© Yeni Arayış

Kaybedilen seçim sonrasında ve düzelmeyen ekonomik gidişat içinde nasıl gündem değiştirilir?

Kaybedilen seçim sonrasında ve düzelmeyen ekonomik gidişat içinde nasıl gündem değiştirilir?

Hiç beklenmedik biçimde, büyük kentlerin belediyelerinin “iyi çalışmadıklarını” göstermek için her olguyu haber yapan iktidar medyasının ortaya atmış olduğu “sokak hayvanları” sorunu, iktidar partisinin yeni ve önemli bir gündem değişikliği kokusu almasıyla en ön plana ittirildi. Türkiye’de birden “sokak köpekleri”, ortadan kaldırılması gereken bir tehlike olarak AKP içinde hummalı bir yasa değişikliği hazırlığına yol açtı. 31 Mart seçimleri iktidar açısından önemli bir dönemeç oldu. Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerini, tahminlerin hilafına kazanan (ve bu aşamada İYİ Parti’nin müstafi başkanından beklenmedik bir destek alan) iktidar, ilk defa yurt çapında bir seçimde çok ciddi bir darbe yedi. Belediyecilikten gelen kadroları ile, büyük kentleri yirmi yıldan fazla bir süre elinde tutan AKP ve lideri, bu seçimde, geçen seçimde yitirdikleri büyük şehirleri geri alma emeliyle kampanya yaptı, ancak hiç beklemediği boyutlarda bir darbe yedi. İlk kez AKP birinci parti olma konumunu yitirdi.  Bu darbeden sonra, iktidarın ve Cumhurbaşkanı’nın bir durum tespiti yaptıkları ve muhtemelen de bir dizi saptamayı ortaya koydukları fevkalade muhtemel. Bunların neler olduklarını da tahmin etmek çok zor değil: İktidarı kaybetmek gibi bir durum katiyen kabul edilemez (22 yıllık tek parti iktidarının “devri sabık” yaratılmadan gücü devretmesi ve barışçıl, dingin bir “demokratik görev değişikliği” yapılması mümkün görünmemektedir). Ekonomik önlemler, yapılan (ancak kamuoyu nezdinde katiyen kabullenilmeyen) çok ciddi yanlışların hızla düzelmesi için yeterli olmamaktadır, dolayısı ile zamana ihtiyaç vardır. Zaman geciktikçe, yapılan tüm tekziplere rağmen bir “erken seçim” baskısının oluşması ve kamuoyunda destek bulması ihtimali güçlenmek istidadındadır. Bu saptamalardan hareketle, enflasyonun düşüşündeki yavaşlık da göz önüne alınarak, kamuoyunu ve esasen de muhalefet partilerini uğraştıracak, ancak iktidarı da çok yıpratmayacak ciddi gündem değişikliklerine ihtiyaç ortaya çıktı. Bunların ne olabileceği başta Cumhurbaşkanı, iktidarın üst katmanlarınca muhtemelen ayrıntılı düşünüldü. Akla ilk gelen, 1981 Anayasası ve onun değiştirilmesi oldu. Bugün dek yirmiye yakın değişikliğe uğrayan, tamamen Cumhurbaşkanlığına bağlı bir sistem haline getirilen Anayasa metnini “canım bunu askeri idare hazırlamıştı, oysa sivil bir anayasa ne iyi olur” türünde bir yaklaşımla yeniden ısıtıp gündeme oturtmayı iktidar ve çevreleri hemen denedi. İktidardaki AKP ve MHP dışında kimsenin itibar etmeyeceği açık olan bu girişim, kamuoyunda neredeyse hiç yer tutmadı, nerede ise hiç etki yapmadı.  Bunun yanı sıra, her defasında Anayasa değişikliği yapmanın Türkiye’deki demokratik standartları yükseltmek bir yana, giderek bir hukuk devletinde kabul edilemeyecek raddelere gerilettiği de halk yığınları tarafından anlaşıldığı için, böyle bir girişim ciddi etki yapmadı. Gene de bu girişimlerin sürdürüleceği ve TBMM’de ciddi mesai harcanacağı ihtimal dahilinde bulunuyor. Ancak hem geniş bir kamuoyu oluşturacak hem de toplumun nerede ise her kesimini ilgilendirecek, daimî olarak sorulan “ne olacak bu hayat pahalılığı, enflasyon, asgari ücret, emekli aylıkları” sorusundan uzaklaştıracak daha çarpıcı bir gündem yaratılması da giderek aciliyet kazandı. Karşınızdaki, hayatını sürdürmek için çok zor koşullarda mücadele veren, aç, çoğu zaman hastalıklı hem insanlardan hem de kendi hemcinslerinden kötü muamele gören bir hayvansa, onun hayatını sonlandırmayı “ötanazi” olarak nitelemek en hafifinden insanların aklıyla alay etmektir.

İNSANLARIN AKLIYLA ALAY ETMEK

Hiç beklenmedik biçimde, büyük kentlerin belediyelerinin “iyi çalışmadıklarını” göstermek için her olguyu haber yapan iktidar medyasının ortaya atmış olduğu “sokak hayvanları” sorunu, iktidar partisinin yeni ve önemli bir gündem değişikliği kokusu almasıyla en ön plana ittirildi. Türkiye’de birden “sokak köpekleri”, ortadan kaldırılması gereken bir tehlike olarak AKP içinde hummalı bir yasa değişikliği hazırlığına yol açtı. Gündeme düşen bu gelişmeler, diğer muhalefet partileri ve sivil toplum örgütlerini harekete geçirdi. Bir “Kitlesel katliam” ufukta görüldüğü için, AKP sözcüleri bu terimi kullanmamaya aşırı önem verdiler. Onun yerine, söz konusu derdini anlatamayan hayvanlar olduğu için, hiçbir anlam ifade etmeyen “ötanazi” önerildi. Ötanazi, iyileşemeyecek ve çok acı çekmekte olan kimi hastaların, kendi istekleriyle hayatlarına son verilmesini tanımlayan bir terim. Kimi Avrupa ülkelerinde yasak, kimilerinde serbest ve uygulanıyor. Burada esas olan, hastanın kendi iradesi ile, acısız biçimde hayatına son verilmesini seçmesi ve uygulanmasını istemesi… Kimi bitkisel hayata giren hastalar için de en yakını veya yakınlarının iradesi ile gene hayatlarına son verilebiliyor. Karşınızdaki, hayatını sürdürmek için çok zor koşullarda mücadele veren, aç, çoğu zaman hastalıklı hem insanlardan hem de kendi hemcinslerinden kötü muamele gören bir hayvansa, onun hayatını sonlandırmayı “ötanazi” olarak nitelemek en hafifinden insanların aklıyla alay etmektir. Köpeklere “ötanazi istiyor musun” diye sorularak, alınacak cevaba göre hareket etmeyi mi düşünüyor bu sistemin mucitleri? Köpek havlarsa hayatta kalmayı tercih etti, hırlarsa tamam ötanazi istedi mi denecek? Daha önce kısırlaştırmayı ve barınaklara almayı denedik, ancak sonuç alamadık ifadesi de hiçbir doğruluk payı içermiyor. Var olan hayvanları koruma yasaları yeterli, ancak uygulanmıyor. İstanbul kedilerinin yaşamı, insanların onlara gösterdikleri dikkat ve sevgi, dokümanterlere konu olabiliyor. Bu açıdan gerçekten gelişkin demokratik toplumlar gibi davranmak, o standartlarda yaşamak isteyen çok önemli bir şehir nüfusu bulunuyor. Ancak sadece iyi niyet, sevgi ve bir dizi gönüllü kuruluş, bu hayvanların toplumla ilişkilerinin sağlıklı olmasını sağlayacak düzeyde değil. Yasaların gerçekten uygulanabilmesi için kadro, altyapı ve bütçe gerekiyor.

KADRO, ALTYAPI VE BÜTÇE

Türkiye Cumhuriyeti’nde, hiçbir dönemde sokak hayvanları nüfusuna yönelik, hayvan sayısına uygun ölçüde bütçesi ve kadrosu olan bir aşılama, kısırlaştırma veya barındırma ve eğitme kampanyası yapılmadı, yapılamadı. Son yıllarda Büyükşehir Belediyeleri, hayvan hakları yasalarına uygun olarak özellikle kedi ve köpek nüfusuna karşı çok daha insancıl yöntemler geliştirmeye çalıştılarsa da, barınakların halinin nasıl bir felaket olduğu, Konya’da kafasına kürek vurularak katledilen köpekler örneğinde görüldü. Bu canlıların hiçbiri seçmen değil, sivil toplum olarak da seslerini ancak “insan” vasfına gerçekten layık az sayıda kişinin uğraşması ile duyurabiliyorlar. Hiçbir kamu ya da yerel yönetim, ciddi bütçeler ve kadrolar isteyecek, nerede ise toplumun tüm kesimlerinin desteğine ihtiyaç duyacak bir yaklaşım önermiyor. Yapılan (az sayıda ve güvenilirliği bilinmeyen) kamuoyu yoklamaları, insanların bu hayvanların katledilmesine büyük ölçüde karşı olduklarını gösteriyor. Genelde, tehlike arz edecek özellikle sokak köpeklerinin barınaklarda tutulması ve eğitilmesi isteniyor. Ne o kapsamda barınak var ne de o eğitimi verebilecek vasıfta veteriner ve hayvan psikologları istihdam ediliyor. İktidarın yasayı değiştirerek yüzlerce, binlerce hayvanın katledilmesine yol açacak bu girişimi için, muhalefetten yasanın korunmasını, “yerinde yaşat” ilkesinden vaz geçilmemesini savunuyor. Meclis’te son derece gergin tartışmalara ve itişmelere sahne olan bu konuda, muhalefetin edilgen olduğunu söylemek büyük haksızlık olur. Ancak sorun, sadece meclis tartışmalarıyla halledilecek gibi değil. Şimdi tartışmalar bu seviyeye geldiğinde, genel olarak “insanlar için yeteri kadar kreş yokken, sokak köpekleri için beş yıldızlı otel mi yaptırılmasını önereceksiniz” görüşü ortaya atılır. Kreş ve ana okulu ihtiyacının çok ciddi bir sorun olduğu, giderek büyüyen kent nüfusu açısından kanayan bir yara haline geldiği ortada, ne var ki “insanca” bir yaşam için, bir sorunu ötekinin karşısına koyarak bir yere varamayacağımız da açık. Toplum, kedi ve köpekler açısından çok değişti. Bundan 40 yıl önce, belediye çöpçüleri sokak köpeklerini (veya tasmalı, sahipli, ama o an yalnız bulunan köpekleri) en acımasız zehirle zehirler, hayvanlar saatlerce ihtilaçlar içinde can çekişir, konu komşu çığlıklarına dayanamayıp yoğurt yedirmeye çalışmazsa korkunç acılar içinde ölüp giderlerdi. Hasta kedilerin yüzüne bakılmaz, hatta hayvan nefreti taşıyan kimi münasebetsizler taş atarak öldürürlerdi. AKP bu sorunu “ötanazi” ile halletmeye çalışadursun, tarihte hayvan kıyımı yaparak siyasal ve ekonomik sorunları halletmek isteyen çok çıktı, her biri ayrı bir felaketle sonuçlandı. En bilinen örneklerden biri de Mao Zedong’un Çin Halk Cumhuriyeti’nde rekolteyi arttırmak için yaptığı dahiyane girişimdir.

DAHA ÖNCE DE DENENDİ

Bugün, birkaç on yıl öncesine bakıldığında, toplum bambaşka davranıyor. İstanbul kedilerinin yaşamı, insanların onlara gösterdikleri dikkat ve sevgi, dokümanterlere konu olabiliyor. Bu açıdan gerçekten gelişkin demokratik toplumlar gibi davranmak, o standartlarda yaşamak isteyen çok önemli bir şehir nüfusu bulunuyor. Ancak sadece iyi niyet, sevgi ve bir dizi gönüllü kuruluş, bu hayvanların toplumla ilişkilerinin sağlıklı olmasını sağlayacak düzeyde değil. Yasaların gerçekten uygulanabilmesi için kadro, altyapı ve bütçe gerekiyor. AKP bu sorunu “ötanazi” ile halletmeye çalışadursun, tarihte hayvan kıyımı yaparak siyasal ve ekonomik sorunları halletmek isteyen çok çıktı, her biri ayrı bir felaketle sonuçlandı. En bilinen örneklerden biri de Mao Zedong’un Çin Halk Cumhuriyeti’nde rekolteyi arttırmak için yaptığı dahiyane girişimdir. 1958 yılında Mao, özellikle tarım alanında gelinen seviyeyi yeterli bulmamaktaydı. Bunun nedeni, Çin’deki küçük ve aileler tarafında işletilen tarım birimlerinin yok edilmiş olması, yerine köylerin birleştirilerek 20-30 bin kişilik kolektif tarım kent/köyleri kurulmuş olmasıydı.   Sovyetler Birliği’nin Kolhoz/Sovhoz sistemi örnek alınarak hazırlanan bu sistem, köylüyü bir nevi devlet memuru haline getirerek rekoltelerde beklenen artış bir yana, eski düzeyi dahi yakalayamayan bir performansa neden olmuştu. Sistemin yanlış olduğu kabul edilemeyeceğine göre, yoldaş Mao’nun dirayetli yönetiminde, tarım politikalarının önemli bir bileşeni olarak “dört zararlı ile mücadele” kampanyası başlatıldı. Bu dört zararlı, kara sinek, sivri sinek, fare ve serçe olarak seçildi.  Neden serçe dendiğinde, bu ufak kuşların hayatta kalmak için her gün yedikleri darı ve tohum sayısı hesaplanmış, eğer serçeler yerine bu tahılları Çinliler yer ise yaklaşık yüzde on mertebesinde bir tahıl rekoltesi tasarrufu yapılabileceği düşünülmüştü. Serçelerin nasıl yok edileceği ayrı bir merak konusu olarak belirdiğinde, bu ufak kuşların sadece kısa uçuşlar yapabildiği, dinlenmesi gerektiği, eğer dinlenemez ise bir zaman sonra bitap düşüp yere yığıldığı gözlemlendi. Aylar boyunca (bu kampanyanın iki yıl sürdüğü tahmin edilmektedir) mesai saatleri dışında ve tatil günleri, Çinliler çıngıraklar ve sair gürültü çıkaran aletlerle serçe avına çıktılar, yüzbinlerle, belki milyonlarla küçük kuş çuvallara tıkılıp nehirlere atılarak ortadan kaldırıldı. İki yılın sonunda küçük kuşların sadece darı ve tohum değil, esas olarak böcek yedikleri anlaşılabildi, böcek nüfusunun inanılmaz artışı yüzünde rekoltenin dörtte biri mahvoldu, yaratılan kıtlık ve açlık, kimi kaynaklara göre 30 milyon kadar nüfusun kırılmasına sebep oldu. Çin hükümeti bugün de bu rakamları ve ölümleri yalanlamakta olduğu için gerçeği muhtemelen hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Ezcümle, hayvan kıyımı hiçbir iktidara yaramamıştır, gündem değiştirmek kısa vadede ilginç bir siyasi manevra olabilir, ama masum hayvanları katlederek siyaset yapmak kimse için ne tarihte ne değişik coğrafyalarda hiç hayırlı olmamıştır.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER