© Yeni Arayış

Kitlesel kıyımlarla iç içe bir kent

Kelle Kulesi’nde 952 kafatası yer alıyormuş ama zamanla aileler gömebilmek için duvardan kafataslarını toplamışlar, elli kadar kalmış. Şimdilerde bu vahşet anıtının üstünü bir şapelle örtmüşler.Niş’te kitlesel cinayet mekânları hariç görülecek bir şey yok.Bir şehir için pek olumlu bir özellik sayılmasa gerek.

İstanbul’dan Sırbistan’ın en büyük üçüncü şehri olan Niş’e uçuş süresi birbuçuk saat ama sağ olsun Sırbistan Cumhurbaşkanının yeni bir terminal açacağı tutmuş, uçakta üç saat rötar var.

Cumhurbaşkanı terminal açacak diye uçuşları iptal etmek de neyin nesi?

Niş’teki havaalanının adı Büyük Konstantin -ama bizim ölçeklere göre bu havaalanının büyüklükle hiç alakası yok.

Büyük Konstantin’i biz İstanbul’u kuran imparator diye biliriz ama burada, anlaşılır sebeplerle, “Ortodoksluğu seçen ilk imparator” unvanı öne çıkarılmış.

Doğum yeri burası olduğu için Konstantin şehrin medarı iftiharı.

Niş’in meydanı ya da alışveriş caddesi söz etmeye değmeyecek yerler. Ama meydan hisara açılıyor; hisar ise önce hamama, sonra da büyük bir parka. Bir on dakika kadar yürüdükten sonra Kızıl Haç adlı toplama kampına varacağız. Belgrad’daki toplama kampı Sajmiste’den geriye pek bir şey kalmamıştı ama Kızıl Haç öyle değil, o korkunç zulüm senelerinde neler yaşandığını bir parça da olsa hissetmenizi sağlıyor.

NİŞ’TE KIZIL HAÇ ADLI TOPLAMA KAMPI

Fakat Niş, derme çatmalığıyla Konstantin’in adına yaraşır bir kent gibi gözükmedi bana.

Niş’in meydanı ya da alışveriş caddesi söz etmeye değmeyecek yerler.

Ama meydan, hisara açılıyor; hisar ise önce hamama, sonra da büyük bir parka.

Parkın içindeki Bali Bey Camii’nin içi harap, daha doğrusu zevksiz bir çağdaş sanat galerisine dönüştürülmüş.

Bir on dakika kadar yürüdükten sonra Kızıl Haç adlı toplama kampına varacağız.

Belgrad’daki toplama kampı Sajmiste’den geriye pek bir şey kalmamıştı ama Kızıl Haç öyle değil, o korkunç zulüm senelerinde neler yaşandığını bir parça da olsa hissetmenizi sağlıyor.Her toplama kampı gibi sonsuz acılarla çevrilmiş olsa da en büyük firar girişimlerinden birinin başarılması Kızıl Haç’ı diğerlerinden ayıran önemli bir özelliği.

Naziler, asayişi sağlamak için acımasız misillemeler yapmaktan imtina etmemişlerdi.

Kızıl Haç’ta da böyleydi: Mahkûmların yaraladığı her Alman askerine karşılık içlerinden ellisi, öldürdüğü her Alman askeri içinse yüzü kurşuna dizilecekti.

Nazilerin ölüm makinesi her zamanki gibi olanca hızıyla çalışmaya devam ederken, Kızıl Haç’taki mahkûmlardan ikisi -Partizanlardan Branko Bjegovic ve Yugoslav ordusundan Vule Vukasinovic- firar planlarını en ince ayrıntısına kadar hesaplamışlardı.

Şartlar elvermediği için birkaç kere erteleseler de 12 Şubat’ta firar etmeye karar verdiler çünkü 13’ü sabaha karşı yeniden bir toplu kıyım yapılacağını haber almışlardı.

Muhafızlarla aralarında çıkan arbede esnasında yüz küsur mahkûm kamptan firar etmeye başardı.

Kaçamayanlar için durum daha da feciydi; Naziler gözleri dönmüş biçimde kitlesel katliama girişmişlerdi.

Kızıl Haç’taki mahkûmları üç sene boyunca kafileler halinde Bubanj tepesine götürüp öldürüyorlardı -bugün orada bir anıt yer alıyor.

Kızıl Haç’ta mahkûmların kaldıkları hücreleri, günlük hayatın nasıl olduğunu, ne gibi işkencelere maruz bırakıldıklarını görüyorsunuz.

Aradan seksen sene geçmiş olsa da toplama kampından çıktığında insan tepetaklak oluyor.

TOPLAMA KAMPINDAN ÇIKTIĞINDA İNSAN TEPETAKLAK OLUYOR

Kamptaki bilgilerden öğrendiğime göre, 2 Aralık 1942’de ikinci bir firar girişimi olmuş.

Ama çok az sayıdaki firari de birkaç gün içinde yakalanmış.

Kızıl Haç’ta mahkûmların kaldıkları hücreleri, günlük hayatın nasıl olduğunu, ne gibi işkencelere maruz bırakıldıklarını görüyorsunuz.

Hayli asap bozucu olsa da sabırla dolaştım.

Mesela, bir yer var, papyonları dizmişler sıra sıra.Önce anlamıyorsunuz, toplama kampında rengârenk papyonların ne işi var diyorsunuz, ama sonra o papyonların öldürülenlere ait olduğu bilgisiyle sarsılıyorsunuz.

Sarı yaka yıldızları, kol bantları, Mathausen’dan getirilmiş bir mahkûm üniforması…

Sonra çocuklara, kampta doğan bebeklere dair bilgiler…

Hepsi öldürülen mahkûmların -saptanabilenlerin- adlarının yazıldığı bir odada son buluyor.Aradan seksen sene geçmiş olsa da toplama kampından çıktığında insan tepetaklak oluyor.

Niş’in en büyük bahtsızlığı ölümle iç içe yaşaması sanırım.Kentte görülmeye değer iki yer var; biri bu toplama kampı diğeri ise Kelle Kulesi.

Savaşın veçhelerini uzun uzun anlatmayacağım; Sırplar, Osmanlı’ya isyan ediyorlar.1800’lerin ilk on yılındayız, milliyetçilik ateşi her yanı kavuruyor -zamanın ruhu.

Ama en sonunda Hurşid Paşa gelip Sırp asilerin isyanını bastırıyor.Asilerin başı Stevan Sindzeliç, Osmanlı ordusuna daha fazla karşı koyamayacaklarını anlayınca cephaneliği havaya uçurmaya karar veriyor.Hem kendisi hem ordusu ölüyor, ama Osmanlı da epey bir asker kaybediyor.

Buraya kadar alışılmadık bir şey yok gibi gözükse de Hurşid Paşa’nın verdiği emir Çegar’daki bu savaşı başka bir yere taşıdı.

İsyancıların kafalarının kesilmesini ve ibretiâlem için bir duvarda sergilenmesini emretti.Kelle Kulesi’nin ortaya çıkış hikâyesi bu.

Kelle Kulesi’nde 952 kafatası yer alıyormuş ama zamanla aileler gömebilmek için duvardan kafataslarını toplamışlar, elli kadar kalmış.

Şimdilerde bu vahşet anıtının üstünü bir şapelle örtmüşler.

Niş’te kitlesel cinayet mekânları hariç görülecek bir şey yok.Bir şehir için pek olumlu bir özellik sayılmasa gerek.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER