Kürşad Zorlu, Kartalkaya faciası ve güven duygusuna veda
SİYASETSon dönemde yapılan pek çok kamuoyu araştırması ya da akademik çalışma insanların siyasetçilere ve siyasete olan güvenlerinin ciddi bir biçimde erozyona uğradığını gösteriyor.
Prof. Dr. Seda Demiralp Hoca’nın yakın zamanda açıkladığı araştırmanın sonuçları çok dikkat çekici; insanların umutsuzluğu ve güvensizliğine ilişkin çok önemli mesajlar veriyor. Yapılan araştırmalara göre toplumun büyük çoğunluğu, parti fark etmeksizin, siyasetçilerin kendi çıkarlarına göre hareket ettiğini ve halkın sorunlarını umursamadığını düşünüyor.
Kartalkaya’da yaşamını yitirenlere başsağlığı dileyerek söze başlamak istiyorum. Kartalkaya’da olanları tekrar anlatmanın lüzumu yok, zaten kaç gündür bu acıyla yatıp kalkıyoruz. Türkiye’de son yıllarda yaşanan pek çok felaket gibi bu da bir süre gündemde kalıp sonra unutulacak, sorumlular hesap vermeyecek, en iyi ihtimalle birkaç kişi, muhtemelen herhangi bir sorumluluğu olmayan ama harcayabilecekleri birkaç isim yargılanacak, belki de ceza alacak. Sorumluların cezasız kalması bir yana, herhangi bir ders de çıkarılmayacak, tıpkı daha önceki olaylarda olduğu gibi. Yangınlar, seller, depremler, maden kazaları, tren kazaları, otobüs kazaları vs. listeyi uzatabilirsiniz. İnsan hayatının kıymet gördüğü ülkelerde böyle facialar olmuyor, olsa da çok istisnai kalıyor. Bizde ise günlük hayatın bir parçası haline geldi. Küçük-orta-büyük ölçekli facialar hiç bitmiyor.
Geçen gün şu aklıma geldi, daha önce yazdığım köşe yazılarının birinde haksızlık ve hukuksuzluklara, bir başkasında da yolsuzluk haberlerine maruz kalışımızdan bahsetmiştim. Her Allah’ın günü bir haksızlık ve hukuksuzluğa şahit oluyoruz; öznesi biz olmasak dahi bu şahitlik bizi çok derinlerde etkiliyor. Benzer şekilde her Allah’ın günü, yeni bir yolsuzluk haberi görüyoruz. Birileri bizim vergilerimizle zengin ediliyor, birileri yok yere hapse atılıyor, birilerinin hakkı yeniyor, gencecik çocuklar intihar ediyor… Biz bu ülkede her Allah’ın günü küçük ya da büyük bir felakete tanıklık ediyoruz. Böylesi hasta bir ortamda bir yandan sağlığımızı korumaya çalışırken bir yandan da hayatta kalma savaşı veriyoruz. Tam da böylesi bir anda, insanlar canlarının peşindeyken bir haber düşüyor önümüze: Kürşad Zorlu AKP’ye katıldı. Aslında beklenmeyen bir şey değil, sonuçta Meral Akşener’in iktidarla ilişki içinde olduğu konuşuluyor ve şu an için yalanlanmış olsa da iktidar bloğuna dâhil olması bekleniyor. Bu yüzden Kürşad Zorlu’nun katılımı belki de sürpriz değil. Ancak yine de büyük önem taşıyor.
Zorlu’nun AKP’ye katılması neden bizim için bu kadar önemli olsun diyebilirsiniz. Haklısınız da. Zorlu’nun çok müstesna bir şahsiyet olmasından kaynaklanan bir önem yok elbette. Kendisi bir akademisyen, zamanında Meral Akşener’in partisine kattığı ve parlattığı bir isim. Ama sonuçta klasik bir siyasetçi profili çizmiyor. Bazı siyasetçiler için parti değiştirmek sıradan bir durumdur; bu geçişler genelde kimseyi şaşırtmaz. Ama Zorlu böyle bir isim değildi. Kendisini tanımam etmem, ideolojik olarak da herhangi bir yakınlık duymuş değilim. Ancak iktidara gayet sert bir muhalefet sergileyip, muhalif insanların oylarını alıp meclise girmiş birinin iktidar kanadına geçmesi haklı olarak çoğu insan tarafından eleştirildi. Nitekim kendisine yönelik atılan meşhur twit de aslında durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor. Tabi bunlar ayrı mesele, bu yazıdaki amacım Zorlu’nun siyasi tercihlerini analiz etmek değil. Burada bakmamız gereken bu siyasi hamlenin seçmenler üzerindeki etkisi.
Son dönemde yapılan pek çok kamuoyu araştırması ya da akademik çalışma insanların siyasetçilere ve siyasete olan güvenlerinin ciddi bir biçimde erozyona uğradığını gösteriyor. Özellikle Prof. Dr. Seda Demiralp Hoca’nın yakın zamanda açıkladığı araştırmanın sonuçları çok dikkat çekici; insanların umutsuzluğu ve güvensizliğine ilişkin çok önemli mesajlar veriyor. Yapılan araştırmalara göre toplumun büyük çoğunluğu, parti fark etmeksizin, siyasetçilerin kendi çıkarlarına göre hareket ettiğini ve halkın sorunlarını umursamadığını düşünüyor. Kürşad Zorlu gibi politikacıların yaptığı hamleler de bu güven üzerinde daha da yıkıcı bir etki oluşturuyor. Önceki seçimlerde İYİP’e oy vermiş seçmenleri düşünelim, bu insanlar mevcut iktidardan memnun olmadıkları için, değişim istedikleri için bu partiyi desteklediler.
Onların muhalif oylarıyla seçilen bir milletvekilinin, üstelik de partide üst düzey görevler almış bir figürün değiştirilmeye çalışılan iktidarın bir parçası haline gelmesi seçmende çok ciddi bir hayal kırıklığı ve güvensizlik oluşturacaktır. Pek çok insan hâlihazırda gelecekten umutsuzken bir de bu tarz siyasi hamleler insanların ciddi bir ümitsizlik, ilgisizlik ve apati haline girmesine sebep oluyor. Daha önce başka partilerden de iktidar bloğuna geçişler olmuştu ama bu partilerden hiçbiri İYİP kadar oy alma potansiyeli yakalayamamıştı. Bu bakımdan Zorlu’nun iktidar partisine katılmasının daha ciddi etkileri olacağını düşünüyorum. Ki her ne kadar yalanlanmış olsa da gelecekte Akşener’in de öyle ya da böyle iktidara angaje olma ihtimalini yüksek görüyorum. Böyle bir noktada bazı insanların siyasetten tamamen kopma ve umutsuzluğa gömülme ihtimali çok yüksek.
Ne fiziki ne de hukuki anlamda kendini güvende hissetmeyen milyonlarca insan… Müthiş bir bıkkınlık ve yorgunluk hissi var hepimizde. Bir süredir şunu düşünüyorum. Bu ülkede aslında vahşi doğada yaşıyor gibiyiz. Kendimizi güvende hissetmemizi sağlayacak kurumlar işlevsizleştirilmiş, içleri boşaltılmış, bir anlamda yok edilmiş.
VAHŞİ DOĞADA YAŞIYOR GİBİYİZ
Türkiye’nin son 10-12 yılına bakıldığında demokrasinin ciddi bir gerileme halinde olduğunu görüyoruz. Sivil toplum iyice zayıflatılmış, temel hak ve özgürlüklerin üzerinde ciddi baskılar var, ekonomik sıkıntılar can yakıyor ve insanların elinde iktidara ufak da olsa etki etmek bakımından bir tek oyları var. Bu hayal kırıklığı, aldatılmışlık hissi, güvensizlik ve ümitsizlik pek çok insanın önümüzdeki seçimlerde sandığa gitmesine engel olabilir. Üzerlerine ölü toprağı serpilmiş durumda olan halkı muhalefetin sandığa taşıması nasıl olacak bilmiyorum. Bunun da ötesinde, uzun vadede, Türkiye toplumunun geleceği beni endişelendiriyor. Ne fiziki ne de hukuki anlamda kendini güvende hissetmeyen milyonlarca insan…
Müthiş bir bıkkınlık ve yorgunluk hissi var hepimizde. Bir süredir şunu düşünüyorum. Bu ülkede aslında vahşi doğada yaşıyor gibiyiz. Kendimizi güvende hissetmemizi sağlayacak kurumlar işlevsizleştirilmiş, içleri boşaltılmış, bir anlamda yok edilmiş. Vahşi doğada aslan olarak doğan öldürme imkânına sahipken ceylan olarak doğanın payına öldürülmek düşüyor. Bizim de biraz öyle. Bazen istisnaları olsa da sosyoekonomik ve politik anlamda kendini güvende hisseden küçük ve şanslı bir azınlıktan değilseniz vay halinize. Keyfi olarak özgürlüğünüzden mahrum bırakılabilirsiniz, yoksulluğa mahkûm edilebilirsiniz ya da cinayete kurban gidebilirsiniz. Modern devletin sağlaması gereken en temel hukuki ve fiziki güvenliklere sahip değiliz. Böyle bir güvensizlik ortamında bireylerin akıl sağlıklarını korumaları da oldukça zor.
Yolda, işte ya da evde kendimizi güvende hissetmiyoruz. Yemek yerken, tatil yaparken, yürürken, uyurken ya da çalışırken güvende değiliz. Toplum olarak o kadar çok travma yaşadık ki, bu durumdan çıkmak ve iyileşmek kolay olmayacak. İşin kötü yanı, bu iyileşmeyi sağlamak için tam da baskı altına alınan sivil topluma ve neredeyse tamamen ortadan kaldırılan adalet ile demokrasiye ihtiyacımız var. Benzer şekilde, ekonomik krizden çıkışın yolu da dolaylı yoldan güvenden geçiyor. Bireylerin birbirlerine, devlete ve kurumlara duyduğu güven azaldıkça, ekonomik gelişme ve kalkınma daha da zorlaşıyor.
Bir kısır döngü içindeyiz; demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve adalet gibi unsurların eksikliği nedeniyle ne hayatlarımızın bir değeri var ne de güven içinde olma ihtimalimiz. Bu gerçeklik, insanların siyasete olan ilgisini ve beklentilerini daha da azaltıyor. Gelecekten umudunu kesen bireyler, bir şeyleri düzeltmek için çabalamaktan kaçınıyor. Bu durum da en çok mevcut iktidarın işine yarıyor. Gidişat ise hiçbir şekilde değişmiyor; aksine, artan bir ivmeyle çöküşe doğru ilerliyoruz. Umarım mevcut ya da potansiyel siyasi aktörler, bu karamsar tabloyu değiştirecek yollar bulabilir ve insanlara yeniden umut ile güven aşılayabilirler.
İlginizi Çekebilir