© Yeni Arayış

Kritik minerallere artan talep küresel eşitsizliği daha da derinleştirebilir

Kritik minerallere artan talep küresel eşitsizliği daha da derinleştirebilir

Kritik mineral kaynaklarının kontrol edilmesi, dünya genelinde hükümetler için öncelikli bir konu haline gelmiş durumda. Fakat madencilik faaliyetleri, düşük ve orta gelirli ülkeler için ciddi riskler oluşturuyor. Çevre ve halk sağlığı için sıkı önlemleri alınmazsa, temiz enerjiye geçişin faydalarından yalnızca ayrıcalıklı bir azınlık yararlanacak Yazar: Tom Achoki    |     Çeviri: Mert Söyler    |       Yazının orijinaline bu linkten ulaşabilirsiniz. Küresel çapta iklim değişikliğiyle mücadele çabaları, fosil yakıtların kullanımını aşamalı olarak azaltmaya ve yenilenebilir enerjiye geçişe odaklanmış durumda. Bu geçişin hızlanması, özellikle yüksek gelirli ülkelerde, piller ve yarı iletken çiplerin merkezini oluşturduğu temiz enerji altyapısı için gerekli olan metaller ve nadir minerallere olan talebi artırdı. Dünya Bankası'na göre, küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelere kıyasla 2°C ile sınırlayabilecek teknolojileri geliştirmek için 2050 yılına kadar üç milyar tondan fazla mineral ve metal gerekecek.

21. YÜZYILIN ALTINI: KRİTİK MİNERALLER VE JEOPOLİTİK REKABET

Yakın zamanda yayımlanan bir makalenin de dikkat çektiği üzere, maden çıkarma haklarını güvence altına almak dünya genelinde politika yapıcıların öncelikli hedefi haline gelmiş durumda. Amerika Birleşik Devletleri ve Çin gibi önde gelen ülkeler, kaynak açısından zengin, sınırlı finansal kaynaklara sahip, genellikle düşük ve orta gelirli ülkelerle stratejik ortaklıklar kurma peşinde. Örneğin, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, elektrikli araç bataryaları için hayati öneme sahip olan kobalt açısından dünya çapındaki en büyük rezerve sahip. ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumuna göre, dünya genelinde çıkarılan kobaltın %70'inden fazlası Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde çıkartılıyor. Fakat, mineral zengini ülkelerde güçlü yönetim ve hesap verebilirlik yapıların eksikliği, madencilikten elde edilen kazançların adil bir şekilde dağıtılmasını engelleyerek toplumları yoksulluğa sürüklüyor ve silahlı çatışmalara neden oluyor. Zengin mineral kaynaklarına sahip Angola, Çad ve Kongo gibi ülkeler; yolsuzlukla, otoriter rejimlerle, askeri müdahalelerle ve iç savaşlarla boğuşmaya devam ediyor. Ayrıca, madencilik faaliyetleri genellikle ulaşımı zor, ıssız yerlerde yapılıyor ve bu bölgelerdeki ötekileştirilmiş topluluklar, güçlü ve deneyimli büyük şirketlere karşı koyacak güçte olmadığı için genellikle şirketleri kayıran anlaşmalara razı oluyor. Bu anlaşmaların hem ekonomik hem de çevresel sonuçları çok ağır olabiliyor. Dolayısıyla, kötü niyetli madencilik şirketleri çevreyi ve yerel toplulukların sağlığını koruma amacı taşıyan düzenlemelere uyum konusunda gerekli koşulları yerine getirmiyorlar ya da düzenlemelere minimum düzeyde uyum gösteriyorlar.

YEŞİL DÖNÜŞÜMÜN SOSYAL MALİYETİ: MADENCİLİK VE İNSAN HAKLARI

Çevreyi, sosyal ve halk sağlığını güçlü bir şekilde korumayan düzenlemeler olmadan, madenciliğin olumsuz etkileri yeşil dönüşümün beklenen ekonomik faydalarını gölgede bırakabilir. Dünya genelinde, sorumsuzca yapılan madencilik faaliyetlerinin neden olduğu sosyal ve çevresel tahribatlar yüzünden geçim kaynakları zarar gören birçok topluluk var. Bu durum devam ederse, temiz enerjiye geçiş tam bir Pirus zaferi olacak. Sadece bir grup ayrıcalıklı insan temiz enerjinin faydalarından yararlanırken, dünya nüfusunun çoğu bu sürecin dışında bırakılacak. Özellikle, madenciliğin denetimsiz bir şekilde yapılması düşük gelirli ülkelerde halk sağlığı açısından büyük riskler oluşturabilir. Ebola ve sarıhumma gibi salgınlar çoğunlukla çevresel tahribatlarla alakalı. Çünkü, çevrenin tahrip edilmesi nedeniyle yerel topluluklar geçimlerini sağlayabilmek için yaban hayatın daha derinlerinde avlanmaya, kaynak toplamaya çıkarak bu tür hastalıklarla çok kolay temas edebilir hale geliyor. Örneğin, 2021’de Stanford Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma, Brezilya Amazonu'ndaki altın madenciliğinin bölgedeki sıtma salgınlarını ciddi oranda artırdığını bulmuştu. Ayrıca, insanların kendi emeği ile ve teknoloji kullanmadan yaptıkları "elemeği madencilik" de dahil olmak üzere madencilik faaliyetleri, çevre kirliliğine yol açarak çalışanların sağlığını hem doğrudan hem de dolaylı olarak olumsuz etkiliyor ve genel verimliliği düşürüyor. Halk sağlığı üzerindeki tüm bu etkilere ek olarak, zararlı madencilik uygulamalarının neden olduğu çevresel tahribatlar, etkilenen ülkelerdeki yerel topluluklar için ekonomik fırsatların azalmasına da yol açıyor. Araştırmalar, denetimsiz madenciliğin gıda üretiminin azalması, kötü beslenme, sosyal kargaşalar, suç oranlarının artışı, büyük nüfus hareketleri ve şiddetli çatışmalar gibi birçok olumsuz sonuca neden olabileceğini gösteriyor. Madencilik faaliyetlerinin geniş kapsamlı etkileri göz önüne alındığında, ulusal hükümetler ve uluslararası politika yapıcılar, küresel tedarik zincirinin tüm aşamalarında savunmasız toplulukları korumak için harekete geçmeliler. Zengin ülkeler vatandaşları için temiz enerji teknolojilerine büyük yatırımlar yaparken, maden zengini ülkeler yeterli önlem alınmazsa ciddi sonuçlarla karşı karşıya kalabilir.

İKLİM DOSTU MADENCİLİK MÜMKÜN MÜ?

Bu durum göz önüne alındığında, maden çıkarımından fayda sağlayan ülkelerin, tüm bu olumsuz sonuçlardan etkilenen toplulukların da temiz enerji dönüşümünden yararlanmasını sağlaması gerekir. Savaş bölgelerinden çıkartılan elmaslara yönelik mevcut küresel düzenlemeler, benzer girişimlerin güvenilirliğini artırmak için kolayca uyarlanabilir. Aynı şekilde, blok zinciri gibi yeni teknolojiler, düşük karbonlu bir gelecek için gerekli minerallerin etik bir şekilde temin edilmesi ve dağıtılması konusunda şeffaflık ve hesap verebilirlik sağlayabilir. Neyse ki birçok paydaş bu sorunun küresel politika gündemine taşınmasının önemini fark etti. Dünya Bankası'nın İklim Dostu Madencilik Girişimi gibi çalışmalar, maden zengini gelişmekte olan ülkelere yatırım yaparak ve teknik destek sağlayarak, madenlerin sürdürülebilir bir şekilde çıkarılıp işlenmesini destekliyor ve sosyal, çevresel etkileri azaltmayı hedefliyor. Benzer şekilde, Dünya Ekonomik Forumu da iş birliğine dayalı risk yönetimini ve uluslararası iş birliğini kolaylaştırarak yeşil dönüşümü desteklemek için yakın zaman küresel bir platform oluşturdu. Tüm bu küresel çabalar umut verici olsa da enerji dönüşümünün ekonomik ve sosyal hedeflerinin uyumlu hale getirilmesi kritik öneme sahip. Bu hedefe ulaşmak için uluslararası karar alıcılar, yeşil projelerin uygulanacağı yerel koşullara uygun olmasını sağlamalı ve maden çıkarımından etkilenen toplulukların projelerin tasarım sürecinde söz sahibi olmasını teşvik etmeliler. Ancak bu şekilde herkesi kapsayan ve sürdürülebilir bir temiz enerji geleceği inşa edebiliriz.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER