© Yeni Arayış

Tanpınar’a Huzur Yok | 27. Bölüm | Kıyametin son alameti

Tanpınar’a Huzur Yok | 27. Bölüm | Kıyametin son alameti

Feci yorulmuştum. Damarlarımda yakıcı bir kimya terkibi hızla deveran ediyordu. Nefes nefeseydim. Yüreğim zangırdıyor. Elimin tersiyle alnımdaki teri sildim. Ömrümde ilk kez yumruk yumruğa kavgaya girmiştim. Bu kadar zevkli olduğunu bilseydim, gençliğimde de birileriyle kapışır, etrafı kırıp dökerdim… 

Dedektifin gayesi suçluyu yakalamaktır, kahramanlık etmek değil.

[DASHIELL HAMMETT, 1894-1961, Türk Sokağı’ndaki Ev]

Tanpınar’a Huzur Yok romanın ilk tefrikasını okumak için buraya tıklayınız. İçime, hiç tanımadığım cinsten, hurafevi bir korku yerleşmişti. Ben kavga edemem ki!.. Bugüne dek hep kendi kendimle çatıştım. Kalem’i ne hücum ne de müdafaa silahı saydım. Kendinden başka herkesi haklı bulan biri nasıl dövüşsün?.. Birazdan fena kötek yiyeceğim. Nastasya Filippovna da şahitlik edecek! Yâ Rabbim, bu ne rezalettir! Acaba pencereden atlayıversem… canıma kıymak daha ehven görünüyor. “Şair intihar etti” derler. Hiç değilse itibarım kurtulur?.. “Siz biraz… endişeli misiniz?” Nastasya’nın bir gözünden merak, diğerinden şaşkınlık okunuyor. “Yo, ne münasebet. Gayet iyiyim.” “Lütfen merak buyurmayınız. Hiçkimse sizi altedemez. İcabında, ki buna lüzum kalacağını sanmıyorum, sizin safınızda memnuniyetle savaşırım.” Boş bulunup “Dört kişiler” dedim “talim görmüş muharip askerler!” “Siz de İstanbul beyefendisiniz.” Merhum Bahtiyar Kont araya girdi: “Ve şanlı bir hafiyesiniz. Tabir caizse, feriştahına takla attırırsınız alimallah!” İçimden “Hafiyelik başka, cengaverlik başka” diye geçirdim. GÜM! GÜM! GÜM! İsrafil’in yaverleri kapımı yumrukladılar. Sûr üflenmeden önceki ikazın sedası. Kıyametin son alameti! Nastasya Filippovna geriye doğru bir vals adımı attı. Dayak yemekten ziyade mağlup edilmekten korkuyordum. Kadını kendimden soğutacak, hayaleti sükutuhayale uğratacaktım. Belki kedim de benden utanır ve evi terk eder… Kapı kolunu tuttum. Dizlerimin bağı çözüldü. Lakin korkunun ecele faydası yok… *** İnsan azmanı dört adamın ortasında duruyordum. Bahtiyar ile Nastasya kenarda yanyana dikiliyorlar. Azrail tavlada pencüdü [beş-iki] atmış gibi… Komandolardan biri, ürkütücü sesiyle sordu: “Ahmet Hamdi Taypınar sen misin?” “Tanpınar” diye düzelttim “Soyismim, Tanpınar.” Adamlar fısıltıyla teatiye koyuldular. Doğru kişiyi haşat edeceklerinden emin olmak istiyorlardı besbelli. O esnada Bahtiyar Kont yanıma sokuldu ve düpedüz çılgınca bir teklifte bulundu. Komando öfkeyle haykırırken havayı yumruklayarak sert adımlarla bana yaklaşıyordu: “Hayyyaaaaa!” Gardımı alıp bekledim. Göğsüme doğru hamle yaptı. Geri çekildim. Üstüste iki sol-direkt vurunca burnundan kan fışkırdı. Sersemlemesini fırsat bilip sağ-direkti gözüne yapıştırdım. Sendeleyerek başını pencerenin ahşabına çarptı ve devrildi.  *** Karşımdaki askerin hücumunu kenara çekilerek savuşturdum. İkincisi atıldı ve açık eliyle boynuma bir karate darbesi indiriyordu. Sol kolumla bloke ederken eğilip çenesine bir aparkat patlattım. Ayakları yerden kesildi ve duvarın dibine sırtüstü düştü. Patırtıdan ürken Haydut mutfağa kaçtı. Üçüncü, zıplayarak döner-tekme salladı. Eskivle tekmeden kurtuldum ve adamın dönüp doğrulmasıyla daha da şiddetlenen bir kroşe indirdim şakağına! Feleği şaştı. Nastasya Filippovna heyecanla irkiliyor, iniltiye benzeyen küçük çığlıklar atıyor ve arada ellerini çırpıyordu. Dördüncü, öfkeyle haykırırken havayı yumruklayarak sert adımlarla bana yaklaşıyordu: “Hayyyaaaaa!” Gardımı alıp bekledim. Göğsüme doğru hamle yaptı. Geri çekildim. Üstüste iki sol-direkt vurunca burnundan kan fışkırdı. Sersemlemesini fırsat bilip sağ-direkti gözüne yapıştırdım. Sendeleyerek başını pencerenin ahşabına çarptı ve devrildi. İlk asker, çalışma masamın önünden fırlayıp üstüme atladı. Sol yumruğumu avuçlayıp, iman tahtasına dirseği geçirdim. Bir kemik çatırtısı duyuldu ve zavallı komando nakavt oldu. Dövüşün şiddeti, galip gelmeme rağmen beni dehşete düşürmüştü. Gazi unvanını hak-eden askerler, neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Üçü, açık kapıdan sendeleye sürüne çıkıyordu. O sırada çok acayip bir şey oldu: Sarışın dilber, duvar dibinde yatan zebellayı yakasından ve kemerinden tutup saman balyası gibi dışarı fırlattı! Merdivenlerden tangır tungur yuvarlanan adamın kesik haykırışları apartmanda yankılandı! Ben de feci yorulmuştum. Damarlarımda yakıcı bir kimya terkibi hızla deveran ediyordu. Nefes nefeseydim. Yüreğim zangırdıyor. Elimin tersiyle alnımdaki teri sildim. Ömrümde ilk kez yumruk yumruğa kavgaya girmiştim. Bu kadar zevkli olduğun bilseydim, gençliğimde de birileriyle kapışır, etrafı kırıp dökerdim… *** Hayalet dostum “Size, boksla uğraştığımdan bahsetmiştim ilk mektubumda. Şimdi… ben sizin bedeninize geçeceğim ve siz de benim hareketlerimi taklit edeceksiniz, anlaştık mı? Sizin yumruklarınızla boks yapacağız. Sadece hızlı hareket etmeye bakınız” demişti. Gövdesini benim gövdeme yerleştirdi, sol ayağını öne attı ve yumruklarını kaldırdı. Onun ritmine uydum. İçimde dinamit patlamıştı sanki. Bahtiyar Kont süratle atılırken, aniden çekilirken, yumruklarını savururken ona anında yetişiyordum. Hatta bazen adeta insiyakla, hissikablelvukuyla, dejavu çarpıntılarıyla, sadmeleri Bahtiyar Bey’den evvel indiriyordum. Fréquence’sımız tutmuştu, résonance halindeydik. Dövüşten ziyade, hareketli bir dans gibiydi. İki kişiydik fakat tek bedendeydik. Göz açıp kapayıncaya kadar dört komandoyu hakladık!.. Bahtiyar Kont’u tanımaya vefatından sonra devam ediyordum. Shakespeare hayranıydı ve karatecilere bile temiz bir sopa çekebiliyordu. *** Bahtiyar Kont’u tanımaya vefatından sonra devam ediyordum. Shakespeare hayranıydı ve karatecilere bile temiz bir sopa çekebiliyordu. “Kapışmada yenmek için, mahsusçuktan kavga ettiğimizi ve rakibin bana dayak yeme sözü verdiğini düşünürüm. Böylece işim kolaylaşıyor” diye izahta bulundu. Neşesi yerindeydi: “Cinayette, öldürülen haklıdır. Kavgada ise dayak yiyen haksızdır. Velhasıl bu tantanadan alnımızın akıyla çıktık. Tebrik ediyorum üstat. Ve affınıza sığınıyorum: Hepsi benim yüzümden oldu… Sayenizde vartayı ucuz atlattık. Çetin-cevizmişsiniz meğer.  Şampiyon gibi dövüştünüz!” Temkinli adımlarla odaya giren Haydut’a bir bakış attıktan sonra, Nastasya Filippovna’ya döndüm: “Kusura bakmayınız. Huzurunuzda böyle bir arbedenin cereyan etmesi…” Nastasya, sadece deminki patırtıya değil, mazinin tüm dertlerine çizgi çeken tebessüm eşliğinde öyle bir şey söyledi ki, zıpkın yemiş gibi kalakaldım: “Çetin-cevizmişsiniz meğer. Şampiyon gibi dövüştünüz Ahmet Hamdi Bey.” Çariçe Filippovna, hayaleti duyuyor muydu?!..

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER