© Yeni Arayış

Kaplıcanın pembesi

Sırbistan’ın Macaristan sınırındaki Subotica şehrine otuz küsur kilometre uzaklıktaki Pacir diye bir köye gittim. Bu köyde de etnik çoğunluk Macarlara aitmiş. Beni Pacir’e getiren sebep, dünyada hepi topu yirmi kadar olduğu bilinen pembe göllerden birinin burada bulunması. İçinde bulunan mineraller suyun rengini pembeleştirdiği gibi derecesini de yüksek tutuyor. O yüzden de ben buraya “göl” yerine “kaplıca” demeyi tercih ediyorum.

Novi Sad’dan kuzeye doğru gittikçe Macar etkisi iyiden iyiye belli oluyor.

Vojvodina bölgesinin mimarisi ve genel havası Balkanlardan çok Macar toprağında dolaştığımı düşündürdü bana.

Dikkatli bakınca, Macarcanın devreye girmesiyle birlikte tabelaların, dolayısıyla alfabenin de değişmeye başladığını görüyorsunuz.

Sırbistan’ın Macaristan sınırındaki Subotica şehrine otuz küsur kilometre uzaklıktaki Pacir diye bir köye gittim.

Bu köyde de etnik çoğunluk Macarlara aitmiş.

Beni Pacir’e getiren sebep, dünyada hepi topu yirmi kadar olduğu bilinen pembe göllerden birinin burada bulunması.

Bu pembe göller, Avustralya’da, Afrika’da, Rusya’nın steplerinde, Avrupa’da ise Ukrayna’da varmış.

Pacir Banja -İngilizcesi Pink Lake- en derin yeri bir buçuk metre olan küçücük bir göl.

İçinde bulunan mineraller suyun rengini pembeleştirdiği gibi derecesini de yüksek tutuyor.

O yüzden de ben buraya “göl” yerine “kaplıca” demeyi tercih ediyorum.

Şimdi pembe deyip duruyorum ama bu canına yandığımın şeyi oje değil, göl; ille pespembe olacak hali yok.

Belli bir mevsimde, günün belli bir saatinde, belli bir açıdan pespembe görünebilir ama o ânı yakalamak zor; gönül gözüyle bakıp birkaç ton açmak iyi olabilir, ben geldiğimde öyle yaptım.

Kaplıcayı çevreleyen işletmenin küçük kulelerinden içeri girince içim umutla doldu. Bir kere çok az insan var, bu iyi bir şey; ikincisi, daha önemlisi, içlerinden biri Marai değilse bile onu tanıyan mutlaka vardır, zira kaplıcadakiler -Allah uzun ömür versin- bir asrı ya devirmişler ya da devirmek üzereler.

KAPLICADAKİLER BİR ASRI DEVİRMEK ÜZERELER

Densizin birine denk gelsek şu suya “bulanık” deyip keyfimizi kaçırabilir.

Kaplıca, nedense, bana hep ondokuzuncu yüzyıl romanlarını hatırlatır.

Mann ya da Hesse bir anda karşıma çıkacakmış gibi gelir -burada belki Marai.

Kaplıcayı çevreleyen işletmenin küçük kulelerinden içeri girince içim umutla doldu.

Bir kere çok az insan var, bu iyi bir şey; ikincisi, daha önemlisi, içlerinden biri Marai değilse bile onu tanıyan mutlaka vardır, zira kaplıcadakiler -Allah uzun ömür versin- bir asrı ya devirmişler ya da devirmek üzereler.

Bu insanları görmek, aynı ortamda bulunmak, aynı minerallerde yıkanmak daha da teşvik edici oluyor -kazığı dünyaya bir onlar çakacak değil ya!

Pacir’e geldiğime göre, diyorsun içinden, ömrüme ömür katacağım -oh ulan!

Neyse, kısa bir gözlemin ardından şezlongdan kalkıp kaplıcaya doğru yürüdüm.

Gözlerim insanları tarıyor, acaba Marai ölmemiş de kimselerin gelmediği Pacir’in kaplıcasına saklanmış olabilir mi?

Bu kaplıcada her şey, herkes olabilir, valla bana inanmayacaksınız ama iyi bakarsanız Marai’nin babasını bile… -yoksa şu ilerde sağda duran ihtiyar adam?!

Kimse başını sokmadığı için ben de omuzlarıma kadar sıcak suya girdim.

Uzun yaşamanın sırrını keşfetmiş insanlar arasında olduğum için onların yaptıklarını birebir uygulamaya çalıştım; hiçbiri başını suya sokmadığı için ben de sokmadım, en yaşlıları olarak göz hapsine aldığım bir çift vardı, onlar sırtüstü birkaç kulaç attıkları için ben de attım.

Düşünün ki adam, bu kaplıcanın bile en yaşlısı, bir nevi yaşam profesörü.

Şöyle bir yarım saat suyun içinde durup vücudumun bütün mineralleri emdiğine ikna olunca çıktım, işletmenin tam karşısındaki lokantaya gittim, bir tandır söyledim.

Aman aman lezzetli değildi getirdikleri; oysa, Niş’te gittiğim Stambolijski ya da Rajka çok lezzetli yemekler veren iki restorandı.

Neyse, zaten buraya da yemek yemeye değil kaplıcanın pembesine girmeye gelmiştim.

Hiçbir şey kaçıramaz keyfimi.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER