© Yeni Arayış

Köpek yoldaşlarımızla birlikte yerelleşmeci bir siyasetin temellerini atabilir miyiz?

Köpek yoldaşlarımızla birlikte yerelleşmeci bir siyasetin temellerini atabilir miyiz?

Bu katliam yasasına direnirken zannedersem yerelleşmeci bir politikanın alternatif pratiklerini yeniden keşfedebileceğimizi hayal edebiliriz. Kapitalist -ya da insanmerkezci- bir dünya dışında ve öncesinde köpeklerle olan sosyalliğimizi hatırlamamızın zamanı gelmedi mi? Köpek katliamına yol açacak yasa Cumhurbaşkanlığı tarafından onaylanarak ve Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Sizi bilmem ama ben köpeklerin, bizim yapamadığımız bir şeyi yapabileceklerini, bütün bastırılmış, kırıma uğramış olanların adına alternatif ve yerelleşmeci bir politikanın kapısını aralayabileceklerini hayal ediyorum. Köpeklerle insanlar olarak, kapitalist modernleşme öncesine ait kolektif bir hafızaya sahip olduğumuz ve -iktidar dışı alanlarda- ortaklaşa bir sosyalliği paylaştığımız için. İlk kurulan –modern- belediyeler köpekleri rakipleri gibi görmüşlerdi. Ama şimdi zannedersem bu rollerini artık değiştirmek zorundalar. Kendi varlıklarını kanıtlamak için insan olmayanlarla karşılıklı ihtimam pratikleri geliştirmek zorundalar. İnsanmerkezci dünyanın nihayetinde, köpeklerin varoluşlarıyla belediyelerinki bir kere daha -ve bu defa çok daha farklı bir biçimde- kesişmiş gibi gözüküyor. Bu defa sorumluluk köpeklerde değil, insanlarda. Müşterek alanlar, yani yoksulların, zanaatkarların, köylülerin, göçmenlerin paylaştıkları ortak yaşarlık alanlarıydı. İktidarların külliyeleri, sarayları gibi değildi. Şehirler tam anlamıyla, tıpkı külliyeler gibi iktidarların temsil alanları içinde değillerdi ve onların kontrollerinin dışındalardı. Bu iktidar dışı müşterek alanlarda köpekler insanlarla sorumlulukları paylaşabiliyor, onların sosyalliğine dahil olabiliyor ve serbestçe yaşayabiliyorlardı.

MODERNLEŞME ÖNCESİ KÖPEKLER İNSANLARIN VE YERLERİN SOSYALLİĞİNE DAHİL OLDULAR

Köpekler insanlık tarihi boyunca insanların yoldaşları oldular. Mekanlarını sınırlandırdılar, güvenliğini sağladılar, atıklarını yok ettiler. Köpeklerin geçmişte müşterek alanlarda bir tür belediye işlevi gördükleri söylenebilir. Tıpkı insanlar gibi ortakyaşarlık alanlarının sorumluluklarını paylaştılar. Kapitalizm ile birlikte, modern belediyecilik hizmetleri kurumsallaşmaya başlayınca tasmasız, yani özgür ama insanlarla birlikte yaşayan, müşterek alanlardaki sorumlulukları paylaşan köpeklere ihtiyaç kalmadı. Onlar özel alanlara kapatılmaları gereken “tehlikeli ötekiler” olarak ilan edildi. Artık mahallelerin sınırlarını çizmek, güvenlik için onlara ihtiyaç kalmadığı için, binlerce yıllık “kontrat” tek taraflı feshedildi. Böylece köpekler kamusal alandan çekildi. Kamusal alanda görüldükleri zaman da korkulması gereken yaratıklar olarak görülmeye başlandı. Köpekler kimileri için “en iyi dostlar” olarak tanındı ve bilindi. Kimileri için de korkulacak yaratıklar. Bunun da tarihi nedenleri belki burada, insan sosyalliğinde ve iktidar biçimlerinde aranabilir. Köpeklerin insanların sosyalliğine, deyim yerindeyse “siyasal tarihi”ne dahil olmalarında. Bu sosyal ilişkiyi tarihi kökenleri itibarıyla ikiye ayırmak mümkün: “Sahipli” köpekler, özel mekanları, evleri, bahçeleri, sürüleri koruyanlar. Diğerleri “sahipsiz” olanlar, yani kapitalist toplum öncesinde müşterek alanlarda bir tür belediyecilik hizmeti yerine getirenler. Modern kamusal alan kavramı ve ilk belediyecilik hizmetleri geçmişteki zenginlerin sarayları, konakları külliyeleri gibi kontrol altında olan bir bütünden kopyalanmıştı Bu yüzden müşterek alanlardaki köpekler zararlı ve tehlikeli yaratıklar olarak görüldü. Müşterek alanlar, yani yoksulların, zanaatkarların, köylülerin, göçmenlerin paylaştıkları ortak yaşarlık alanlarıydı. İktidarların külliyeleri, sarayları gibi değildi. Şehirler tam anlamıyla, tıpkı külliyeler gibi iktidarların temsil alanları içinde değillerdi ve onların kontrollerinin dışındalardı. Bu iktidar dışı müşterek alanlarda köpekler insanlarla sorumlulukları paylaşabiliyor, onların sosyalliğine dahil olabiliyor ve serbestçe yaşayabiliyorlardı. Buna karşılık modern şehirler de birer külliye, kapitalist şehirlere ilham veren “Roma Villası” modelinde ya da soylu sarayı gibi tasarlanmış bir bütüne kolayca dönüşmediler. İstanbul gibi neredeyse bütün şehirler esnek ve melez yapılarıyla, dayanışma ağlarıyla, farklı üretim yapılarını barındırdılar. Ama şehirleri tasarlama idealleri her zaman iktidarlar çevresinde saçaklanan zümreleri güçlerle, yetkilerle ve imtiyazlarla donattı. Soylulaştırma dinamikleri yarattı. Bu model kapitalist toplumla birlikte yaygınlaştı. Yerellikler merkeziyetçi şiddetle askıya alındı. Geçen yüzyıl başında olduğu gibi bugün de köpek katliamı uygulamaları gene merkezi yönetimler tarafından belediyelere yükleniyor, kapitalist dünyanın nesneleştirici -ya da ideolojik- bir yeniden üretim praksisi olarak. Yerelleşmeci, ihtimam pratiklerine dayanan alternatif bir politika geliştirmek için belediyeler ile köpeklerin yollarının -farklı bir yönde de olsa- bir kere daha kesiştiğini düşünüyorum. Günümüzde belediyeler merkeziyetçilik tarafından askıya alınma halinden kurtulmak için bakalım bu defa ne yapacaklar? İnsanmerkezci yönetim modelini sürdürmeye mi çalışacaklar? Yoksa insanlarla insan olmayanlar arasında eşitlikçi, ihtimam pratiklerine dayanan alternatif bir yerelleşmeci politika geliştirmeyi mi hedefleyecekler? Sivil toplum kuruluşları olarak Köpek Katliamı Yasası’na uymayacaklarını açıklamalarını, sivil toplumla birlikte dayanışma içinde direnmelerini talep etmeliyiz, belediyelerden. Ayrıca ortakyaşarlık alanına yönelik bütün tehditlere karşı nasıl işbirlikleri geliştirebileceğini belirlemek için sürekli komiteler oluşturulmasını, ihtimam pratiklerine yönelik eylem planlarının geliştirilmesini istemeliyiz. 

KÖPEKLERLE OLAN SOSYALLİĞİMİZİ YENİDEN HATIRLAMAMIZIN ZAMANI GELMEDİ Mİ?

Tam ben bunları düşünürken Üsküdar Belediye Başkanı bir adım attı ve “yasaya uymayacağını ve bu davranışının CHP’li olmakla değil, insan olmakla ilgili olduğunu, cezasını da çekmeye hazır olduğunu” kamuoyuna açıkladı. Bu kanımca iyi bir sivil itaatsizlik örneği olabilir. Bu çağrının sivil toplumdan gelmesini ve yaygınlaştırılmasını, arkasının doldurulması için uğraş verilmesini diliyorum. Yerel yönetimler sivil toplumla nasıl dayanışma ağları oluşturacaklar? Haklar meselesinin halklar tarafından benimsenmesi için nasıl programlar uygulayacaklar? İnsan olanlar ile insan olmayanlar arasında eşitlikçilik ilişkilerini nasıl geliştirecekler? Sivil toplum kuruluşları olarak Köpek Katliamı Yasası’na uymayacaklarını açıklamalarını, sivil toplumla birlikte dayanışma içinde direnmelerini talep etmeliyiz, belediyelerden. Ayrıca ortakyaşarlık alanına yönelik bütün tehditlere karşı nasıl işbirlikleri geliştirebileceğini belirlemek için sürekli komiteler oluşturulmasını, ihtimam pratiklerine yönelik eylem planlarının geliştirilmesini istemeliyiz. Bu katliam yasasına direnirken zannedersem yerelleşmeci bir politikanın alternatif pratiklerini yeniden keşfedebileceğimizi hayal edebiliriz. Kapitalist -ya da insanmerkezci- bir dünya dışında ve öncesinde köpeklerle olan sosyalliğimizi hatırlamanın zamanı gelmedi mi?

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER