© Yeni Arayış

Kartalkaya ve Merkez/Yerel yetki paylaşımında vesayetin yok ediciliği üzerine

Kartalkaya Felaketi, Merkezi İdare ve Yerel Yetki paylaşımında “yerindenlik” ilkesinin tartışılmasını kaçınılmaz kılarken,  5393 sayılı Belediye Kanununun 3. Maddesinde yer alan  “belediye; belde sakinlerinin yerel ortak nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ve karar organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan, idari ve mali özerkliğe sahip kamu tüzel kişisi” olarak tanımlanmasının ne anlama geldiğini yeniden yeniden ele almak zorunda olduğumuzu bizlere acı bilançosu ile hatırlatmaktadır.

Temel sorun, Merkezi İdarenin Yerel ile yetki paylaşımı açısından merkez lehine ağır bir vesayetin olması, yerel yönetimlerin, yerindenlik ilkesi dediğimiz hizmetin en yakın yetkili yerden alınmasının tersine, yerelin elinin ayağının bağlanmasında yatmaktadır.

Hepimizi derinden sarsan Kartalkaya yangın felaketi, feci bir biçimde yaşamını yitirenlerin henüz defin işlemleri tamamlanmadan, sorumlu arayış telaşı ile, suçlu kim tartışmasının politik kutuplarca savunma ve salvolarına dönüştü. Kültür ve Turizm Bakanlığı, idari sorumluluğunu “yangın” nedenselliği ile Bolu İl Özel İdaresi ve Bolu Belediyesine yıkarak ulvi katta kalıp merkezi idarenin sorumsuzluğuna sığınmayı tercih etmiş görünüyor.

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy, CNN TÜRK canlı yayınında[1], otelin İşyeri Açma Ruhsatı belgesini İl Özel İdaresinden aldıktan sonra Bakanlığın turizm belgesi açısından inceleme yaptığını, yangın belgesi sorumluluğunun da Bolu Belediyesinde olduğunu özellikle belirtiyor.

Bizce, sorunun bam teli tam da burada başlamakta? Merkezi İdare adına Kültür ve Turizm Bakanlığı vesayet yetkisini kullanarak yerelde olması gereken yetki ve sorumlulukları, Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgeleri (KTKGB) adıyla merkeze toplayarak yerelin yetki ve sorumluluğunu ortadan kaldırmaktadır.  16/3/1982 tarihli ve 17635 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu, ilk önce 1/8/2003 tarihli ve 25186 sayılı Resmi Gazete ’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4957 sayılı Kanun ile, sonrasında ise 18/7/2021 tarihli ve 7334 sayılı Kanun ile adı geçen bölgelerin tamamı Belediyelerin her türlü denetim ve müdahalesine kapalıdır. Üstelik bu kararı gerekçelendirirken :

“Bahsi geçen bölgelerin ülkenin doğal, tarihî, arkeolojik ve sosyo-kültürel turizm değerleri ile turizm potansiyeli dikkate alınmakta, mülkiyet, altyapı ve çevre gibi konular için de çözüm önerileri getirilmekte ve sistemli bir yapılanma sağlanmaktadır.

Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgeleri sadece bir sınır belirleme işlemi olmayıp aynı zamanda söz konusu sınırlar içinde yapılacak planlama, tahsis gibi yetkilerin de önceden belirlenmiş hedefler ve ilkeler doğrultusunda kullanılmasını içermektedir.”  denilmektedir.[2]

Yani Bakanlık, “belirlediğim bölgelerde planlama, tahsis bendedir” diyor. “sistemli bir yapılanma sağlanmaktadır” derken planlama ve tahsisten öteye “yapılanma ” yetkisine de vurgu yaparak merkezi idarenin bütünsel  kural koyuculuğundan bahsetmekte.

Bu yazı tarihi itibari ile

Kent Turizmi 19, Kış 28, Yayla 26,  Termal 56,  Kıyı 79,  Motor Sporları 1,  Turizm Kenti 2, İnanç 3, Kültür 5, Doğa 7, Golf 9, diğer 2 olmak üzere TOPLAM 237   Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi bulunmaktadır. [3]

Bakanlık bununla da yetinmeyerek, Belediye Belgeli Otel, Apart Otel, Pansiyon, Motel, Tatil Köyü, Kamp, Kıyı Kenarda tüm Lokanta, Bar, Kafe, Plaj Tesisi (Beach Club) gibi işletmelerine 28.07.2021 tarihinde yürürlüğe giren 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’nun Geçici Madde 11 hükmü kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Basit Konaklama ve Plaj İşletmesi Turizm İşletmesi Belgesi alma zorunluluğu getirmiştir.  Bakanın ifadesi ile bütün Türkiye’de Turizm İşletmeli Belgeli Tesis sayısı 7005, Belediyelerden alınan Basit Konaklama Belgeli Tesis sayısı 14 523 olmak üzere toplamda 25 908 otelden bahsediyoruz. Yapılan denetimlerde de 4380 belge iptal edilmiş.  Yatak kapasitesi ise toplamda 1.942.699 adete ulaşmış. [4]

Şimdi yazının başındaki bam teli dediğimiz temel soruya gelebiliriz: Bütün konaklama tesislerinin sorumluluğunun merkezde toplanması ile Türkiye’nin dört bir tarafına dağılmış işletmelerin denetlenmesi mümkün mü?  Bu denetim için merkez ve taşrada devasa bir denetim ordusu kurulma zorunluluğu dışında, bu işletmelerin İşyeri açma ruhsatı için Büyükşehir ve İlçe Belediyeleri, İllerde İl Özel İdareleri ve İtfaiye Uygunluk Belgesi için İtfaiye Teşkilatları ile yasa ve yetki nedeniyle kurulması zorunlu ilişki, dağılmış bir yetki karmaşıklığını da ilave getirmektedir.

Temel sorun, Merkezi İdarenin Yerel ile yetki paylaşımı açısından merkez lehine ağır bir vesayetin olması, yerel yönetimlerin, yerindenlik ilkesi dediğimiz hizmetin en yakın yetkili yerden alınmasının tersine, yerelin elinin ayağının bağlanmasında yatmaktadır. Kültür ve eğitim kodlarımıza “merkezi idarenin doğal hakkı, yetkisi ve müdahalesi” olarak işlenmiş olan vesayet, merkezi idarenin omurgasını oluşturan bürokrasinin davranış refleksi olarak genel kabul görüyor. Tam da bu yüzden yerel yönetimlerin, yerel temsilden aldığı yetkiyi yerinde hizmet olarak sürdürmesini sağlamak için, başta anayasa olmak üzere, yasa ve yönetmeliklerle sıkıca sarmalanan vesayet yetkisini sorgulamak, Kartalkaya Yangın Felaketi nedeni ile bu merkezi idare sargısını yeniden ele almamız gerekiyor.

Burada Kartalkaya yangını nedeni ile dile getirdiğimiz, Merkezi İdarenin yerel yönetimler aleyhine ağır vesayeti yalnızca bu yangın felaketi çerçevesinde ele alınmakla birlikte, belirtmeliyiz ki sırf turizme değen yasa ve yönetmelikler ile yerel yönetimler adeta yok sayılmıştır

YEREL YÖNETİMLER ADETA YOK SAYILMIŞTIR

Hukuki ve idari (takiben mali vesayet), tanımı gereği, merkezi idare ile yerel yönetimler arasında idari bir bütünlük sağlamayı hedeflese de, merkez-yerel karşılaştırmasında, buyurgan merkezin birincil, ona itaat etmesi beklenen yerelin ise ikincil hatta şube gibi algılandığı hiyerarşik bir ilişki biçimi doğurmuştur. Gerek merkezi olarak alınan bağlayıcı kararlar, gerekse denetim mekanizması, bu hiyerarşinin iki temel aracıdır. Genel idarenin kapsamı içinde yer alan ve merkezi yönetimle taşra teşkilatı arasında bağ kuran "bürokratik hiyerarşi" ise, Belediye Belgeli İşletmelerin Bakanlık bünyesine alınması örneğinde olduğu gibi giderek artan ve her türli felakete çık bir denetim mekanizmasıdır.

Burada Kartalkaya yangını nedeni ile dile getirdiğimiz, Merkezi İdarenin yerel yönetimler aleyhine ağır vesayeti yalnızca bu yangın felaketi çerçevesinde ele alınmakla birlikte, belirtmeliyiz ki sırf turizme değen yasa ve yönetmelikler ile yerel yönetimler adeta yok sayılmıştır. Başlıcalarını sayarsak:

2960 Boğaziçi Kanunu,

2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu,

2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu,

3621 sayılı Kıyı Kanunu,

3998 sayılı Mezarlıkların Korunması Hakkında Kanunu,

4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu,

5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması Kanunu,

4691 sayılı Teknoloji Bölgeleri Kanunu,

4737 sayılı Endüstri Bölgeleri Kanunu,

4046 sayılı Özelleştirme Kanunu,

5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması Kanunu,

5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu,

Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca 22.02.2018 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Otopark Yönetmeliği,

6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Kanunu ile, belediyelerin varmış gibi görünen imar yetkileri Merkezi İdarenin vesayet zinciriyle sarıp sarmalanmıştır.

Çevre, altyapı ve planlama ilkeleri gözetilmeden verilen inşaat ruhsatları, plansız ve kuralsız yapılan inşaatlar kentleri ve ruhsat verilen yerleri  beton yığınlarına çeviriyor, doğal alanların tahrip edilmesine ve çevresel sorunların artmasına yol açıyor. Özellikle yeşil alanların yok edilmesi, hava kalitesinin düşmesi ve su kaynaklarının kirlenmesi gibi olumsuz sonuçlar, günümüzün sıradan bir gerçeğine dönüşmüş durumda.

TOKİ ve Çevre Bakanlığı tarafından verilen ruhsatlarla yapılan büyük ölçekli inşaat ve konut projeleriyle, genellikle yüksek katlı ve yoğun yerleşim birimleri oluşturuluyor, bu da ruhsat verilen yerlerdeki nüfus yoğunluğunu artırarak altyapı ve trafik sorunlarına neden oluyor. Bu projelerle, örneğin askeri alanlar konut projesi alanına dönüştürülerek, kamuya ait alanlar gitgide azaltılıyor, kentsel mekânlar özel mülkiyete dönüştürülüyor.

Bütün bunlara, merkezi idarenin yerel yönetimler üzerindeki vesayetinin, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu, 2886 ve 4734 sayılı İhale Kanunları ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile perçinlendiğini de eklememiz gerek.

Yukarıda yürürlükteki kanun ve yönetmeliklerden örneklerle ortaya koymaya çalıştığımız gibi, bugüne kadarki bütün yerelleşme çabalarına rağmen, “Güçlü Devlet” ilkesinin bir uzantısı olan “vesayet” anlayışının, Osmanlı’dan günümüze, gücünden neredeyse hiçbir şey yitirmeden taşındığını söyleyebiliriz. Belediyelerde reform adına çıkarılan yasalarda bile, bu anlayışın hâlâ ne kadar etkin olduğunu gözlemleyebiliyoruz.

Özetle Kartalkaya Felaketi, Merkezi İdare ve Yerel Yetki paylaşımında “yerindenlik” ilkesinin tartışılmasını kaçınılmaz kılarken,  5393 sayılı Belediye Kanununun 3. Maddesinde yer alan  “belediye; belde sakinlerinin yerel ortak nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ve karar organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan, idari ve mali özerkliğe sahip kamu tüzel kişisi” olarak tanımlanmasının ne anlama geldiğini yeniden yeniden ele almak zorunda olduğumuzu bizlere acı bilançosu ile hatırlatmaktadır.

Diyebilirsiniz ki, yerelde işler, parti farketmeksizin iyi mi gidiyor? Şüphesiz yerel yönetimlerde, Anayasanın tanımladığı sınırlar içerisinde, Anayasa madde 127’ye atıfla Büyükşehirler dışında İl Özel İdareleri, Büyükşehir veya kent merkezli şehir ve ilçe  belediyeleri ve muhtarlıklar,  şu anda bile kendi yetki sorumluluklarında olan hizmetler ile ilgili, kurumsal kapasite, istihdam edilen elemanların liyakat ve verimliliğine ilişkin yeterlilikler sorgulanmalı.

İşte tam da bu nedenle merkezi idare ile yerel arasındaki yetki paylaşımını, 5393 sayılı kanunda yalnızca lafzı edilen idari ve mali özerklik açısından yeniden tartışmalı, aşırı merkezileşmiş yapıların bakanlık ve idare fark etmeksizin yerinde hizmeti aksatacağını görerek yeni Kartalkaya, yeni İliç, yeni Akbelen olmaması için Yerel Yönetim Reformu’nu tartışmaya açmalıyız.

----

[1] 24 Ocak CNN TÜRK Tarafsız Bölge röportajı

[2] https://yigm.ktb.gov.tr/TR-9669/kultur-ve-turizm-koruma-ve-gelisim-bolgeleri-ve-turizm-merkezleri.html ( Erişim: 27-01-2025 )

[3] Aynı yer

[4] https://www.turizmgazetesi.com/haber/belediye-belgeliler-bakanliga-alininca-turkiye-otel-sayisinda-ispanya-yi-gecti/85053

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER