Kırmızı Kart popülizmi
SİYASETKırmızı Kart söylemini ilk duyduğumda bende yine benzer düşünceler oluştu. “Bu -sözde- kampanya ilgili birimlerden nasıl geçti de onaylandı? Kimse de ‘Bu yaptığımız halkta çok da karşılığı olacak bir söylem değil.’ Demedi mi?” diye kendi kendime çok hayıflandım. Çünkü bu hamle Sayın Erdoğan ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nin şu an en çok ihtiyacı olan şeyi sağladı belki de: Popülist siyasetin can damarı “seçkinler-ezilen halk” argümanı ve karizmatik otoriter lider.
Popülizm, benim de uzunca süren okumalarımın ana konusu oldu aylarca. Hayatımda en çok keyif alarak yaptığım işlerin başını çeken ‘tez yazma süreci’mde “popülizmle yatıp popülizmle kalktım.” diyebilirim. Hatta çok kıymetli bir hocamın söylediği “Öyle bir konu seçin ki teziniz için arkadaşlar, çünkü tezin sonuna geldiğinizde muhtemelen o konudan nefret eder duruma geleceksiniz.” Sözünü hiç unutmam. Çünkü bende hiç öyle olmamıştı. Aksine, ben popülizmi okudukça okudum, müptelası oldum.
Neden?
Çünkü popülizm dediğimiz kavram üzerine zaten o kadar çok fikir vardı ki hepsini okumak, hepsinin üzerine kendi kafamın içinde tartışmak ayrı bir tez konusu olabilirdi. Yalnız, okudukça da popülizm denilen belanın biraz da günahının alındığını fark ettim kendi “çap”ımda. Çünkü bu popülist söylem dediğimiz şeyi hayatın her alanında görüyorduk zaten. Sadece siyaset değil kendi ikili ilişkilerimizde dahi; en yakın arkadaşımızla girdiğimiz bir sohbette, sevgilimizle yaptığımız kavgada, alışveriş yaptığımız manavda-bakkalda, yeri geliyordu çocuğumuz bile bize popülist söylemlerde bulunuyordu yaşına başına bakmadan. O nedenle bütün suçu popülizm kavramının kendisine atmak ne derece doğruydu, ben halen kafamda bunu tartışırım.
Karar verebildiğim tek konu ise popülizmin, uygulandığı kitleye göre reaksiyon veren bir söylem üretim aracı olduğu.
Yani, bu ne demek?
KIRMIZI KARTLAR YÜKLENİYOR…
Yazılarımı yazarken yaşadığım rol çatışmasını asgariye indirmeye çalışıyorum, çünkü hem bir yandan aktif siyaset yapmaya çalışıp hem de öte yandan gündemi objektif şekilde eleştirebilmek bazen zor olabiliyor. Fakat sonradan da şunu düşünüyorum: Zaten eleştirdiğim şeye ait olmadığım için diğer taraftayım. Yalnızca biraz acımasız bir dil kullanıyorum, sanırım.
Ve evet, gelelim geçtiğimiz hafta hepimizi şoke eden, nasıl bir zeka potansiyelinden çıktığını anlayamadığımız, benim bir de iletişimci olarak hayranlıkla (!) bakakaldığım ve en nihayetinde Sayın Erdoğan’ı da “dumur”a uğrattığını öğrendiğimiz “Kırmızı Kart” vakasına. Sanırım Türkiye siyasetinde son dönem görüp görebileceğimiz en “popülist” söylemlerden biri bu oldu.
Sol siyasetin, siyaset yapma araçlarından mesela “X şehrinden Y şehrine yürümek.”, “Z Meydanında oturma eylemi yapmak.”, herhangi bir gösteri sırasında “halay çekmek” gibi popülist söylemleri bana hem çok işi boş hem de her zaman -çok afedersiniz- komik gelmiştir. İnsanların sözcüklere döktüğü durumlar ile davranışları arasındaki tutarsızlığın bizi kendi özel hayatımızda dahi ne kadar rahatsız ettiğini bir düşünelim. En basitinden, “Emekli aç.” Diye sloganlar attığınız bir gösterinin devamında siz onlarca kişi “halay”a durursanız, bu sizin inandırıcılığınızı zedeler. Ciddiye alınma potansiyelinizi en aza indirir. Detaylar; gerçeklerin gizli olduğu o ufacık yerler. Algının tam da istediğiniz yere geldiği durumlarda “halay”a durmak sizin hikayeyi en baştan yazmanıza neden olur. “Halay” burada bir metafor, yerine ne koymak isterseniz koyabilirsiniz. “Ama halay burada tepkisel bir eylem.” Diyenleriniz olacaktır. Halay tepkisel bir eylem olabilir fakat insan beyni algılama açısından “Bu eylem tepkisel mi?” diye düşünmüyor ne yazık ki. Durumlar karşısında “Limbik” sistemin hızlıca devreye girdiği bir mekanizma, ‘Beyin’ dediğimiz. Kabaca şunu demek istiyorum: Rakip taraf zaten sizi ciddiye almamak için herhangi bir neden aramakta ve siz de bunu onlara vermektesiniz.
Kırmızı Kart dediğimiz metafor da tam da böyle bir durumdu geçtiğimiz hafta. Bazı reklamlar izleriz televizyonda. Ve deriz ki “Bu reklam bütün ilgili ekipten nasıl ‘Olur’ almış da buralara kadar gelmiş?” Eminim bu cümlemi okuyunca içinizden birçoğunuz “Evet ya!” demiştir. Kırmızı Kart söylemini ilk duyduğumda bende yine benzer düşünceler oluştu. “Bu -sözde- kampanya ilgili birimlerden nasıl geçti de onaylandı? Kimse de ‘Bu yaptığımız halkta çok da karşılığı olacak bir söylem değil.’ Demedi mi?” diye kendi kendime çok hayıflandım. Çünkü bu hamle Sayın Erdoğan ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nin şu an en çok ihtiyacı olan şeyi sağladı belki de: Popülist siyasetin can damarı “seçkinler-ezilen halk” argümanı ve karizmatik otoriter lider.
Kırmızı Kart söyleminden sonra Sayın Erdoğan’ın gençlik yılları ve futbolcu kimliği basında hızlıca yeniden ve yeniden üretilmeye başladı. Kendisinin hayli yaş aldığı ve fiziki olarak çok da zinde görünmediği şu dönemde herhalde Adalet ve Kalkınma Partisi kendisi düşünse o ‘eski günler’i durup dururken bu şekilde gündeme getiremezdi.
‘Pardon’* filminde çok sevdiğim birkaç replikten biridir: “Düşünüyor da düşünüyor nasıl gülüyor insan.” Neredeyse kafa kafaya verilmiş de: “Ne yapsak da yapsak Tayyip Bey’in karizmatik otoriter lider imajını yeniden bu halka hatırlatsak?” denmiş gibi, değil mi? İnsan gerçekten hayret ediyor. Bu hamlenin Sayın Erdoğan’ın o “parlak” dönemlerine atıf yaptığı gibi kendisinin ne kadar halktan ne kadar da “bizden” biri olduğunu bizlere yeniden hatırlattığı da ortada. Sayın Özel’in bu argümanı ayrıca Sayın Erdoğan’ın halk tarafından çok sevilen ve hiçbirimizin inkar edemeyeceği o “nüktedan” özelliğini de bir kez daha bize hatırlattı. Kendisinin bu Kırmızı Kart hamlesi karşısında dumura uğradığını belirtmesi, hiç şüphesiz ki hepimizin yüzünde ister istemez bir tebessüme neden oldu. Zaten biz 80 kuşağı da, Z kuşağı da Sayın Erdoğan’ın tabiatıyla “nükteci” bir kişilik olduğu konusunda hemfikiriz diye düşünüyorum, bana katılmayan varsa o meşhur “Mezarlıklarda şu an yoğun çalışma var.” Videosunu açıp izlesin lütfen. Verdiği cevaplar keskin bir humor zekasının ürünüdür. Ve bu sözde “sürpriz” Kırmızı Kart vakasının karşısında, Beştepe’nin kapalı kapıları ardında çok daha ilginç -ve benim hayli merak ettiğim- yorumlar yaptığını da düşünmekteyim.
Başa dönecek olursak, işte sol popülist siyasetin başarısızlığının en somut ve güncel örneklerinden biri de bu Kırmızı Kart vakasıdır kanımca. Televizyon kanallarında bunca “Her şeyin uzmanı” varken popülizm üzerine tez yazmış bir Siyaset Bilimi uzmanı olarak bu yorumu yapmayı, eh biraz da hak görüyorum kendimde naçizane. Sol popülist söylemlerin hitap ettiği kitlenin bu söylemlerden dolayı aksiyon alma olasılığı maalesef ki çok düşük. Türkiye’deki sol siyasi partilerin en büyük yanlışı ise bu durumun nedenini psikolojik veya sosyolojik nedenlerde değil siyasi nedenlerde araması.
Kısaca, Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidar tabanı veya kararsız seçmeni etkilemek için oluşturmuş olduğu bu Kırmızı Kart kampanyası yine dönüp dolaşıp Sayın Erdoğan’ın golü ile sonuçlandı.
Önümüzdeki maçlara bakalım.
--
*Pardon (Film): 2005 yılı, Yazar: Ferhan Şensoy, Oyuncular: Ferhan Şensoy, Rasim Öztekin, Ali Çatalbaş
İlginizi Çekebilir