© Yeni Arayış

Komplo teorileri ve post-truth

Komplo teorileri ve post-truth

Yalan ve komplo teorileri çok uzun bir süreden beri siyasi pratiğinin parçası. Ancak post-truth akılcı değerlendirme koşullarını zayıflatmış, sosyal medya komplocu söylemin dolaşım hızını, popülizm ise dünyayı komplolarla açıklamaya olan ihtiyacı arttırmıştır. Bu metinde komplo teorileriyle post-truth arasındaki ilişkiyi sorunsallaştırmayı hedeflemekteyim. Bahsi geçen analiz çerçevesinin olgunlaşması bakımından yalan, hakikat, sosyal medya ve popülizm gibi kavramların da işlevsel bir değerli olduğu ayrıca vurgulanabilir. Bilindiği üzere siyasette yalan-hakikat ilişkisi daha önce de yoğun bir şekilde tartışılmıştır. Aristoteles’ten Machiavelli’ye kadar pek çok düşünür siyasette zorunluluğun rolüne dikkat çekmiş, iyi bir amaç için yalan söylemeyi olumlamıştır. Belki de bu nedenle Arendt’in yorumu şaşırtıcı değildir. Düşünüre göre hakikat ve siyaset birbiriyle uyumlu değildir. Siyasi pratik içinde doğruluk bir erdem olarak sayılmamıştır. Çünkü siyasal özne çıkar veya güç peşindedir. Hakikati söylemek kişiye yarar sağlamaz. Siyasette yalanın rolünü daha incelikli bir şekilde anlatmak da mümkündür. Totalitarizm yalanın hakikatle yer değiştirmesinin en organize şeklidir mesela. Ayrıca kültür endüstrisi koşullarında işlevsel bir niteliğe sahip olan imaj hakikatin yerini bütünsel bir şekilde yalana bırakması haline işaret eder. İmaj iletişim araçları sayesinde iş görür. Post-Truth’un bir ayağının dijital medya epistemolojisi olduğu gerçeği de tartışmaya eklenirse imaj üretim süreçleriyle hakikat sonrası dünya arasında yoğun bir ilişki olduğu görülecektir. O halde şundan eminiz. Siyaset ve yalan hep birlikte var oldu. Ancak post-truth çağında geleneksel doğru-yanlış ikiliği yapı bozuma uğrar. Post-truthdaki “post” hakikatin kendisine meydan okuyan bir içeriğe işaret eder. Ez cümle, “Covid aşısıyla hepimize çip takıldı” gibi bir argüman pekala post truth olmadan da formüle edilebilir. Ama böylesi bir komplocu bakışın bu denli yaygınlaşarak geniş kitleler gözünde tartışılmaz hale gelmesi öznesi popülizm ve dolayım alanı sosyal medya olan post-truth gerçekliliğine çok şey borçludur.   Böyle bir çağda politikacılar kişileri kanıt olmasa dahi belli bir algıya inandırmaya çalışırlar. Kampanyalar, reklamlar ve arzu yönetimi davranışlardaki irrasyonelliği artırır. Siyaset alanı tüketim alanına benzemeye başlar. Hiçbir tartışma düşünsel derinliğe sahip değildir. Verilen her mesaj kısa, yüzeysel ve vahşi bir nitelikte popülerleşir. Gerçekliğin önemsizleştiği post-truth evreni popülizm ve sosyal medya etkinliğiyle de yakından ilgilidir. Popülizm, özellikle de sağ popülizm rasyonel olmayan içeriklerin siyasi malzeme olarak kullanılmasını kolaylaştırmaktadır. Bugünün Türkiye’sindeki pek çok yaygın komplo teorisi formu sağ popülist iktidarın kendini yeniden üretmesini sağlayan söylem setleri olarak iş görmektedir. Sosyal medya ise yanıltıcı malzeme, yalan haber ve kullanılmış içeriklerin büyük bir hızla yayılması sağlayan ana iletişim aracıdır. Nihayetinde şöyle bir yargıya varabiliriz: Yalan ve komplo teorileri çok uzun bir süreden beri siyasi pratiğinin parçası. Sadece Masonlar ve Yahudilerle ilgili komplo teori anlatıları bile böylesi bir düşünme tarzının kadim niteliğini ortaya koyacaktır. Ancak post-truth akılcı değerlendirme koşullarını zayıflatmış, sosyal medya komplocu söylemin dolaşım hızını, popülizm ise dünyayı komplolarla açıklamaya olan ihtiyacı arttırmıştır. Ez cümle, “Covid aşısıyla hepimize çip takıldı” gibi bir argüman pekala post truth olmadan da formüle edilebilir. Ama böylesi bir komplocu bakışın bu denli yaygınlaşarak geniş kitleler gözünde tartışılmaz hale gelmesi öznesi popülizm ve dolayım alanı sosyal medya olan post-truth gerçekliliğine çok şey borçludur.  

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER