Krizler çağını birlikte yönetmek
SİYASETÜzerinde yaşadığımız, tüm anlam ve deneyimlerimizin mekânı olan gezegenin ekosistemini korumak başta olmak üzere bu krizler ile başa çıkabilmemiz türsel, grupsal ve bireysel geleceğimizi tayin edecek.
Krizlerin çok oluşu ve bunları ciddi sonuçlar üretmesi ortak olanları birlikte yönetmeyi zorunlu kılıyor. Ülkemizde bu kültür ve pratiklerin gelişmesine öncü olacak, ilham verecek bazı örnekler mevcut. Nilüfer Kent Konseyi’ne bağlı çalışan Mahalle Komiteleri, Çankaya Kent Konseyi bünyesinde bulunan Semt Meclisleri veya Fındıklı Belediyesi’nin Çalışma Komisyonları gibi kurumsal ve resmi oluşumlar kişilerin kendi gündelik yerel hayatı üzerinde doğrudan etki etmesine yönelik kurulmuş durumda.
“Nerde birlik, orda dirlik” – Atasözü[1]
1992 yılında Alman sosyolog Ulrich Beck tarafından kaleme alınan Risk Toplumu adlı çalışma günümüzü anlamak ve geleceği şekillendirmek açısından önemli bir referans noktasını sunuyor. Özetle, bu kitap ile modernleşme sürecine bağlı olarak, insan eliyle üretilen olgu ve durumların yol açtığı riskler ile başa çıkmaya çalışan toplumsal yapı tarif edilmişti. Doğal çevrenin zarar görmesi, teknolojik gelişmelerin yol açtığı tehditler veya nükleer silahların kullanımı gibi yıkıcı olguların bu risklerin başını çektiği dikkate sunulmuştu. Buna artan eşitsizlikler, kronik ekonomik krizler ve çeşitlenerek artan hoşnutsuzluklar da eklendiğinde daimî risk yönetimi yapan toplumsal yaşayış haline bu isim verilmişti.
Bugün artık riskten çok, bunların gerçekleştiği ve öngörülmeyen yenilerin eklendiği, krizler toplumundan bahsetmek daha yerinde olacaktır. 2008 yılından beri devam eden kronik ekonomik krizler, küresel ısınmanın olumsuz sonuçlarının hissedilmeye başlanması, Covid-19’un yol açtığı zararlar, demokrasinin gerilemesi ve yeni savaşlar ile akşam haberlerine yansıyan münferit ‘sarsıcı’ olaylar ile adeta sürekli krizler ile başa çıkmaya çalışan kişiler ve toplumlardan bahsedebiliriz. En son, ABD gibi en güçlü ülkede 7 Ocak’ta başlayan Los Angeles yangının kontrol altına alınması süreci gösterdi ki, dünyanın süper gücü bile bu afeti kontrol altına almakta ve ortaya çıkan zararları engellemekte yetersiz kaldı. Türkiye toplumu ise yaşanan darbe girişimi, depremler, orman yangıları, artan enflasyon düzeyi ve son olarak Kartalkaya faciası gibi doğal, ekonomik ve siyasi krizler ile sürekli farklı dirençlilik testlerinden geçiyor. Krizler sürekli olarak fark yerlerde farklı koşullarda ve farklı biçimlerde etkilerini gösteriyor. Neticede, krizler adeta gündelik hayatın normali haline geldi.
Üzerinde yaşadığımız, tüm anlam ve deneyimlerimizin mekânı olan gezegenin ekosistemini korumak başta olmak üzere bu krizler ile başa çıkabilmemiz türsel, grupsal ve bireysel geleceğimizi tayin edecek. Ancak, yeni seçilen ABD Başkanı Donald J. Trump’ın Paris Anlaşmasından çekilme kararı gelişmelerin olumlu yönde olmadığını işaret etmesi açısından önem taşıyor. Benzer şekilde, Kartalkaya faciasının sorumluluğunun merkezi veya yerel yönetime ait olup olmamasından çok bir bütün olarak kamu yönetiminin eksikliği olduğunun konuşulmaması manidar. Tüm seçilmiş ve atanmış kamu görevlileri kendilerine emanet edilen otorite ve kaynakları en başta vatandaşların hayatını korumak ile mükellef. Bu nedenle de yaşanan faciaya yol açan eksikliklerden her kurumun alması gereken dersler, kamu görevlilerinin vermesi gereken hesaplar olduğunu hatırlamakta fayda var. Ufak veya büyük, toplum adına tüm olası krizleri öngörmek, bunlara yönelik tedbir almak ve engellemek asli olarak devletin sorumluluğunda. Krizler çağında dayanıklılık ilk öncelik olarak her yerde gözetilmek durumunda.
Tüm seçilmiş ve atanmış kamu görevlileri kendilerine emanet edilen otorite ve kaynakları en başta vatandaşların hayatını korumak ile mükellef. Bu nedenle de yaşanan faciaya yol açan eksikliklerden her kurumun alması gereken dersler, kamu görevlilerinin vermesi gereken hesaplar olduğunu hatırlamakta fayda var.
Bunları ifade etmekteki amaç krizler çağını daha da belirgin ve hissedilen hale getirmek değil. Karamsarlık veya dolaylı çaresizliği beslemek de değil. Tersine, her bir kişinin geleceğin iyi olması için gündelik hayatta bir araya gelerek yapabilecekleri olduğunu vurgulamak. Bunu ise idealist ve akılcı bir çağrı veya öneri olarak değil tam tersine gündelik pratiklerin önemini anlamak ve buna göre davranmak olduğunu ortaya koymak. ‘İyi olmak’ sadece bir ahlaki ödev olarak algılansa da bugün artık varoluşsal bir zorunluluk haline geliyor. Krizler bizi müşterek kümeye alarak ortak kılıyor ve birlikte zarara uğratıyor. İyi bir insan, dünyalı, vatandaş veya Müslüman olmak için fikri ya da kimliksel birlikten önce ortak krizlere karşı doğru yaklaşım, tercih ve davranışları ön plana almayı önümüze koyuyor. Bunların nerede, neler olduğunu konuşmaya, karara bağlamaya ve harekete geçmeye zorluyor. Kısaca, sağduyulu, samimi ve somut olmayı gerektiriyor.
Ne modernitenin ideal bireyini ne cumhuriyetin ideal vatandaşını ne de dinin ideal müminini inşa etmeyi bekleme ‘lüksümüz’ olmadığımızı kabul edersek, nereden başlamamız, ne yapmamız ve nasıl yapmamız gerektiğine odaklanabiliriz. Bunları konuşmak ve üzerine inşa etmek için iki sağlam zemin bulunuyor. İlki tarihsel ve kültürel miras. Günümüzde zayıflasa bile deprem gibi durumlarda belirgin hale gelen dayanışma ve birliktelik kültürünü güçlü nitelikte içeren bir toplumsal yapıdan geliyoruz. Yakın zamana kadar kırdan kente göçte akrabalık bağlarına, şehirlerde dayanışmak için yöresel kimliklere sarılmak, komşuluk ilişkileriyle sosyalleşmek ve hatta okul sınavlarında bilgisini paylaşmayan (kopya vermek!) akrana kızmak gibi pratikler yaygındı. Öte yandan, Ahilik, Yarenlik ya da İmece/Meci[2] gibi daha köklü ve tarihsel olgulara da gidilebilir. Bu örnekler ile altı çizilmek istenen nokta, toplumsal kültürümüzde ortak sorun veya ihtiyaçlar karşısında birlikte hareket etmek için farklı kimlik ve mekanizmalar kullanıldı. Bunlara fikri açıdan olumlu veya olumsuz bakılabilir ama şüphe edenler siyasi seçimlerden önce büyükşehirlerde bile yöre derneklerinin yeri ve önemini inceleyebilir. Olguları yargılamak veya reddetmek yerine onlardan yola çıkmak daha gerçekçi ve sağlıklı bir yaklaşım inşa etmenin ön koşulu olarak kabul edilmeli.
Krizlerin çok oluşu ve bunları ciddi sonuçlar üretmesi ortak olanları birlikte yönetmeyi zorunlu kılıyor. Ülkemizde bu kültür ve pratiklerin gelişmesine öncü olacak, ilham verecek bazı örnekler mevcut. Nilüfer Kent Konseyi’ne bağlı çalışan Mahalle Komiteleri, Çankaya Kent Konseyi bünyesinde bulunan Semt Meclisleri veya Fındıklı Belediyesi’nin Çalışma Komisyonları gibi
İkinci ortak zemin olarak gündelik yerel hayat ele alınabilir. Hayatlarımızı ister köy/mahalle ister semt ya da şehir düzeyinde olsun coğrafi olan bir alanda ve her gün tekrar eden belirli hareketler ile sürdürüyoruz. Günlük hayatımız nerede ve ne kadar sağlam bir konutta uyandığımız, işe veya okula hangi güzergahtan gittiğimiz, içtiğimiz suyun ne kadar sağlıklı olduğu veya nerede, nasıl bir iş yaptığımıza göre şekilleniyor. Gezegen, ülke, doğa, kültür, ekonomi veya siyaset gibi kavramlar ile soyutlayarak zihnimizde böldüğümüz gerçekler gündelik yerel hayatta birleşiyor, yeniden üretiliyor ve yaşanıyor. Benzer biçimde, krizler de gündelik yerel hayata etkileri ile varlığını hissettiriyor ve sonuçlarını burada gösteriyor. Bu krizlerin kaynağı ister küresel ister ülke sınırları içinde olsun nihai olarak varlığını ve sonuçlarını yerelde, gündelik hayatta ortaya koyuyor. Bu nedenle de krizlerin niteliği, olası ve mevcut etkilerini tanımlamaya da buradan başlamak doğru olan. Söz konusu krizlerin, istek ve iradeden bile bağımsız olarak, müşterek kıldığı durumlar karşısında bir araya gelmek ve birlikte çözümler üreterek hayata geçirmek için yine gündelik yerel hayat zengin bir zemin sunuyor.
İklim değişikliğine bağlı orman yangınları, ekonomik krize bağlı artan uyuşturucu kullanımı veya artan kiralar ile gıda fiyatları yerel koşullara göre değişen sonuçlar yaratıyor. Depreme dayanıksız binaların yıkılması tüm şehrin fiziki, ekonomik ve sosyal sistemini kırıyor. Uygun fiyatlı yemek satan lokantanın kapanması öğrencilerin beslenme kalitesini etkiliyor. Kısacası, gündelik yerel hayat bize hem krizleri hem de fırsatları daha somut, bütünsel ve iyi görme koşulunu sunuyor. Daha da önemlisi ise krizleri öngörmek ve bunlara karşı ortaklaşarak çözümler üretme alanını da veriyor. Ancak, bu alanın uzattığı imkanları yakalamak ve olumlu yönde kullanmak için ara mekanizmalara ve uygun koşullara ihtiyaç duyuluyor. Birlikte tanımlamak ve çözmek ya sivil toplum örgütlenmesi (örneğin yerel dernek) ya da muhtarlık başta olmak üzere belediye ve diğer kamu kurumlarının uygun koşulları sağlaması veya desteklemesiyle olabilir.
Krizlerin çok oluşu ve bunları ciddi sonuçlar üretmesi ortak olanları birlikte yönetmeyi zorunlu kılıyor. Ülkemizde bu kültür ve pratiklerin gelişmesine öncü olacak, ilham verecek bazı örnekler mevcut. Nilüfer Kent Konseyi’ne bağlı çalışan Mahalle Komiteleri[3], Çankaya Kent Konseyi bünyesinde bulunan Semt Meclisleri[4] veya Fındıklı Belediyesi’nin Çalışma Komisyonları[5] gibi kurumsal ve resmi oluşumlar kişilerin kendi gündelik yerel hayatı üzerinde doğrudan etki etmesine yönelik kurulmuş durumda. Bunların ne kadar etkin ve istenilen biçimde çalıştığı ayrı bir değerlendirme gerektirebilir. Ancak, bu tür resmi kurumsal mekanizmaların bulunması büyük önem taşıyor. Bu ve benzer oluşumların yaygınlaşması ve güçlendirilmesi ile aşağıdan yukarıya doğru ve kişisel olandan sivil, toplumsal ve kamusala yönelen birlikte yönetme kültürünü destekleyecektir. Sorumlu ve aktif bireylerin, grupların ve toplumun desteklenmesi ile krizler çağını birlikte yönetmek söz konusu olacaktır.
----[1] Bu atasözünde kullanılan dirlik kelimesi iki anlam taşıyor. İlki, yaşayış ve hayat gibi var olmak anlamına geliyor. İkinci olarak da huzur içinde var olmayı tanımlıyor.
[2] Lazca imece anlamına geliyor.
[3] https://www.niluferkentkonseyi.org/komiteler.php
[4] https://www.cankayakentkonseyi.org.tr/menu/120/semt-meclisleri.html
[5] https://findikli.bel.tr/calisma-komisyonlari/
İlginizi Çekebilir