© Yeni Arayış

Karamsar Suriye senaryoları veya muhalefetin siyasal psikolojisi üzerine

Artık herkes öncelikle kendisini düşünüyor. Bu arada büyük güçlerin yerel aktörlerle kurduğu ilişkilerin fazlasıyla araçsal olduğunu da unutmamak lazım. ABD bir günde Afganistan’dan çekilmeye karar vermiş ve Kabil’i Taliban’a teslim etmişti. Şimdi benzer bir durum Suriye’de yaşandı.

13 yıldır devrilmeyen Esad 13 günde devrildi. Bu durum siyasal bir patoloji olarak tarihteki yerini aldı. Jeopolitik ilişkiler o yöne doğru akarsa, belki bir gün bu sır perdesi kalkar. Ama her halükarda Suriye’de yaşanan her gelişmede biz o ana, yani Esad’ın iktidarı bırakmak zorunda kaldığı iki haftalık kaotik günlere geri döneceğiz. Komplo teorileri havada uçuşuyor. En sık vurgulanan husus Rusya, ABD ve İsrail’in Esad’sız Suriye konusunda anlaşması. Peki, neden Rusya böyle bir şeye rıza gösterdi? İç savaşın başlarında Şam sokaklarında göğüs göğüse mevzi savaşı verilirken bile Esad Rus desteğiyle yerinde kalmıştı? Şimdi bu birden vazgeçiş anlamlı mı? Son 2 yılda Rusya ve İran’ın başına gelenler Suriye’de olup bitenleri özetliyor aslında. Ukrayna savaşı Rusya’yı çökertti. Rusya Ukrayna saldırısını başlattığında 2-3 haftada Kiev’i alıp kukla bir yönetimle yola devam edeceğiniz düşünüyordu. Ama ağır bir cephe savaşında Ukrayna güçleriyle berabere kaldı Rus ordusu. Ayrıca Suriye rejiminin en büyük destekçisi İran sürekli bir şekilde geriledi. Hamas ve Hizbullah’ın ağır yenilgisi Esad’ı koruyan Şii milis güçlerinde de azalmaya yol açtı. Trump’ın seçim zaferi Rusya’yı Ukrayna savaşında onurlu bir çıkış arayışına, İran’ı ise kendisine doğru daralan çember karşısında tüm güçlerini İran ana vatanında toplamaya itti. Artık herkes öncelikle kendisini düşünüyor. Bu arada büyük güçlerin yerel aktörlerle kurduğu ilişkilerin fazlasıyla araçsal olduğunu da unutmamak lazım. ABD bir günde Afganistan’dan çekilmeye karar vermiş ve Kabil’i Taliban’a teslim etmişti. Şimdi benzer bir durum Suriye’de yaşandı.

Bu makalenin esas konusu ise Suriye iç savaşının geldiği noktayı jeopolitik bir dikkatle uluslararası ilişkiler zemininde tahlil etmek değil. Suriye’deki rejim değişikliğinin Türk iç siyasetinde yarattığı dalgalanma odak noktamız. Siyasi iktidar avantaj mı kazandı? Muhalefet neden bu kadar suskun ve kaygılı? Siyasi elitleri, iktidar ve muhalefet çevresindeki kümelenmiş medya organlarını, her iki tarihsel bloğun organik aydınlarını dinlediğinizde iktidarın fazlasıyla iyimser ve pozitif, muhalefetin ise kaygılı ve karamsar olduğunu görüyoruz. Önce Suriye’deki son olayların AKP iç siyasetinde yarattığı etkiye bakalım.

İç savaşın başından 2023’e kadar AKP tek taraflı revizyonist bir politika izledi. Ne pahasına olursa olsun Suriye’de rejim değişikliği AKP dış siyasetinin öncelikli amaçları arasındaydı. Sadece Türkiye değil, başta ABD olmak üzere tüm Batılı güçler de diktatör Esad’a karşıydı. Ancak bu politikada istenilen başarı elde edilemedi. Esad yerinde kaldı. Dahası Türkiye 3-5 milyon arası Suriyeli mülteciyi ülkeye kabul etmek zorunda kaldı. Devasa ekonomik, sosyal ve siyasi yükler üstlendi. Fırat’ın doğusunda PKK terör örgütünün kazandığı üstünlük ise ülkenin sınır güvenliği için yeni bir tehdit kaynağına dönüştü.

Muhalefette ise şaşkınlıkla karışık bir karamsarlık hali var. Sürekli bir şekilde kaygı ve korku pompalanıyor. HTŞ’nin aslında Taliban’dan farksız olduğu, birkaç ay içinde koyu bir şeriat rejimi inşa edileceği en sık dile getirilen sav. Suriyeliler, özellikle de kadınlar ellerinde kalan son özgürlüğü de kaybedecek.

2023’te ise tüm Ortadoğu ülkelerini kapsayan bir normalleşme veya yumuşama siyaseti devreye girdi. Türkiye’nin pozisyonu Esad’ı düşürmekten Esad’la konuşmaya doğru değişim gösterdi. Ancak Esad yönetiminin konuşmayı ön şarta bağlaması sonucu bu hedef gerçekleşemedi. Şimdi ise herkeste bir zafer havası var. AKP liderliği kendisiyle konuşmayan eski Suriye yönetimi yerine, lideri İbrahim Kalın’ın arabasını kullanan daha dost bir yapıyla komşu artık. Sınır ticaretinde canlanma, Suriye’nin yeniden inşasında rol, PKK’nin zemin ve mevzi kaybetmesi ile mültecilerin geri dönme olasılığı muhtemel kazanımlar. Esad’ın düşmesi iktidar için ikinci bir “one minute” olayına dönüştü. AKP’de yüzler gülüyor. Arap Baharı sırasında kaybedilen “Ortadoğu lideri Türkiye ve Erdoğan” vizyonu yeniden canlanmış gibi. Tabii şu aşamada bile her şey olumlu değil. İsrail’in artan saldırganlığı karşısında ne yapılacağı bir sorun olarak ortada duruyor. Ayrıca ABD PKK’yı korumaya devam ediyor. Ama bölgede azalan İran ve Rusya etkisinin Türkiye tarafından doldurulacağı açık. Erdoğan’ın olası Şam ziyareti ve Emevi camiinde kılınacak bir namaz Türkiye açısından Suriye iç savaşının sonu ve yeni Ortadoğu jeopolitiğinin başı olacak.        

Muhalefette ise şaşkınlıkla karışık bir karamsarlık hali var. Sürekli bir şekilde kaygı ve korku pompalanıyor. HTŞ’nin aslında Taliban’dan farksız olduğu, birkaç ay içinde koyu bir şeriat rejimi inşa edileceği en sık dile getirilen sav. Suriyeliler, özellikle de kadınlar ellerinde kalan son özgürlüğü de kaybedecek. Ayrıca bölünme ve emperyalist kuşatma argümanı yoğun bir şekilde işlenmekte. Kaddafi öldürüldükten sonra Libya, Saddam rejimi düştükten sonra Irak’a ne olduysa Suriye’de de o olacak. Yeşil Kuşak projesiyle başlayıp Büyük Ortadoğu Projesiyle devam eden emperyalist böl ve yönet politikasının son kurbanı Suriye. Sırada İran ve Türkiye var. Suriye’deki Esad karşıtı güçler aslında koyun postuna girmiş kurtlar. İsrail ve ABD tarafından eğitilmiş cihatçılar bir ülkede daha iktidarı ele geçirdi.  

Bu söylem setini destekleyecek olgusal kanıtlar da mevcut tabii. Ama sorun muhalefetin negatif dili. Bozgun havası ve savunma pozisyonu muhalif aktörlerdeki rasyonel düşünme kapasitesini aşağıya çekiyor. Erdoğan’ın “Baas kaybedince CHP’de mi kaybetmiş oluyor” cümlesi muhalif kesimlerdeki bu zayıflığın iktidar tarafından fark edildiği ve ona karşı kullanıldığını göstermekte. Muhalefet elbette ki siyasi iktidarı desteklemek zorunda değil. AKP ve CHP farklı partiler. Halk Partisinin iktidar partisine dış politika alanında mesafe koyması normal. Sorun bu mesafeden değil, alternatif bir söylem inşasındaki eksiklikten kaynaklanıyor. Muhalefet “Büyük Türkiye Rüyasını” tümüyle iktidarın siyasetine terk etmiş durumda. Milli onur veya milli gururla ilgili olaylarda AKP hep CHP’nin önünde. Muhalefetin bu noktada bir karşı strateji geliştirmesi lazım. AKP’ye karşı çıkarak kendi rüyasını anlatması pekala mümkün. Halep’e Türk bayrağı asılmasını veya bir Türk bürokratının Emevi camisinde namaz kılmasını önemseyen, bu durumdan gurur duyan veya Suriye’deki son gelişmeleri Türkiye’nin büyüklüğünün bir işareti sayan genişçe bir kesim var. Bu devasa kitleyi, onlardaki pozitif duygusal enerjiyi yok sayarak iktidara gelmek imkansız.    

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER