Linç girişimleri ve faşizan kalkışmalar
KÖŞE YAZILARILinç girişimleri ve faşizan kalkışmalar
IRKÇILIK, AYRIMCILIK VE NEFRET KÜLTÜRÜ
Birçok konudan kaynaklı sorun ve toplumsal çelişkiler aynı anda harekete geçiriliyor. Göçmen/mülteci karşıtlığı çok farklı alanlardan ve dinamiklerde besleniyor. Farklı motivasyonlarla topluluklar harekete geçebiliyor veya geçirilebiliyor ama hepsi tek bir sonuç doğuruyor. Sorunun önemli bir boyutunu, 2013 yılında Türkiye ile AB arasında göçmenlerin Avrupa’ya gitmesini engellemek amacıyla imzalanan ‘Geri Kabul Anlaşması’nın ve cihatçı silahlı örgütlere çeşitli hesaplarla kol kanat gerilmesinin oluşturduğu doğrudur. Türkiye’nin içine sürüklendiği ekonomik, siyasal, sosyal krizin, sorunu daha da ağırlaştırdığı bir gerçektir. Bütün bunların çok farklı boyutlarının çözümüne ilişkin çözüm arayışları sürdürülürken, sorunun göz ardı edilen veya yüzleşmekten imtina edilen en önemli boyutu ise sorunun esas kaynağını oluşturuyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzyıllık tarihinde farklı toplumsal kesimlere, dinamiklere yönelik çok sık linç girişimleri ve faşizan kalkışmalar yaşanmıştır. Tarihimize dönüp baktığımızda 1915, 6-7 Eylül, Maraş, Çorum, Gazi, Madımak katliamları ve Kürtlere, Aleviler veya farklı biçimlerde azınlıklara yönelik sayısız linç girişimleri aynı kaynaklandı, beslendi ve cesaret aldı görülecektir. 1990 sonrası, 2000li yıllara kadar, savaş ve çatışma nedeniyle zorla yerinden yurdundan edilen Kürtleri batıda ucuz iş gücü olmakla suçlayanlar, hedef yapanlar, bugün Suriyelileri aynı gerekçeyle suçluyorlar, hedef yapıyorlar. Dün sorunların başı, her türlü kötülüğün müsebbibi olarak Kürtlermiş gibi gösterenler, buna son yıllarda bir de mültecileri, Suriyelileri eklediler. Türk siyasetçileri, kanaat önderleri ve medyası öteki yaratmakta ve onları Türk milliyetçiliğin hedefi yapmakta çok marifetliler. Kayseri’de Suriyelilere “Türkiye Türklerindir ve ne mutlu Türküm diyene” sloganları eşliğinde saldırmaları, sorunun kaynağına işaret etmektedir. Bu da Türkiye’de nefret kültürünün ve yabancı korkusu/nefreti olan zenofobinin kitleselliği, kabul görürlüğünün yaygınlığı, elverişli ve kullanışlı oluşudur. Kısaca ırkçılığın ve ayrımcılığı yaygınlığı ile siyaset ve medyanın diline yerleşmiş olan nefret söylemi sorunun esasını oluşturmaktadır. Sorunların çözümüne hak temelli yaklaşım göstermekten uzak olanlar, sorunları araçsallaştırmakta mahir olurlar. İktidar da, muhalefet de benzer yöntemlerle sorunu ele almakta. Bırakalım insanı, hiçbir canlı kendi yaşam alanını gönüllü ve keyfi biçimde geride bırakarak bilinmezliğe çıkmaz, yaşamını riske atmaz. Bu, en temel prensip gözardı edildiğinde sorunların doğru çözümü veya linç kültürünü geriletmek, faşizan kalkışmaları önlemek mümkün olamaz. Düşman ve öteki yaratan her yaklaşım, siyaset ve söylem son tahlilde esas besinini özünde ırkçılıktan ve ayrımcılıktan alır.SAVAŞLAR, ÇATIŞMALAR VE RİSKLER
Mülteci veya göçmen sorununu; savaş, çatışma veya özgür yaşam hakkının risk altına girmesi oluşturur. Bırakalım insanı, hiçbir canlı kendi yaşam alanını gönüllü ve keyfi biçimde geride bırakarak bilinmezliğe çıkmaz, yaşamını riske atmaz. Bu, en temel prensip göz ardı edildiğinde sorunların doğru çözümü veya linç kültürünü geriletmek, faşizan kalkışmaları önlemek mümkün olamaz. Düşman ve öteki yaratan her yaklaşım, siyaset ve söylem son tahlilde esas besinini özünde ırkçılıktan ve ayrımcılıktan alır. Yeryüzünde insanlara, “bu toplumda, burada size/ sizin gibilere yer yok” olarak özetlenebilecek nefret söylemli tutum ve yaklaşım, özünde ırkçılığın, ayrımcılığın hoşgörüsüzlüğün, tahammülsüzlüğün bir sonraki evresi olan toplu linç girişimlerine, faşizan kalkışmalara yol açan evrensel davranışlardır. Bu bakımdan nefret söylemiyle düşünce ve ifade özgürlüğü arasında hassas ve ince çizginin farkındalığı bütün toplumlar açısından hayati öneme haizdir. Kayseri’de başlayan faşizan kalkışmayı/ linç girişimini muhalefet siyasetçilerinin AK Parti’nin yanlış Suriye ve mülteci politikalarını birlikte eleştirmeleri veya karşı çıkmaları en hafif deyimle tehlikenin büyüklüğünün farkında olmamaktır. Tıpkı, saldırılar için “Kayseri’ye, Bursa’ya veya bize yakışmaz” demek gibi yanlış ve aynı zamanda ırkçı, ayrımcı kültürü güçlendiren, geliştiren ve can veren bir yaklaşım gibi. Gerçeklerle ve geçmişle yüzleşmekten kaçma halidir. Bu türden davranışların, saldırıların sıradanlaştırılması ve normalleştirilmesi ya da hafife alınması, bugünün dünyasının trendi olabilir ama insanlığın evrensel kazanımlarını ve geleceğini tehdit ettiği de açıktır.İlginizi Çekebilir