© Yeni Arayış

Köktentürkçü popülizm versus Yesevi Türklüğü

Köktentürkçü popülizm versus Yesevi Türklüğü

1911 ve 1945 arası, köklerine dönmek öze dönmek üzerine Tarih, Alman aryan oryantalistlerin kaynakları üzerinden yeniden alternatif olarak okundu. Mitler, efsaneler keşfedildi. Ergenekon, börü veya bozkurt gibi. Pagan ve Aryan teorisi karakterinde olan bu tarih yazılımı ile üretilen Türk karakteri, Yesevi-Bektaşi karakterinde olan insani ve tasavvufi akışta doğudan batıya akan bir Türk karakteri ve misyonuyla ana çelişkiyi teşkil ediyordu. Euro 2024 Futbol Şampiyonası başarılarımız hepimiz için ortak bir coşku ve kıvanç vesilesi oldu. Fakat bozkurt işareti tartışmaları ise biraz tadımızı kaçırdı. Bu tartışma mevcut heyecanı ülke adına ortak bir aidiyet coşkusunun devamı yerine, zorla toplumun bir kısmını “ya sev ya terk et” mantığı ile ötekileştirmeye çevirmekte. Malum tarihsel semboller bir felsefenin veya hikayenin şekillerle kodlandırma biçimi. Adeta bir felsefenin matematik ile ifade edilmesi gibi. Ancak bu semboller kullanıldıkları yere, zamana ve kişiye göre de farklı anlamları ifade etmekteler. Elle yapılan bozkurt işareti bir Orta Asyalı Türkolog açısından farklı, Afrin’de görev yapan kendini Mete hana benzeten bir güvenlik görevlisi için farklı, Hakkari’de dağa yazılan “Ne mutlu Türküm diyene” yazısının gölgesi altında yaşayan Kürt vatandaş için farklı son olarak da aynı yazının Beşparmak dağına yazıldığı Lefkoşa’daki bir Kıbrıs Türkü için de farklı anlamlar ifade etmekte. Sadece milli bir eğlence ve latife düzeyinde kalması gereken Avusturya milli futbol maçı kutlamaları-zaferimiz çok ciddi ve değerli kabul edilen akademisyen bazı üst bürokratlar tarafından ise II. Viyana bozgunumuzun rövanşı olarak adledilmekte. Ülkenin bekası için hukuk ve ekonominin öneminin hiç olmadığını izhar eden siyaset anlayışı ise işi UEFA müsabakalarından da çekilip dolaylı içe kendimize kapanma sürecimizi hızlandırmamızı önermekte. Toplumun ciddi bir kesimi de bu irrasyonel komediye iltifat etmekte. Mahalleli ise uzun süredir bulamadığı derin komployu bundan keşfetmenin hazzını yaşamakta. İletişimde ve sporcunun uluslararası görgü eğitiminde sınıfta kalan TFF ise yetersizliğinin ayrı bir örneğini sergilemekte. Osmanlı malum kendini resmi olarak da hep doğu Roma imparatorluğunun varisi kabul etti. Çift başlı kartal bu durumun simgelerinden biriydi. Kurucu ve ana bedeli ödeyen unsur Türk asabiyesiydi. Ancak sistem emperyal karakterde olmak zorundaydı. Milletler sistemi buna göre kurulmuştu. İmparatorluk siyasal olarak hep batıya doğru stratejisini üretti. Julius Evola gibi modernizme karşı neo-paganist ve elitist Aryan teorilerini savunan Avrupa radikal aşırı sağının teorik arka planda rolü olan filozoflar, ideolojik nasyonalist köktenci yaklaşımın önemli temsilcileriydi. Şu an bizdeki İslam’dan ayrıştırılmış Orta Asya mitleriyle oluşturulmuş Şamanist-pagan karakterdeki inşa edilen ideolojik Türklük, Evola’nın köktenci yaklaşımından oldukça etkilenmiş gözükmekte.

EVOLA’NIN KÖKTENCİ YAKLAŞIMINDAN ETKİLENMİŞ BİR TÜRKLÜK

İmparatorluk-kurucu unsur önce Hıristiyan sonra da Müslüman (Kürtler hariç) unsurların kopmasını yaşayınca içeriden bazı arayışlar yüzünü Orta Asya’ya köklerine çevirdi. Türk yurdu dergisi ve Türk ocağı kurulması-1911 dönüm noktasıydı. Ogün ve bugün dahil hala ciddi bir gurup batının bizi Anadolu’dan süpürüp anayurdumuz Orta Asya’ya göndermek istediği kaygısını taşımaktaydı. Artık devlet içinde bir gurup aydın ve bürokrat İmparatorluğun kurucu unsurunun kendi ideolojisini üreterek kendi varlığının sürdürmesi gerektiğini kabul etmişlerdi. 1911 ve 1945 arası, köklerine dönmek öze dönmek üzerine Tarih, Alman aryan oryantalistlerin kaynakları üzerinden yeniden alternatif olarak okundu. Mitler, efsaneler keşfedildi. Ergenekon, börü veya bozkurt gibi. Pagan ve Aryan teorisi karakterinde olan bu tarih yazılımı ile üretilen Türk karakteri, Yesevi-Bektaşi karakterinde olan insani ve tasavvufi akışta doğudan batıya akan bir Türk karakteri ve misyonuyla ana çelişkiyi teşkil ediyordu. Julius Evola gibi modernizme karşı neo-paganist ve elitist Aryan teorilerini savunan Avrupa radikal aşırı sağının teorik arka planda rolü olan filozoflar, ideolojik nasyonalist köktenci yaklaşımın önemli temsilcileriydi. Şu an bizdeki İslam’dan ayrıştırılmış Orta Asya mitleriyle oluşturulmuş Şamanist-pagan karakterdeki inşa edilen ideolojik Türklük, Evola’nın köktenci yaklaşımından oldukça etkilenmiş gözükmekte. Buna biz” Köktenci Türkçülük” tanımını verebiliriz. Bu köktencilik diğerleri gibi antiemperyalist, mitolojik altın çağına geri dönüş yollarını arayan, yozlaşmaya karşı ve diğer görüşlere toleranssız karakterde. Ayrıca köktencilik doğası gereği irrasyoneldir de. Kendi kimliğinin tehdit altında olduğunu hissederek onu-köklerini kutsayan bu yaklaşım, doğasında şiddet ve yıkıcılığı da barındırmaktadır. Bu arada bizdeki 1940’ların Kökten Türkçüleri ile şimdiki popülist köktencilik arasındaki bazı nüans farkları olduğunu da hatırlatmak lazım. Köktenci-Türkçü popülizmi din gibi siyasetin bir aracı olarak mesleksiz işsiz genç kitleler üzerinde kullanmak pek iyi niyetli olmayan ve tehlikeli bir iştir. İçeride ve dışarıda ötekileri, zorunlu düşmanları yaratmak aklın işi değildir. Sadece bir gurup lümpen mesleksiz çıkarcı politik kabilenin işidir.

KÖKTENCİ-TÜRKÇÜ POPÜLİZMİ TEHLİKELİ BİR İŞTİR

1860’larda Paris’te esprileri ile tanınan diplomatımız Keçecizade Fuat başa III. Napolyon temsilcileri ile konuşurken malum “zamanımızın en güçlü devleti Osmanlı devletidir zira siz dışarıdan biz de içeriden yıkmayı başaramıyoruz” diyordu. Namık Kemal’in de benzer bir diyaloğundan söz edilir. Tarihten bu kesitler adeta bize bugün bu kadar ayrımcı ve ötekileştirici dil-söylem ve kutuplaştırmaya rağmen, hala nasıl ortak aidiyetimizin yok olmadığının hayretini yaşatmakta ve mutlu etmekte. Köktenci-Türkçü popülizmi din gibi siyasetin bir aracı olarak mesleksiz işsiz genç kitleler üzerinde kullanmak pek iyi niyetli olmayan ve tehlikeli bir iştir. İçeride ve dışarıda ötekileri, zorunlu düşmanları yaratmak aklın işi değildir. Sadece bir gurup lümpen mesleksiz çıkarcı politik kabilenin işidir. Bırakın mitolojik sembollerimizi üniversiteler ve Turan kurultaylarımızda birlikte eylenerek değerlendirelim. Türk akrabalarımız- dünya ile hemhal vesilesi kılalım. Oğuz han, Dede Korkut, Sarı Saltuk, Yesevi, Hacı Bektaş ve Yunus Emre zincirini kırmayalım. Bu geçmişimizin “Ağyarımız ötekimiz yoktur bizim” felsefesine birlikte sahip çıkalım. Bize bayrağımız, milli marşımız, tarihimiz ortak sevinç ve hüzünlerimiz yetmez mi?

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER