© Yeni Arayış

Julieta: Acılar ve ayakta kalan insanlar

Julieta: Acılar ve ayakta kalan insanlar

Dünyanın önde gelen yazarlarından Alice Munro vefat etti. Sadeliğin, duruluğun ve psikolojik derinliğin yazarı Alice Munro da kara trene bindi. Onun anısını Pedro Almodovar’ın filme çektiği 3 kısa öyküsünün birleşimi olan Julieta ile hatırlayalım. Bir Pedro Almodovar filmini 3 kilometreden tanırsınız. Kadınların başrol erkeklerinse yardımcı karakter olduğu filmlerdir çoğunlukla.  Kadınların o kadar çok işi vardır ki hiçbir zaman hayatta başrolü alamazlar. Malum her başarılı erkeğin arkasında durmaktır onların asli işi (!) Almodovar ise en azından filmlerini kadınların üzerine kurarak bu dengesizliğe ufak da olsa müdahale eder hep.  3 erkeğin uzun aralıkla öldüğü filmin, kadınları geride kalmanın zorlukları ile baş etmek zorundalar. Filme adını veren Julieta’nın hayatı hiç tanımadığı, çok iyi tanıdığı ve uzaktan tanıdığı 3 erkeğin trajik ölümleri ile şekillenir.  İspanya’nın 3 farklı bölgesine yayılan filmin çokça acılı ama bir o kadar da ışıltılı bir seyirlik olduğunu söylemek gerek.  Endülüs, Galiçya ve Madrid’de geçen hikayenin merkezinde İspanya’nın doğası, güneşi, yağmuru, yemekleri ile beraber gayet kendinden emin insanları var.   Madrid’in geniş sokakları, Endülüs’ün güneşe doymuş bahçeleri ve Galiçya’nın denizle bütünleşmiş estetik köyleri, kasabaları. Bütün bunları süsleyen insanlar ise hayata katkı veren ve kendi ayakları üzerinde durabilen halleri ile gelişmenin sadece otomobil ve cep telefonu kullanmaktan ibaret olmadığını gözler önüne seriyor.  İspanya’ya bir kez ve 20 sene önce gittiğimde hissettiğim o hem tanıdık hem de kıskançlık veren duyguyu bir kez daha yaşadım. Bizlere fazlasıyla benzeyen bir halk olmasına karşın Avrupa Birliği’nin havasından mı suyundan mı dersiniz, bize öyle fark atmış ki İspanyollar üzülmemek elde değil. Gittiğimde medeniyetin asgari eşiklerinin ötesine geçmek için Avrupa Birliği çapasının elzem olduğunu düşünmüştüm. Ne kadar haklı olduğumu bugün ülkenin geldiği hale bakarak anlayabiliyorum.   İspanya arka fonunun umut veren ve iç açan görüntülerinde bir trajedi olarak izlemek gerek Julieta’yı. Trajedi olmaması gereken bir hayat aslında dünyalar güzeli Adrian Ugarte’nin can verdiği Julieta’nınki. Ama öyle oluyor, hikaye bu çünkü.    İlk ölüm onu 2.ölümün ondan ayırdığı erkekle yakınlaştırırken, 3.ölüm de onu tekrar uzak kaldığı kızına kavuşturuyor.  Ölümler adeta seksek oyunu oynuyor. Bir ölüm hayatına şekil veriyor, sonraki dağıtıyor. En sonunda ise anne ve kızı duygularında eşitliyor ölüm.  [caption id="attachment_113042" align="alignnone" width="1200"] Alice Munro[/caption]

ÖLÜMLER ADETA SEKSEK OYNUYOR

Önce bir tren yolculuğunda hiç yoktan bir intiharın müsebbibi oluyor, sonrasında bir kazanın gizli faili. 3.ölümde ise katkısı çok ama çok dolaylı. Eğer 2. ölüm olmasa ve kızı ondan kopup hayatını bir göl kıyısına taşımasa torunu da o gölde boğulup ölmeyecek.  İlk ölüm onu 2.ölümün ondan ayırdığı erkekle yakınlaştırırken, 3.ölüm de onu tekrar uzak kaldığı kızına kavuşturuyor.  Ölümler adeta seksek oyunu oynuyor. Bir ölüm hayatına şekil veriyor, sonraki dağıtıyor. En sonunda ise anne ve kızı duygularında eşitliyor ölüm.  Benim için her zaman tüm zamanların en iyisi olan Six Feet Under geliyor aklıma:  "Acılarına tutunup duruyorsun; sanki bir anlamları, sanki bir değerleri varmış gibi. Söylememe izin ver, hiçbir değerleri yok. Bırak gitsin. Sonsuz ihtimaller; ve tüm yapabildiğin zırlamak."  Sonsuz ihtimaller bütünü olan hayata dair elimizde olan tek şey ağlamaksa o zaman gerçekten hiçbir şeyin değeri olmadığını bilmekten başka çıkış yolu yok.  İskambil kağıtlarından ya da domino taşlarından kurulu bir düzenek yaşamımızı şekillendiriyor. Julieta’nın hayatı da birbiri üzerine devrilen anların birikimiyle şekilleniyor. Kimin hayatı şekillenmiyor ki? Hepimizin hayatı hiç bilmediğimiz ön görmediğimiz tesadüflerin sonucunda ne oluyorsa o olmuyor mu?  Julieta’yı acıların hayatın parçası olduğunu bilerek izlemek gerek. Ama yeter ki acıyı bile hak ettim dediğin bir hayatın olmalı. Bunun içinde ayağı üzerinde duran insanların ülkesi olmak gerek.  Kadın ya da erkek. Balıkçı ya da modacı. Çiftçi ya da edebiyat tarihçisi. İnsan hayatı zaten yeterince trajikken ekonomik sosyal problemlerle bu denli uğraşmak zorunda kalmamız ne acı. Ayağı üzerinde duramayanlar yazık ki trajedilerini bile yaşayamaz. https://www.youtube.com/watch?v=yoi4dbpqZmg  

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER