© Yeni Arayış

Liseli kız öğrencilerin mezuniyetine neden çöküyorlar?

Mezuniyet töreninde kız öğrencilerin kıyafetlerini denetlemek ve okula almamak için kapıya jandarma dikmek ile İran'da Ahlaki Emniyet Polisi'nin İrşad Devriyeleri'nin kadınların kılık kıyafetlerine müdahale etmeleri aynı şeydir. Türkiye’nin İran olma yolunda ilerlemesine müsaade etmemek ve yapısallaşmaya doğru hızla giden gericiliğe karşı kadınlarımıza ve genç kızlarımıza sahip çıkmamız gerekiyor.

Geçtiğimiz gün Kocaeli’nde bir lisenin mezuniyet törenine dair sosyal medyaya görüntüler düştü; ‘kıyafet yönetmeliğine uymayan kıyafetler giydikleri’ gerekçesiyle okulun mezuniyet törenine askılı elbise ve mini etek giyen kız öğrenciler alınmıyordu, daha da vahimi jandarma okulun girişini kapatmıştı.

Öğrenciler ve aileleri okul yönetimine tepki gösterirken, Gebze İlçe Milli Eğitim Müdürü Şener Doğan’ın okula gelmesiyle öğrencilerin tamamı mezuniyet törenine katıldı. Haliyle olaya dair sosyal medyada geniş bir tepki başlayınca Kocaeli Valiliği tarafından soruşturma başlatıldığı duyuruldu.

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, böylesi bir skandalı “Basit bir olay” olarak tanımladı ve medyayı suçlayarak “Maalesef medyada bu tür olaylar speküle edilerek veriliyor” dedi ve suçu gazetecilere attı. Yusuf Tekin'den daha facia bir Milli Eğitim Bakanı geldi mi memlekete, bilemiyorum. Kendisinin her açıklaması skandal. Böyle bir profilin Milli Eğitim Bakanı olduğu eğitim sisteminde bu ülkenin çocuklarına yazık oluyor.

Aynı Yusuf Tekin, daha önce Meclis’teki bütçe görüşmelerinde bakanlığı ve bağlı kuruluşların 2024 yılı bütçesine ilişkin çok tepki çeken ve tartışılan konuşmasında Milli Eğitim Bakanlığı ile tarikatlar ve cemaatler arasında imzalanan protokollere dair şunları söylemişti:

“Çok hoşunuza gidecek bir şey daha söyleyeceğim. Sizin tarikat, cemaat dediğiniz bizim STK dediğimiz yapılarla toplasanız 10 tane protokolümüz vardır. Ve ben bu protokollerle bize hizmet eden, destek olanlara da teşekkür ediyorum. Onlarla da protokol yapmaya devam edeceğiz. Çünkü onlar çocukların dağa çıkmasını engelliyor. Onlardan siz bunun için rahatsızsınız. Protokol yaptığımız bu sivil toplum örgütleri, sizin çocukları dağa çıkarmanıza engel olduğu için çatlıyorsunuz. Ben o STK’larla protokol imzalamaya devam edeceğim. Çocuklarımın dağa çıkmaması için, sizin insan kaynağınıza insan yetiştirmemek için buradan devam edeceğim.”

Yani Türkiye’nin eğitim sistemi son müfredat değişikliği tartışmaları da düşünüldüğünde vahim bir “din losyonu” içine bulanmak isteniyor. Türkiye’de siyasal İslam’ın tahakkümü ve iktidarıyla birlikte eğitim sistemine pek çok radikal dinci grup, tarikat, cemaat, dernek ve vakıflar sızdı. Bu durum alelade bir din eğitimi uygulaması değildir; gericiliğe doğru derin bir toplumsal mühendisliğin eğitim sistemi üzerinden yürümekte olduğunun açık bir işaretidir. Hangi din olduğu fark etmez; devletlerin dini olmamalıdır, bir ülkenin eğitim sisteminde hiçbir dinin tahakkümü bulunmamalıdır. Bu durum 21. yüzyılın dünyasındaki çocukların eğitim gereksinimlerine, ihtiyaçlarına, hayati beceriler kazanmalarına, hem fiziksel hem de ruhsal gelişimlerine faydadan çok zarar veriyor.

Gerici dinci zihniyet güçlenip siyasal olarak mevzi kazandıkça elbette toplumsal laik düzenin değişmesi ve dini sistemin uygulanması için teoriden pratiğe geçme istekleri de artıyor. Yani dini uygulamaların ve esasların artık sadece fikri ve inanç boyutunda kalmamasını ve toplumsal hayatın içinde açıkça uygulanmasını istiyorlar. Oysaki din, bireysel bir inanç olgusudur ve sadece bireylerin kendilerini ilgilendirir.

DİN, SADECE BİREYLERİ İGİLENDİRİR

Bugün Türkiye’de eğitim kademesinde ve bürokrasisinde bu dini yapıların tahakkümü ve kadrolaşması bilinen bir gerçek. Özellikle son cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinden sonra gerici ve radikal dinci bir odağın oluştuğu, artık hem siyasal iktidarın desteğini arkalarına aldıkları hem de Meclis’te mevzi kazandıkları aşikâr. Din ve şeriat üzerinden üretilen popülist siyasal söylem boşuna değil çünkü bu yapıların oy vermesi için rızalarını “din elden gidiyor” söylemi üzerinden üretmek ve konsolide etmek gerekiyor.

Gerici dinci zihniyet güçlenip siyasal olarak mevzi kazandıkça elbette toplumsal laik düzenin değişmesi ve dini sistemin uygulanması için teoriden pratiğe geçme istekleri de artıyor. Yani dini uygulamaların ve esasların artık sadece fikri ve inanç boyutunda kalmamasını ve toplumsal hayatın içinde açıkça uygulanmasını istiyorlar. Oysaki din, bireysel bir inanç olgusudur ve sadece bireylerin kendilerini ilgilendirir.

Bugün totaliter bir bakışla “Milletin değerleri ve hassasiyetleri” söylemiyle dayatılmaya çalışılan bir din ve inanç doktrini var. Bu topraklarda din ve inanç olguları şüphesiz en önemli toplumsal kutuplaşma aparatı olarak hep kullanıldı. Bugün de kullanılıyor ve Türkiye toplumu din ve şeriat talepleri üzerinden kutuplaştırılıyor. Oysaki Anayasa’nın 4. maddesinde laiklik ilkesi, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez temel nitelikler arasında sayılmıştır. Yani anayasal olarak Türkiye laik bir devlettir ve dinin esaslarını gözeten bir devlet değildir.

Lâiklik; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ve her vatandaş için vicdan hürriyetinin sağlanması demektir. Devletlerin resmî dini olmaz, olmamalıdır çünkü bir devletin çatısı altında pek çok farklı dine inanan veya herhangi bir dini inanca sahip olmayan yurttaşlar vardır. Tek bir din ve mezhep anlayışı üzerinden kurgulanan bir sistemde vatandaşların vicdan hürriyetinden söz edilemez. Hele ki konu eğitim sistemi olunca, karşımıza çok girift sorunlar silsilesinin ortaya çıkacağı açık. Eğitim, sadece çoğunlukçu bir İslami bakış açısıyla yürütülemez; toplumun tüm kesimlerini kapsayacak nitelikte çoğulcu bir sistem oluşturulmalıdır.

Bu durum Türkiye’nin 22 yıllık AKP iktidarında toplumsal kutuplaşma olarak geldiği nokta ve son seçimlerden sonra radikal dinci gerici ittifakın güç ve siyasal mevzi elde etmesiyle direkt ilgili. Tahayyül ettikleri yaşam biçiminde kadınlara sadece eş ve anne olma rollerini layık gören, kadınları sahip çıkılması gereken bir mal olmaya indirgeyen ve toplumsal hayatın her alanından “dini hassasiyet” kisvesi altında kadınları soyutlayıp evlere hapsetmek isteyen gericiler için elbette başarılı ve modern bir kadın modeli en büyük tehdit!

Bir tarafta kadınları sosyal yaşantının her alanından uzaklaştırıp evlere hapsetmek isteyen bir gericilik, bir tarafta da kadının kendi kimliği ve benliğiyle toplumun her alanında başarılı bir varlık göstermesini isteyen bir ilericilik var. Böylesi bir toplumsal kutuplaşma böylesi bir seyirle yükselmeye devam ederse ilerleyen zamanlarda kendimizi çok daha sert tartışmaların ve psikolojik savaşlarının içinde bulmamız kaçınılmaz.

KENDİMİZİ DAHA SERT PSİKOLOJİK SAVAŞLARIN İÇİNDE BULABİLİZ

Çalışan kadın, başaran kadın, ekonomik özgürlüğü olan kadın, kocasının eline bakmayan kadın, modern kadın, özgür kadın, eğitimli kadın, yabancı dil bilen kadın, özgürce dilediği gibi giyinen kadın, cinsel kimliğini saklamayan kadın olgusunun bu iklimin genç kızlarına rol model olması gerici yobaz zihniyetin uykularını kaçırıyor çünkü böylesi rol modelleri olan kadınları kolay kolay kendi tahakkümleri altına alamazlar!

Bir tarafta kadınları sosyal yaşantının her alanından uzaklaştırıp evlere hapsetmek isteyen bir gericilik, bir tarafta da kadının kendi kimliği ve benliğiyle toplumun her alanında başarılı bir varlık göstermesini isteyen bir ilericilik var. Böylesi bir toplumsal kutuplaşma böylesi bir seyirle yükselmeye devam ederse ilerleyen zamanlarda kendimizi çok daha sert tartışmaların ve psikolojik savaşlarının içinde bulmamız kaçınılmaz.

Mezuniyet töreninde kız öğrencilerin kıyafetlerini denetlemek ve okula almamak için kapıya jandarma dikmek ile İran'da Ahlaki Emniyet Polisi'nin İrşad Devriyeleri'nin kadınların kılık kıyafetlerine müdahale etmeleri aynı şeydir. Türkiye’nin İran olma yolunda ilerlemesine müsaade etmemek ve yapısallaşmaya doğru hızla giden gericiliğe karşı kadınlarımıza ve genç kızlarımıza sahip çıkmamız gerekiyor.  

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER