kişi başına gelirini on dört bin doların üzerine çıkacağı iddiasına. 2024 senesi sonu itibariyle Türkiye GSYİH’sı (gayrisafi yurtiçi hasıla) çok muhtemelen parasal olarak (TL) yüzde elli büyüyecek, bu parasal yüzde ellilik büyüme çok düşük bir reel büyüme ama yüzde elli dolayında enflasyondan kaynaklanacak. Türkiye’nin 1 Ocak 2024’de dolar kuru 29.8 TL, diyelim otuz TL, kuyumcu hassasiyetine gerek yok, büyüklükleri biraz yuvarlayabiliriz. Türkiye kısa vadeli sermaye çekebilmek için ileride ama kısa vadede çok tartışacağımız bir kur politikası uyguluyor, dünya standartlarında çok yüksek bir getiri ödeyerek dolar çekiyor, bu ne kadar sürdürülebilir göreceğiz ama bunun sonucunda da kurlarda enflasyon oranının çok altında bir kıpırdanma yaşanıyor, kimse, olağandışı bir şey yaşanmazsa doların da 2024 yılı içinde TL’ye karşı enflasyon oranı kadar yani yüzde elli değer kazanmasını beklemiyor, dolar enflasyon kadar değerlense sene sonunda doların 45 TL olması gerek ama beklentiler 36, 37 TL’yi aşmayacağı doğrultusunda, işte bize dolar bazında kişi başına gelirin 14 bin doları nasıl aşacağını gösteren bir manzara, kesrin payında TL cinsinden GSYİH, paydasında ise düşük değerli TL var, bir büyüklüğü düşük değerli bir değişkene bölerseniz kesrin değeri artıyor, matematik değil, ilkokul aritmetiği. Erdoğan’ın çok önemsediği cumhurbaşkanlığı seçimi, erken ya da zamanında, ufukta gözüktüğünde bakalım bugünkü gelirler politikası, düşük cari açık, yüksek gelir grubu ülke oluşumuz ve değerli TL ne olacak?

SEÇİM UFUKTA GÖRÜNDÜĞÜNDE DEĞERLİ TL NE OLACAK?

Bu durum ne kadar sürdürülebilir belli değil ama Şimşek’in “yüksek gelir grubu ülkeleri içine gireceğiz” iddiasının temeli de bu, ben de bu nedenden “Şimşek bizle dalga mı geçiyor?” diyebiliyorum. Erdoğan’ın çok önemsediği cumhurbaşkanlığı seçimi, erken ya da zamanında, ufukta gözüktüğünde bakalım bugünkü gelirler politikası, düşük cari açık, yüksek gelir grubu ülke oluşumuz ve değerli TL ne olacak? Gelelim son konuya yani Hazine ve Maliye Bakanımızın aylık tüketim harcaması 5 milyon TL’yi aşan ve gelir beyan etmeyen kaçakları takibe alacağı konusuna, iddiaya(!!!) göre şimdiden bu durumda sekiz yüz kişiye rastlanmış(!). Alaturka musikiyi çok sevdiğim için bu tür ilkelliklere alaturka tavır demekten imtina etmek istiyorum ama bazen de olanaksızlaşıyor. Türkiye vergi sisteminde “Hayat standardı esası” olarak adlandırılan bir müessese vardı, tanımı da şöyledir: Ticari kazanç sahipleri ile serbest mes­lek erbabının elde ettiği gelir vergisine tabi gelirlerin, belli tutarların altına in­mesine önlemek amacıyla getirilen vergi güvenlik önlemi sistemidir. Bu esas 1982 senesinde 193 sayılı gelir vergisi kanununa (1960) girmiştir, ilk girdiği sene anayasal vergilendirme ilkelerine aykırı bir biçimde (Evren?) geriye dönük olarak uygulanmıştır, hatırladığım kadarıyla da 2000 yılında sonlandırılmıştır. Mehmet Şimşek’in yapacağını söylediği de, ama sekiz yüz kişiye rastlanmış şimdiye kadar, bu hayat standardı esasından başka bir şey değil ama ilginçtir Maliye Bakanımız bu esası yeniden gelir vergisi kanuna ilave etmekten değil de arkasında bir kanuni dayanak olmadan, yani insanları ürkütmeden, alaturka bir yöntemle uygulamak istemektedir. Şimşek AKP’li bir bakandır, Cumhur ittifakının TBMM’de çoğunluğu vardır, 193 sayılı gelir vergisi kanununa bir hayat standardı maddesi eklemek çocuk oyuncağıdır ama nedense (!!!) bu tercih edilmemektedir, bunun nedeni acaba nedir, yoksa Şimşek de “kıyıları mutlaka vatandaşa açacağız, tüm yapılaşmaları söküp atacağız, bu anayasal bir mecburiyet” diyen eski bakan Özhasekiler gibi affedilmekten mi korkmaktadır?* Aslında bir maliye eski öğretim üyesi olarak şunu da söylemek zorundayım, düzgün işleyen bir vergi sistemi kurduğunuzda hayat standardı esasına da ihtiyacınız kalmaz, bu esas sadece bir vergi güvenlik önlemidir, işte bu da bir alaturkalıktır, sistemi dört dörtlük işletmekten korktuğun zaman bu tür alaturka geçici önlemlere ihtiyaç duyarsınız. Evet, Sayın Bakan, neden 193 sayılı kanuna bir hayat standardı esası maddesi koymayı tercih etmiyorsunuz da bizle dalga geçiyorsunuz? *Nedense basında Özhasekiler’in neden affını istediği konusu yeterince tartışılmadı.  

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER