MEB Protokolleri üzerine İran deneyimlerim
SİYASET
MEB Protokolleri üzerine İran deneyimlerim
Milli Eğitim Bakanlığı’nın protokolleri tartışılmaya devam ediyor. Eğitiminin büyük bölümünü İran’da alan yazarımız Savash Porgham, bu protokolleri kendi deneyimleri üzerinden yorumladı. Porgham, “Hangi din olursa olsun, hiç kimse reşit olmadan hiçbir dini öğrenmeye ve uygulamaya zorlanmamalıdır. Herkes reşit olduktan sonra kendi hür iradesiyle kararını verebilmelidir.” diyor.
Geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, Meclis’teki bütçe görüşmelerinde bakanlığı ve bağlı kuruluşların 2024 yılı bütçesine ilişkin çok tepki çeken ve tartışılan bir konuşma yaptı. Bakan Tekin, Milli Eğitim Bakanlığı ile tarikatlar ve cemaatler arasında imzalanan protokollere dair şunları söyledi:
“Çok hoşunuza gidecek bir şey daha söyleyeceğim. Sizin tarikat, cemaat dediğiniz bizim STK dediğimiz yapılarla toplasanız 10 tane protokolümüz vardır. Ve ben bu protokollerle bize hizmet eden, destek olanlara da teşekkür ediyorum. Onlarla da protokol yapmaya devam edeceğiz. Çünkü onlar çocukların dağa çıkmasını engelliyor. Onlardan siz bunun için rahatsızsınız. Protokol yaptığımız bu sivil toplum örgütleri, sizin çocukları dağa çıkarmanıza engel olduğu için çatlıyorsunuz. Ben o STK’larla protokol imzalamaya devam edeceğim. Çocuklarımın dağa çıkmaması için, sizin insan kaynağınıza insan yetiştirmemek için buradan devam edeceğim.”
Cumhuriyet’in haberine göre 21 Kasım’da Konya İl Müftülüğü, Konya İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Cihannüma Derneği İl Temsilciliği arasında “Değer Gören, Değer Veren; Tarihinden Geleceğini İnşa Eden Gençlik” konulu “eğitimde işbirliği protokolü” imzalandı. Protokol kapsamında 13 Aralık’ta Rukiye Mehmet Akış Proje Fen ve Teknoloji Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde “Kudüs Bilinci” konulu panel düzenlendi. Ayrıca Sakarya İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün de Cihannüma Derneği’yle protokol imzaladığı öğrenildi. 11 Aralık’ta Adabilim Okulları’nda lise öğrencilerine “Ecdat Yadigârı Kudüs” konulu seminer verildi.
Birgün’ün haberine göre, Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan ÇEDES protokolü kapsamında Kocaeli Karamürsel Anaokulu’nda cami imamı, çocuklarla bir araya geldi. “Yardımseverlik ve merhamet” konulu etkinlikte öğrencilerle buluşan Karamürsel Ulu Camii İmamı Osman Akbaş, dersin ardından anaokulu öğrencilerine ikramda bulundu. KYK’larda, “Manevi Danışmanlık Hizmetleri” de sürüyor.
Yozgat’taki Sürmeli KYK Yurdu’nda 2 öğrencinin yaralandığı asansör kazasından sonra, KYK Çamlık Yurdu’nda, “Manevi Hayat Atölyesi” yapıldığı öğrenildi. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın öğrenci yurtları üzerindeki etkisini ortaya koyan veriye göre, 2022’de 684 olan KYK yurtlarındaki manevi danışman sayısı, 2023 itibarıyla 758’e yükseldi. Öğrenci yurtlarındaki yüzlerce manevi danışmana karşın psikolog sayısı 52’de kaldı.
Devletlerin resmî dini olmaz, olmamalıdır çünkü bir devletin çatısı altında pek çok farklı dine inanan veya herhangi bir dini inanca sahip olmayan yurttaşlar vardır. Tek bir din ve mezhep anlayışı üzerinden kurgulanan bir sistemde vatandaşların vicdan hürriyetinden söz edilemez.
Yine Birgün’ün haberine göre, İstanbul Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından 31 Ekim tarihinde ilçedeki tüm özel ve devlet okullarına gönderilen ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürü İsmail Yıldırım’ın imzasının yer aldığı yazıda şu talimatlar sıralandı:
“• Cuma günleri öğle tatili araları cuma namazı saatine göre ayarlanacak.
Ders programı çizelgeleri cuma namazı saati ile çakışma olmayacak şekilde düzenlenecek.
Eğitim öğretim faaliyetlerinde herhangi bir aksaklığa meydan vermeden, gerekli tedbir alınarak cuma namazı gitmek isteyen yönetici, öğretmen ve diğer personele gerekli kolaylığın sağlanacak.
Özellikle lise düzeyindeki okulların mescitlerinde cuma namazı kılınmasıyla ilgili ihtiyaçlara cevap verilebilecek şartlar oluşturulmalı ve gerekiyorsa İlçe Müftülüğü veya imam hatip liselerimizle işbirliği yapılmalı.
Okulda cuma namazı kılınacak şartlar oluşturulamıyorsa, cuma namazına gitmek isteyen öğrencilerden veli izin dilekçesi alınarak, cuma namazına gidişlere izin verilmeli.”
Yine Birgün’ün haberine göre, geçen yıl İzmir ve Eskişehir’e “manevi danışman” adı altında imam görevlendirilmesinin ardından, bu yıl da aynı uygulama Kırklareli’nde hayata geçirilecek. İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden kaymakamlıklara gönderilen yazıda, aralarında ilkokul, ortaokul ve lisenin yer aldığı 158 okula manevi danışman görevlendirildiği duyuruldu. Bu durum, sadece tarikat ve cemaatler için geçerli değil; Ülkü Ocakları Kars İl Başkanlığı da “Türk Büyükleri Okuma Serisi’ni” okullarda tanıtıyor.
Böylesi örneklerden onlarcası sıralanabilir. Türkiye’de siyasal İslam’ın tahakkümü ve iktidarıyla birlikte eğitim sistemine pek çok radikal dinci grup, tarikat, cemaat, dernek ve vakıflar sızdı. Bu durum alelade bir din eğitimi uygulaması değildir; gericiliğe doğru derin bir toplumsal mühendisliğin eğitim sistemi üzerinden yürümekte olduğunun açık bir işaretidir. Hangi din olduğu fark etmez; devletlerin dini olmamalıdır, bir ülkenin eğitim sisteminde hiçbir dinin tahakkümü bulunmamalıdır. Bu durum 21. yüzyılın dünyasındaki çocukların eğitim gereksinimlerine, ihtiyaçlarına, hayati beceriler kazanmalarına, hem fiziksel hem de ruhsal gelişimlerine faydadan çok zarar veriyor.
Bu tespitimi din karşıtlığı üzerinden kurgulanan bir perspektifle ezbere söylemiyorum; anaokulu, ilkokul, ortaokul ve lise eğitiminin tamamını İran okullarında ileri dini müfredatla, tek cinsiyet üzerinden kurgulanan bir sistemde tamamlamış biri olarak şahsi yaşanmışlıklarım ve tecrübelerime istinaden söylüyorum. Ben anaokulundan liseyi bitirene kadar “Dini Bilgiler”, “İslami Bakış”, “Mezhep Fıkhı”, “Mezhepler Tarihi”, “Peygamberler ve İmamların Hayatı”, “Hadis”, “Arapça”, “Kur’an Eğitimi”, “Kur’an Dili ve Tefsiri”, “Gökyüzünden Hediyeler” gibi başlıklar ve müfredatlarla eğitim aldım.
Tek bir din ve mezhep anlayışı üzerinden kurgulanan bir sistemde vatandaşların vicdan hürriyetinden söz edilemez. Hele ki konu eğitim sistemi olunca, karşımıza çok girift sorunlar silsilesinin ortaya çıkacağı açık. Eğitim, sadece çoğunlukçu bir bakış açısıyla yürütülemez; toplumun tüm kesimlerini kapsayacak nitelikte çoğulcu bir sistem oluşturulmalıdır.
Eğitim hayatımın daha başında kız öğrencilerle aramıza kalın bir duvar ve pek çok sınır koyuldu çünkü karma eğitim yoktu. Kız öğrencilerle konuşmamız, selamlaşmamız, onlarla iletişim kurmamız, yan yana gelmemiz ve hatta bakışmamız bile yasaktı. Hepimize daha ilkokul sıralarından itibaren karşı cins; kaçılması, uzak durulması gereken bir “öcü” olarak gösterildi. Bu eğitim ve öğretim biçimi hepimizin kültürel kodlarına işledi; şahsen ben kadınlarla ancak üniversite yıllarında nitelikli bir iletişim kurmayı başarabildim çünkü önceki tüm hayatımda kız öğrencilerle bir arada olmadığım için onları yeterince tanımıyordum ve bu durum benim kadınlarla iletişim kurma biçimimi radikal bir biçimde negatif olarak hep etkilemişti.
Henüz çocukluğumun ve ergenliğimin başlarında “Allah”, “Peygamber”, “vahiy”, “kıyamet”, “cennet ve cehennem”, “yaratılış”, “yeniden diriliş”, “ezeli ve ebedi Varlık” gibi birçok ağır ve derin konuyu algılamakta, anlamlandırmakta ve sindirmekte hep zorlandım çünkü bu konular küçük bir çocuğun kapasitesini aşan olgulardır. Çocukluğumda günah işlediğim ve tövbe etmediğim için Allah’ın beni affetmeyeceğini ve cehennemde sonsuza kadar ateşte yakacağını düşünerek korkudan uyuyamadığım pek çok gece hatırlıyorum. Okulda zorla kıldırılan cemaat namazları her zaman beni çok zorlamıştır. Bu zorlamaların benim için sonucu ise dinden keskin bir soğuma ve kopuş oldu.
Lâiklik; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ve her vatandaş için vicdan hürriyetinin sağlanması demektir. Devletlerin resmî dini olmaz, olmamalıdır çünkü bir devletin çatısı altında pek çok farklı dine inanan veya herhangi bir dini inanca sahip olmayan yurttaşlar vardır. Tek bir din ve mezhep anlayışı üzerinden kurgulanan bir sistemde vatandaşların vicdan hürriyetinden söz edilemez. Hele ki konu eğitim sistemi olunca, karşımıza çok girift sorunlar silsilesinin ortaya çıkacağı açık. Eğitim, sadece çoğunlukçu bir bakış açısıyla yürütülemez; toplumun tüm kesimlerini kapsayacak nitelikte çoğulcu bir sistem oluşturulmalıdır. Bu sorunları eğitim hayatı boyunca yaşamış biri olarak düşüncem şu; hangi din olursa olsun, hiç kimse reşit olmadan hiçbir dini öğrenmeye ve uygulamaya zorlanmamalıdır. Herkes reşit olduktan sonra kendi hür iradesiyle kararını verebilmelidir.