© Yeni Arayış

Kötülük öğrenilen bir şeydir

Joachim Trier’in senaryolarını kaleme alan Eskil Vogt’un parlak İskandinav güneşi altındaki karanlık hikayesi Masumlar 2021 yapımı. Hayata dair bakışları sorgulayan filme dair çağrışımlar Türkiye’nin şiddet iklimini anımsatıyor.

Ülkemizde yaşanan pek çok şiddet gösterisi gündemi yakıcı bir biçimde etkiliyor. Kadına, çocuğa, hayvana, savunmasız zayıflara yapılan zalimlik kötülüğün saf hali olarak tanımlanmalı… Filmler kimi zaman hayatın prototipi gibi görünürler.

Otizm belki bir hastalık değil bizim ulaşamadığımız bir iletişim şeklinin ifadesidir.

Bu sahici şiddeti Eskil Vogt’un filminin küçük zalimi Benjamin’in önce apartmanın tepesinden atıp sonra kafasına ayağıyla bastığı kedi sahnesiyle karşılaştırabilirsiniz. 

Benjamin bundan sonra zaptedilmez bir Freddy Krueger’e dönüşüyor.   

3’ü ergenlik öncesinde olduğu için biri ise otizminden ötürü cinsiyetsiz kalmış dört “saf” çocuğun hikayesinin korkutucu ve rahatsız edici pek çok yönü var. Ölümler, öldürmeler, kanlar, tuhaf olaylar. Yine de şiddetin asıl özne ve nesnesinin zahirde gördüğümüz katil ve kurbanlar olmadığını düşünüyorum.

Otizme dair daha fazla kafa yormalıyız. Nasıl oldu da doğa üstü güçlerini zirveye çıkarmış olan Benjamin’i otizmli Anna alt etti.

Otizm bir hastalık mı yoksa görülmeyeni gösteren bir anahtar mı?

Kızdığı herkesi hem de oturduğu yerden yok eden bir zalimin hakkından gelebilecek tek kişinin Otizmli olması bir tesadüf olabilir mi?
Ve Neden otizm bir çocukluk hastalığıdır?

Bütün bu soruların cevabını filmin içinde bulabileceğimizi iddia etmiyorum. Filmin bu cevapları verdiğini de söylemiyorum. Ama insanlık halimize dair acılardan biri olan otizmin belki bir hastalık değil bizim ulaşamadığımız bir iletişim şeklinin ifadesi olduğunun düşünmeye değer olacağına inanıyorum. Bu, filmden cebimize koyduğumuz ilk şey olsun. 

Sineklerin Tanrısı’nda simgeleşen bu fıtrata dayalı kötülük için Masumlar’ın Benjaminide bir prototiptir belki.

MASUMLAR’IN BENJAMİNİ BİR PROTOTİPTİR BELKİ

Merkezinde Lars Von Trier ve Joachim Trier’in olduğu İskandinav doğaüstü hikayeler serisinin en güncel halkalarından biri olan Masumlar’ı Vogt’un da katkı verdiği Telma’yla mukayese ediyorum mecburen.

Telma’nın kör inanca dair bir eleştiri olarak okunmasından yanayım. Hatta onu Mevlana’nın dünyasına yerleştirebiliriz.

Masumlar’ın kanla ve ölümle iç içe girmiş hikayesini sadeleştirdiğimizde karşımıza ne çıkar? Çocukların ya da genel olarak insanın fıtrat olarak kötü olduğuna dair pek çok hikaye biliyoruz. Sineklerin Tanrısı’nda simgeleşen bu fıtrata dayalı kötülük için Masumlar’ın Benjamini de bir prototiptir belki de.

Benjamin’in saf kötülüğü öğrenmesi ve bu kötülüğü uygulamakta tereddüt duymaması bir tesadüf olabilir mi? Kötü birisinin eline geçirdiği gücü kötülük için kullanmasından daha doğal ne olabilir zaten?

Peki her şey bu kadar basit mi?

Kötülük onu tatbik edecek bir aracı bulmak zorunda mıdır her zaman? Ayşe’nin Anna’yaverdiği aracılık hizmeti kötülüğün neden doğrudan hedefinde? Anna hiç ortaya çıkmasa ve kardeşi onun hayatında bir yükten daha farklı bir yeri olduğuna inanmasa işler bu hale gelecek miydi?

2024 Türkiye’si milyon dolarlık evleri satışa sunarken, sokaklarında sahipsiz köpeklerin yaşam mücadelesi veriyor olmasına dair hiçbir tuhaflık bulmuyorsanız kötülüğün köklerine dair hiçbir zaman bir fikriniz de olmayacak demektir. 

İskandinavlar o ince bakışlarıyla çok kültürlü dünyalarında kötülüğün insanların arasına dalabileceği en ince boşluğa bile büyüteçlerini tutmaktan geri duymuyor.

KÖTÜLÜĞÜN DALABİLECEĞİ EN İNCE BOŞLUĞA BÜYÜTEÇ TUTMAK

Yalnız kalmış (bırakılmış) Benjamin için kötü olmayı öğrenmek tek seçenekse onun başka yaşamlara saygı göstermesini de beklemeyin. Otistikler de bu toplumda yalnızdır belki ama onların da bir görevi yeteneği olabilir ve bu yetenekler bazen kötülüğün alt edilmesinde bize yardım eder.

Türkiye neoliberal kapitalizme geçmeden sokak köpeklerine veda etseydi kimse bunu sorgulamazdı?  Bunu belki en vahşi biçimde yapmak da mümkün olabilirdi. Bu ülkenin geçmişinde Hayırsız Ada’ya atılmış köpeklerin hikayesi yok mu?

Ama bugün köpeklerin kafasına kürekle vurarak da ya da çok daha zarif metotlarla da katliam yapamazsınız. Zamanın ruhu size bu hakkı vermez.

İskandinavlar o ince bakışlarıyla çok kültürlü dünyalarında kötülüğün insanların arasına dalabileceği en ince boşluğa bile büyüteçlerini tutmaktan geri duymuyor.

Bizler ise batının sadece iyi yanlarını alalım hastalığının en ağır ve belki terminal evresini geçiriyoruz. Kötülük öğrenilen bir şeydir ve bunu geliştirmek için çok ama çok çalışmak gerekir.

Türkiye kötülüğü tatbik etmenin ihtisasını yaparken İskandinavlar bunun en akla gelmez olasılıklarını bile sorguluyor.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER