© Yeni Arayış

Kıbrıs’ı anlamak ama nasıl?

Türkiye’de Kıbrıs üzerine laf söyleyenlerin ezici çoğunluğu Ada’yı kendi iç meselelerinde araçsal kılma gayretiyle tartışıyor konuyu.

Kıbrıs çeyrek asır önceki o süreçte önemli dosyalardan biriydi ama artık çok daha önemli bir dosya. Türkiye’deki siyasi aktörlerin ve onların bağlı oldukları siyasi yapıların yeni değişim dinamiklerinde Kıbrıs okumasını ezberlerden kurtularak yapması şarttır.

Kıbrıs’la Türkiye ilişkilerinde on yıllardır çözülememiş ya da aşılamamış en önemli mesele, Türkiye’de Kıbrıs’la ilgili doğru sanılan bilgilerin çoğunun yanlış olması ya da moda tabirle söyleyelim “yerleşik algının” doğru olmamasıdır.

Peki neden böyle bu? Çünkü Türkiye’de Kıbrıs üzerine laf söyleyenlerin ezici çoğunluğu Ada’yı kendi iç meselelerinde araçsal kılma gayretiyle tartışıyor konuyu. Böyle olunca da Kıbrıs, tarafların o anki siyasi gündemine göre istismar edilebilir bir nesne durumuna indirgeniyor. 

Mesela AKP uzun süredir Kıbrıs’ı yalnızca kendi ideolojik hedeflerine uygun biçimde ele alıyor ve kamuoyunu kendi belirlediği bu zeminde tartışmaya yönlendiriyor. Bunun son örneği de Ada’da -Türkiye’nin aksine- hiçbir zaman olmayan bir türban tartışmasının başlatılması ve bunun bir sorun olarak sunulması. 

Halbuki AKP, iktidarının ilk döneminde Kıbrıs’ı Türkiye’deki müesses nizamdan daha iyi okumuş ve buna göre adımlar atmıştı. 1974’ten beri Kıbrıs’a en çok ve doğru yatırımları yapan hükümetlerin AKP hükümetleri olması da bu bakış açısının sonucuydu. Aynı zamanda 1974 sonrası Türkiye’deki iktidar partileri içinde KKTC’ye uluslararası siyaset anlamda değer katan ilk partiydi AKP. 

Sonrasında AKP de Kıbrıs sorununu kendisinden önceki iktidarlar gibi yalnızca bir güvenlik konusu olarak, Henry Kissinger’ın strateji ve jeopolitik kavramlarıyla yaklaşılması gereken bir “mikro mesele”olarak görmeye başlayınca işler değişti. Geldiğimiz noktada, Ada’nın gelmiş geçmiş en büyük yatırımlarından biri olan Türkiye’den su getirme projesini hayata geçirmeyi planlayan da AKP, böylesine önemli ve devasa bir projeyi demokrasi açığıyla ve suni tartışmalarla kimlik tahribatı yaratarak yıpratan da AKP.

Türkiye’deki siyasi elitlerin Kıbrıs’a yaklaşımının en problemli tarafı Kıbrıslı Türkleri yok sayması, onların ne düşündüğünü öncelikler arasına koymamasıdır. Halbuki bir an durup düşünseler Kıbrıslı Türklerin 5 asırdır kimliğini, dilini, dinini korumak için mücadele ettiğini görürler. Üstelik Kıbrıslı Türkler bu mücadeleyi kimi zaman Osmanlı Devleti’nden ya da Türkiye Cumhuriyeti’nden en küçük bir destek almadan sürdürmüşlerdir. Ama ne yazık ki Türkiye’de Kıbrıslı Türklerin kimliğine, kimi noktalardaki farklılığına tahammül edemeyen, onlara tepeden bakan ve güvenmeyen bir yaklaşım egemendir. Ve bu bakış açısı yalnızca sağ iktidarlara, sağ partilere has değildir. Mesela Mustafa Kemal Atatürk’ün kafasındaki medeni, demokrat ve laik Türk tipinin Kıbrıs’ta zaten çoktandır var olduğunu Türkiye’de laikliğin patentini kendisinde gören CHP bile anlamış değil henüz. Çünkü CHP de Kıbrıs’ı belli kalıplar ve anlayışlar çerçevesinde yaklaşılması gereken bir güvenlik sorunundan ibaret görüyor ve Kıbrıslı Türkleri önemsemeyen, onlara tepeden bakan bir anlayışa teslim oluyor. 

Dünün eğilimleri ve dinamikleri üzerinden şimdinin yapılarını doğru analiz etmek kolay değildir. Ada’yı gerçekten doğru analiz etmek isteyenlere işe Kıbrıslıları anlamaya çalışarak başlamalarını öneririm.

Türkiye’deki iktidarlara ve muhalefetlere sirayet etmiş bu güvensizlik ve yukardan bakış açısı yüzünden Kıbrıslıların seçimlerini bile demokratik biçimde yapmasına müsaade edilmiyor. İsteniyor ki Kıbrıslı Türkler hep Ankara’nın sevdiği oğlanları işbaşına getirsinler. Bu tutumun yarattığı demokrasi açığının Kıbrıs sorunu müzakerelerindeki siyasi eşitlik iddiasını sıfırlayan bir mesele olduğunu kimse görmüyor bile. KKTC sözde bağımsız devlet ama halkının kimleri seçeceğine başka bir başkent karar veriyor. Sonra da KKTC’yi tanımayan Türk devletleri neden Kıbrıs Cumhuriyeti’nde büyükelçilik açıyor diye hayıflanıyor, bir yığın yanlış atıfla tartıştığımız konuyu tüketiyoruz.

Biz boş tartışmalarla türban gibi suni gündemlerle uğraşaduralım, dünyanın saati tıkır tıkır işliyor ve fazla zamanımız yok. 

Türkiye’nin 1999-2001 yıllarında yaşadığı büyük türbülansa benzer bir süreç yaşadığını düşünüyorum. Öcalan’ın yakalanması, Erdoğan’ın cezaevine girip çıkması, 17 Ağustos 1999’daki büyük deprem, 2001’deki ekonomik kriz… O büyük türbülans yalnızca aktörleri değil, siyasi süreci baştan aşağı değiştirecek büyük bir değişim dinamiği yaratmıştı. Belli ki önlenemez yeni bir değişim kapıda.

Kıbrıs çeyrek asır önceki o süreçte önemli dosyalardan biriydi ama artık çok daha önemli bir dosya. Türkiye’deki siyasi aktörlerin ve onların bağlı oldukları siyasi yapıların yeni değişim dinamiklerinde Kıbrıs okumasını ezberlerden kurtularak yapması şarttır.

Dünün eğilimleri ve dinamikleri üzerinden şimdinin yapılarını doğru analiz etmek kolay değildir. Ada’yı gerçekten doğru analiz etmek isteyenlere işe Kıbrıslıları anlamaya çalışarak başlamalarını öneririm. Çünkü Kıbrıs gibi önemli bir toprak parçasını üzerinde yaşayan, Türkiye’den farklı siyasi gündemleri ve eğilimleri olan bu ahaliyi anlamadan Doğu Akdeniz’de istikrar ve barış inşa etmek mümkün değildir.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER