© Yeni Arayış

İsveç'in üyeliğine ne karşılığında 'evet' dendi?

İsveç'in üyeliğine ne karşılığında 'evet' dendi?

Türkiye’yi dış politikada öne çıkaracak siyaset, bölgesinde öne çıkan “barış” ülkesi olması ile olur ancak. Bunun yolu da içerde demokrasi, adalet ve özgürlükten; dışarda ise barışçı politikalardan geçer.  Geçtiğimiz günlerde Meclis’te İsveç’in NATO üyeliği onaylandı. Oysa çok uzak olmayan bir geçmişte gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan gerekse MHP lideri Bahçeli, -Finlandıya ile birlikte- İsveç’in NATO üyeliğine sert biçimde karşı çıkıyorlardı. Erdoğan 2023 Ocağında kabine toplantısı sonrası yaptığı bir açıklamada; “İsveç yönetimi hak ve özgürlüklere bu kadar saygılıysanız önce Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Müslümanların dini inancına saygı göstereceksiniz. Bu saygıyı göstermiyorsanız kusura bakmayın bizden de NATO konusunda herhangi bir destek göremeyeceksiniz” demişti. 19 Mayıs 2023’te Erdoğan, “İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği konusundaki olumsuz beyanatta bulunmuştunuz. Bunu açıklayabilir misiniz?” sorusu üzerine, “PKK’ya YPG’ye bu denli ülkelerinde ev sahipliği yapacaklar, yürüyüşse yürüyüş, paçavralarını köprü üstlerine, her yere asacaklar. Bunlar, ülkemdeki terör kaynaklarını teşvik edip, bunlara ciddi manada parasal destekler de verip, bunlara silah desteği veren bu ülkeler. Kendilerine de söyledik.” demişti. Yine Erdoğan 16 Eylül 2023’de; “Stockholm sokaklarında terör eylemleri devam ediyor. Bize verilen sözler tutulmadı. Meclisimin nasıl bir tavır alacağını göreceğiz.” dedi. 7 Ekim 2023’te ise “AB’de önümüzü açın, biz de İsveç’in önünü açalım” açıklamasında bulunmuştu. Benzer açıklamaları MHP lideri Bahçeli de yapmıştı. Bahçeli 2023 Ocak ayında yaptığı bir açıklamada; “İsveç’in NATO üyeliği bu şartlar altında Gazi Meclis’in onayından geçemeyecektir. Dinimize, dilimize, değerlerimize, Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerimize hıyanetin ve saygısızlığın muhakkak bir sonucu olacaktır.” ifadelerini kullandı. Yine 17 Mayıs 2023’te Bahçeli’den şu uzun alıntıyı yapalım; “İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girme sürecinin, bu konuda yapılan müspet analiz ve çağrıların bize göre üç ayaklı sakıncası vardır ve şöyledir: Birinci olarak, bu üyeliklerin gerçekleşmesi halinde Rusya’nın askeri veya siyasi tepkiselliği de kışkırtılmış olacaktır. Ayrıca Finlandiya’nın Rusya’yla sınır uzunluğu bin 340 km’dir. Şayet bu iki Kuzey Avrupa devleti NATO’ya alınırsa, Ukrayna savaşının Finlandiya’dan İsveç’e kadar sıçrama ihtimalini hiç kimse yabana atmamalıdır. İkinci Dünya Savaşı’nın başında Hitler’in Kuzey Avrupa’yı işgal stratejisini yeniden gözden geçirmek, tarihten doğru ve nesnel sonuçlar çıkarmak önümüzü görmek adına mühim bir ihtiyaçtır. Finlandiya ile İsveç’in NATO’ya alınması demek Ukrayna savaşının uzaması, hatta coğrafi olarak genişlemesi demektir ve bize göre böylesi bir niyet insanlık suçudur, uluslararası norm ve değer piramidinin yıkımı anlamına gelecektir. İkinci olarak hem Finlandiya hem de özellikle İsveç’in Türkiye düşmanlarına nasıl kucak açtığı herkesin bildiği gerçekler arasındadır. PKK’nın, FETÖ’nün, DHKP-C’nin barınağı, ikmal ve ihanet merkezi İsveç’tir. Hiç kimse bize maval okumasın, hikâye anlatmasın. Viking mantığı vandal mantığıdır. Asırlar evvel bize sığınan İsveç Kralı’na müşfik kollarını açan aziz ecdadımıza vefasızlık yapanların, yüce kitabımız Kuran-ı Kerim’i yakanların, bize laf yetiştirmeye ne yüzleri olacak ne de yürekleri yetecektir.” Son olarak Bahçeli 11 Temmuz 2023’te; “Milli varlığımızı doğrudan tehdit eden, kanlı terör örgütlerine kucak açan, bunların terörist devşirmesine ve haraç toplamasına kendi başkentinde göz yuman mahut bir ülkeyle bir güvenlik mimarisinin bünyesinde nasıl buluşacağız?  Böylesi bir acizliğe nasıl göz yumacağız? Bunu nasıl hazmedeceğiz? Sadece Amerika Birleşik Devletleri istedi diye, F 16’yla ilgili parmak sallanıyor diye, zillete tamam mı diyeceğiz? İsveç PKK’nın Avrupa’daki mağarasıdır. Kandil dağıt neyse, Stockholm aynısıdır.” dedi. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyelikleri için ön şart olarak sunulan pek çok talep ya kabul edilmemiş ya da zamana bırakılmıştır. F-16 uçakları bunun tipik bir örneğidir.

NE KARŞILIĞINDA ‘EVET’ DENDİ?

Görüldüğü gibi Cumhur İttifakı’nın iki lideri bu konuda birbiriyle uyumlu açıklamalar yaptılar. Bu açıklamalara rağmen iki parti üyelerinin büyük kısmı Meclis’te Finlandiya’dan sonra İsveç’in de NATO üyesi olmasına “evet” oyu verdiler. Peki ne karşılığında? Türkiye bu süreçte ne kazandı? Yapılan açıklara baktığımızda elde edilen kazanımlardan bazıları şunlar. İsveç ve Finlandiya’nın Türkiye’ye uyguladıkları silah ambargolarının kaldırılması ve iki ülkenin terör örgütü kabul ettiği örgüt üyelerine karşı önlem almalarını öngören bir anlaşma yapılması. Silah ambargosu fiili olarak kaldırılırken örgüt üyelerine yönelik önlemler bu ülkelerdeki bağımsız yargı nedeniyle Türkiye’nin istediği hızda sonuç alması mümkün olmadı. Bunun dışında Hollanda, silah sevkiyatına ilişkin kısıtlamaları kaldırırken; Kanada, optik ekipmanlar da dahil olmak üzere insansız hava aracı parçaları üzerindeki ihracat kontrollerinin kaldırılması konusunda müzakerelerin başlatılmasını kabul etti. Bunlar dışında en büyük soru işareti Türkiye’nin ABD’den talep ettiği F-16 alımı ve modernizasyonun yapılıp, yapılmayacağı. İsveç’in üyeliğinin Meclis’ten geçmesinden sonra ABD Başkanı Biden, Türkiye’nin F-16 savaş uçağı satılma ve bu uçakların modernizasyonu konusunda kongre üyelerine tavsiye mektubunu yayınladı ama sonucun ne olacağını yaşayıp göreceğiz. Bir ülkenin dış politikada hiyerarşide daha yukarı çıkmak için köklü değişiklikler yapabilmesinin üç temel koşulu vardır. İlki iktidarın güçlü toplumsal meşruiyeti sahip olması, ikincisi risk alabilmesi ve üçüncüsü de bu riski taşıyabilecek ekonomik gücü.

HAMASETLE DIŞ POLİTİKA OLMAZ

Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelikleri konusunda yaşanan süreç, pek çok açıdan dış politikanın ulusal çıkar temelinden çok hamasetle yönetilmeye çalışıldığının bir örneğidir. Bir ülkenin dış politikada hiyerarşide daha yukarı çıkmak için köklü değişiklikler yapabilmesinin üç temel koşulu vardır. İlki iktidarın güçlü toplumsal meşruiyeti sahip olması, ikincisi risk alabilmesi ve üçüncüsü de bu riski taşıyabilecek ekonomik gücü. Ne yazık ki, Türkiye için bu koşulların sağlandığını söylemek pek kolay değildir. Bunun da iki temel nedeni vardır. İlki toplumsal kutuplaşmanın yarattığı içeriğinden bağımsız olarak iktidarın tasarruflarına olan şüphe. İkincisi ise Türkiye’nin içinde olduğu ekonomik kriz hâlinin yarattığı sıkışma halidir. Bu ikisi birbirine bağlı ve ikincinin olabilmesi için ilki gerek şarttır. Buna liderler arasına indirgenmiş kişisel ilişkilerin yarattığı handikapları eklemeye bilmem gerek var mı? Bu tablonun en doğal sonucu, Türkiye’nin gerek ikili ilişkilerinde gerekse AB, NATO gibi ulusüstü kurumlarla olan ilişkilerinde masaya güçsüz oturmasıdır. Ne yazık ki, hamasi söylemler, itirazlar bu gerçeği değiştirmemektedir. O yüzden, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyelikleri için ön şart olarak sunulan pek çok talep ya kabul edilmemiş ya da zamana bırakılmıştır. F-16 uçakları bunun tipik bir örneğidir. Kimi Afrika ülkeleriyle “dini ortaklıklar” üzerinden sürdürülen emperyal hedefler; kimi Türk Cumhuriyetleri ile kurulan “kimliksel ortaklıklar” bizi bölgede büyük ülke de yapmaz oyun kurucu ülke de.

HAYALİ LİDERLİĞİN MALİYETLERİ

2008 yılında “komşularla sıfır sorun” mottosunun peşinden giden iktidar 2024 yılında büyük ölçüde “değerli yalnızlık” sarmalından çıkabilmiş değildir. Siyasi iktidarın 2010 sonrası izlediği dış politikanın esası kurulan ilişki ulus-devletler arası eşit ilişkiden çok, Türkiye’nin hayali bir İslam dünyası lideri varsayımına dayanıyor. Bu temelsiz varsayımın Türkiye’ye maliyeti çok ağır oldu. AB’den, Batı’dan uzaklaşma, ideolojik olarak Ortadoğululaşma ve hepsinin sonucu olarak yalnızlaşma. Bu tablo içinde Türkiye’nin bölgesinden oyun kurucu ülke olması mümkün değildir. Kimi Afrika ülkeleriyle “dini ortaklıklar” üzerinden sürdürülen emperyal hedefler; kimi Türk Cumhuriyetleri ile kurulan “kimliksel ortaklıklar” bizi bölgede büyük ülke de yapmaz oyun kurucu ülke de. Türkiye’yi uluslararası ilişkilerde büyük ve oyun kurucu ülke yapacak olan tek şey demokrasi, adalet ve özgürlüktür. Özetle Türkiye’yi dış politikada öne çıkaracak siyaset, bölgesinde öne çıkan “barış” ülkesi olması ile olur ancak. Bunun yolu da içerde demokrasi, adalet ve özgürlükten; dışarda ise barışçı politikalardan geçer. İç politikada temel gerçek bu olsa da uluslararası arenada Erdoğan’ın her şeye rağmen “güçlü” lider algısı da başka bir gerçek olarak muhalefetin dikkatine sunmak gerekiyor.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER