İsveç'in üyeliğine ne karşılığında 'evet' dendi?
DIŞ POLİTİKAİsveç'in üyeliğine ne karşılığında 'evet' dendi?
NE KARŞILIĞINDA ‘EVET’ DENDİ?
Görüldüğü gibi Cumhur İttifakı’nın iki lideri bu konuda birbiriyle uyumlu açıklamalar yaptılar. Bu açıklamalara rağmen iki parti üyelerinin büyük kısmı Meclis’te Finlandiya’dan sonra İsveç’in de NATO üyesi olmasına “evet” oyu verdiler. Peki ne karşılığında? Türkiye bu süreçte ne kazandı? Yapılan açıklara baktığımızda elde edilen kazanımlardan bazıları şunlar. İsveç ve Finlandiya’nın Türkiye’ye uyguladıkları silah ambargolarının kaldırılması ve iki ülkenin terör örgütü kabul ettiği örgüt üyelerine karşı önlem almalarını öngören bir anlaşma yapılması. Silah ambargosu fiili olarak kaldırılırken örgüt üyelerine yönelik önlemler bu ülkelerdeki bağımsız yargı nedeniyle Türkiye’nin istediği hızda sonuç alması mümkün olmadı. Bunun dışında Hollanda, silah sevkiyatına ilişkin kısıtlamaları kaldırırken; Kanada, optik ekipmanlar da dahil olmak üzere insansız hava aracı parçaları üzerindeki ihracat kontrollerinin kaldırılması konusunda müzakerelerin başlatılmasını kabul etti. Bunlar dışında en büyük soru işareti Türkiye’nin ABD’den talep ettiği F-16 alımı ve modernizasyonun yapılıp, yapılmayacağı. İsveç’in üyeliğinin Meclis’ten geçmesinden sonra ABD Başkanı Biden, Türkiye’nin F-16 savaş uçağı satılma ve bu uçakların modernizasyonu konusunda kongre üyelerine tavsiye mektubunu yayınladı ama sonucun ne olacağını yaşayıp göreceğiz. Bir ülkenin dış politikada hiyerarşide daha yukarı çıkmak için köklü değişiklikler yapabilmesinin üç temel koşulu vardır. İlki iktidarın güçlü toplumsal meşruiyeti sahip olması, ikincisi risk alabilmesi ve üçüncüsü de bu riski taşıyabilecek ekonomik gücü.HAMASETLE DIŞ POLİTİKA OLMAZ
Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelikleri konusunda yaşanan süreç, pek çok açıdan dış politikanın ulusal çıkar temelinden çok hamasetle yönetilmeye çalışıldığının bir örneğidir. Bir ülkenin dış politikada hiyerarşide daha yukarı çıkmak için köklü değişiklikler yapabilmesinin üç temel koşulu vardır. İlki iktidarın güçlü toplumsal meşruiyeti sahip olması, ikincisi risk alabilmesi ve üçüncüsü de bu riski taşıyabilecek ekonomik gücü. Ne yazık ki, Türkiye için bu koşulların sağlandığını söylemek pek kolay değildir. Bunun da iki temel nedeni vardır. İlki toplumsal kutuplaşmanın yarattığı içeriğinden bağımsız olarak iktidarın tasarruflarına olan şüphe. İkincisi ise Türkiye’nin içinde olduğu ekonomik kriz hâlinin yarattığı sıkışma halidir. Bu ikisi birbirine bağlı ve ikincinin olabilmesi için ilki gerek şarttır. Buna liderler arasına indirgenmiş kişisel ilişkilerin yarattığı handikapları eklemeye bilmem gerek var mı? Bu tablonun en doğal sonucu, Türkiye’nin gerek ikili ilişkilerinde gerekse AB, NATO gibi ulusüstü kurumlarla olan ilişkilerinde masaya güçsüz oturmasıdır. Ne yazık ki, hamasi söylemler, itirazlar bu gerçeği değiştirmemektedir. O yüzden, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyelikleri için ön şart olarak sunulan pek çok talep ya kabul edilmemiş ya da zamana bırakılmıştır. F-16 uçakları bunun tipik bir örneğidir. Kimi Afrika ülkeleriyle “dini ortaklıklar” üzerinden sürdürülen emperyal hedefler; kimi Türk Cumhuriyetleri ile kurulan “kimliksel ortaklıklar” bizi bölgede büyük ülke de yapmaz oyun kurucu ülke de.HAYALİ LİDERLİĞİN MALİYETLERİ
2008 yılında “komşularla sıfır sorun” mottosunun peşinden giden iktidar 2024 yılında büyük ölçüde “değerli yalnızlık” sarmalından çıkabilmiş değildir. Siyasi iktidarın 2010 sonrası izlediği dış politikanın esası kurulan ilişki ulus-devletler arası eşit ilişkiden çok, Türkiye’nin hayali bir İslam dünyası lideri varsayımına dayanıyor. Bu temelsiz varsayımın Türkiye’ye maliyeti çok ağır oldu. AB’den, Batı’dan uzaklaşma, ideolojik olarak Ortadoğululaşma ve hepsinin sonucu olarak yalnızlaşma. Bu tablo içinde Türkiye’nin bölgesinden oyun kurucu ülke olması mümkün değildir. Kimi Afrika ülkeleriyle “dini ortaklıklar” üzerinden sürdürülen emperyal hedefler; kimi Türk Cumhuriyetleri ile kurulan “kimliksel ortaklıklar” bizi bölgede büyük ülke de yapmaz oyun kurucu ülke de. Türkiye’yi uluslararası ilişkilerde büyük ve oyun kurucu ülke yapacak olan tek şey demokrasi, adalet ve özgürlüktür. Özetle Türkiye’yi dış politikada öne çıkaracak siyaset, bölgesinde öne çıkan “barış” ülkesi olması ile olur ancak. Bunun yolu da içerde demokrasi, adalet ve özgürlükten; dışarda ise barışçı politikalardan geçer. İç politikada temel gerçek bu olsa da uluslararası arenada Erdoğan’ın her şeye rağmen “güçlü” lider algısı da başka bir gerçek olarak muhalefetin dikkatine sunmak gerekiyor.İlginizi Çekebilir