Mannheim saldırısı: Beraber yaşayanların beraber yaşayamama hâli
DIŞ POLİTİKAMannheim saldırısı: Beraber yaşayanların beraber yaşayamama hâli
SAFLARIN SIKLAŞACAĞI BİR SÜREÇ
Bu bağlamda, Hristiyan demokratların (CDU) lideri Friedrich Merz, hükümete, "Almanya'daki siyasal İslamcılığa karşı birlikte mücadele edelim" çağrısında bulundu. Tüm bu gelişmeler, Almanya kentlerinin cadde ve sokaklarında "Şeriat isteriz, hilafet isteriz" diye gösteriler düzenleyen İslamcı faşistler için sıkıntılı günlerin habercisi olabilir. Bu insanların, iktidarı ele geçirdiklerinde hemen rafa kaldıracakları demokrasiyi daha fazla kullanmasına izin verilmemeli. Bir Alman ya da İslamcı faşist, kendisine itiraz edene, "Almanya'da demokrasi var. İstediğimiz gibi konuşuruz" cevabını veriyor hemen. Aksine faşizm pazarlıyorsan istediğini konuşamazsın. Çünkü, "faşizm insanlık suçudur" ve demokrasinin bu yargıdan hareketle kendisini faşizme karşı korumak için alacağı tedbirlerin tümü meşrudur. Mannheim'deki saldırının İslamcı motiflerin etkisiyle düzenlendiğine dair kimsenin bir şüphesi yok. Siyasal İslam eleştirisi yapan gruba yönelik saldırı bundan sonraki süreçte safların sıklaşacağını gösteriyor diğer yandan. Almanya'da iç istihbarattan sorumlu kuruluş olan Federal Anayasayı Koruma Dairesi Başkanı Thomas Haldenwag, "İslamcılıktan kaynaklanan tehdit yüksek. Almanya'daki güvenlik yetkilileri bu nedenle tetikte ve bildiğimiz tehditleri çok yakından inceliyorlar" değerlendirmesinde bulunuyor. İç istihbarat ayrıca, ülkede suç işlemeye meyilli 27 bin 480 İslamcı bulunduğunu, bunun 11 binin Selefi olduğunu bildiriyor. Geçenlerde izlediğim, Berlin'de Afgan ve Arap müslümanların yoğun olarak yaşadığı yerlerde yapılan sokak röportajında bir kişi, "Tabii ki şeriat isteyeceğiz, tabii ki hilafet isteyeceğiz. Biz müslümanız ve Allah'ın kanunlarına göre yaşamak istiyoruz" diyordu. İlginç bir yaklaşım. O kişinin, "Allah'ın kanunları" ifadesiyle somutlaştırdığı uygulamalardan ötürü Almanya'ya kaçması ve sonra tekrar "o kanunların" uygulanmasını talep etmesi elbette çok ilginç. Yalnız açık olan şu ki, İslamcıların zihin ve beyin yapıları, Avrupalı toplumlar ile yaşamalarını imkânsız kılıyor. Telafisi asla mümkün olmayan bir uyumsuzluktan bahsediyorum. Bugüne kadar kısıtlı temaslarla devam eden ve birçok yönüyle hastalıklı sayılabilecek ilişki ise "ev sahibi" sıfatıyla Avrupalıların gösterdiği hoşgörü sayesinde yaşanabilmiş. Yoksa hiçbir Avrupalı'nın 7-8 yaşlarındaki kız çocuklarının baş örtüsü ile sokaklarda gezmesini sevgiyle karşıladığını sanmıyorum. Habermas, "Avrupa, yabancı düşmanı hastalığına tutuldu. Bu eğilim, sanki yeni ortaya çıkmış gibi sunuluyor. Aslında barlarda konuşulan klişeler, televizyonlardaki talk-show'lara yerleşti" diyor."AVRUPA'NIN İSLAMLAŞMASI KORKUSU"
Bununla birlikte bu "İslamcı terör" meselesini salt "İslam" ekseninde tartışmak elbette yetersiz kalacaktır. Meselenin yerleşik kültürlerin içinde filizlenen aşırı sağ ya da neofaşizm boyutuna da değinmek gerekiyor. Her durumda bu iki eksenin çakışması sırasında ortaya çıkan bir "medeniyetler çatışması"ndan söz edilebilir. Bu bağlamda, Alman Filozof Jürgen Habermas'ın tespitleri önemli. Habermas, "Avrupa, yabancı düşmanı hastalığına tutuldu. Bu eğilim, sanki yeni ortaya çıkmış gibi sunuluyor. Aslında barlarda konuşulan klişeler, televizyonlardaki talk-show'lara yerleşti" diyor. Habermas hatta, "sunulan yanlış veriler nedeniyle Alman halkının üçte birinden fazlasının Müslüman göçmenler nedeniyle toplumda ortalama zekânın giderek düştüğüne inandığını" belirtiyor. İşte tam da bu kaynaktan beslenen aşırı sağcı siyasi yapıların gittikçe güçlendiği bir süreç burada söz konusu olan. Bunun yanı sıra toplumsal diyaloğu ve barışı sağlayamayan hükümetler sayesinde Müslüman göçmenler, kaygılı ve siyaseten kendini bir yerde tanımlayamayan Avrupalı seçmenin hedefi haline geldi zaman içerisinde maalesef. Öte yandan, Avrupa hiçbir zaman psikolojik hafızasından kaldıramadığı "öteki"ne karşı her zaman önyargılı ve mesafeli davranmıştır. Bu durum, "öteki"ni ülkede ortaya çıkan tüm olumsuz durumların sebebi olarak görme tutumunu da beraberinde getirmiştir. Unutmamak gerekiyor ki yabancı düşmanlığı ile göç arasında doğru orantılı bir ilişki vardır. Tüm bu kaygı ve korkular demeti içinde en dikkati çeken ve en baskın olanı ise "Avrupa'nın İslamlaşması korkusu"dur. Bu korku, özellikle şu aralar öyle derinden hissediliyor ki Avrupalılar, "Avrupa'nın İslamlaşmasına karşı" kurulan örgütlerin çatısı altında toplanmaya başladılar. İşte Mannheim'da etkinliğine saldırılan örgüt de bu türden bir faaliyet içerisindeydi. Saldırının ardından ortaya çıkan tablo bize toplumsal ayrışmanın daha da derinleştiğini gösteriyor. Almanya'da her iki kampa ait insanların kendi mahallelerine daha da kapanacaklarının sinyalleri geliyor. Böyle devam ederse artık konuşmanın ve ortak bir akıl üretmenin giderek imkânsızlaşacağı bir sürecin başlaması tehlikesi beliriyor. Bu, "Müslümanız elbette şeriat istiyoruz" diyenlerle "biz de ne sizi ne de dininizi istiyoruz" diyenlerin çatışması. Burada bir orta yol bulmak pek mümkün görünmüyor. Avrupa'da İslam’ın, bu bağlamda aşırı sağcıların siyasi yol haritalarını çizerken kullandıkları araç olması dışında bir fonksiyonu bulunmuyor. İslam’ın şimdiki haliyle modern batı medeniyetiyle doku uyuşmazlığı yaşadığını vurgulayan Avrupalı aşırı sağcılar, İslami inanç dizgesini de "arkaik" olarak nitelendiriyorlar. Şu anda yaşanan, İslam ile batı değerlerinin net uyuşmazlığının ortaya çıkardığı bir "medeniyetler çatışması" yaşanıyor ve giderek büyüyor. Mannheim'daki saldırının ardından çok sayıda aşırı sağcı politikacı özetle, "İslam doktrininin liberal demokratik sistemle uyumlu olmadığını ve şiddetin köklerinin Kur’an-ı Kerim’de olduğunu" öne sürdüler. Avrupa toplumlarında da bu diskurun giderek kabul gördüğü anlaşılıyor. Sonuç olarak, içerisinde bulunulan gergin atmosferde, dinci radikalizmden kendini soyutlamış Avrupalı Müslümanların, kültürler arasında yaşanan bu çatışmanın aşılması için endoktrinasyonel pozisyondan bir an önce ayrılarak, entelektüel otonomilerini destekleyecek açılımlara daha fazla zaman ayırmaları ve buradan üretecekleri anlayışı toplumun diğer kesimleriyle paylaşmaları gerekiyor. Aksi halde ortalık "şeriat, halifelik isteriz" diye provokasyon yapan dinci faşistler ile bunların varlığından beslenen Avrupalı neofaşistlerekalıyor. Avrupa'da demokrasiye inanan iyi insanların birbiriyle daha fazla konuşmaları gerekiyor. Kötülerin panik ve kaygı yaratmaya yönelik çığlıklarına kulak tıkamanın tam zamanı.İlginizi Çekebilir