İnsanlığın kaderi ve Danimarka
KÜLTÜR SANATHer şeye karşın kapitalist dünyanın eşitsizliği içinde kimi toplumlar bazı şeyleri doğru yaparak özlem nesnesi olabildiler. Bunlardan biri: Danimarka.
Danimarka refah toplumu ve dayanışmanın örneği olarak pek çok sıralamada Dünyanın en mutlu ülkesi olarak kayda geçiyor. Danimarka’nın Spielberg’i Billie August’un, Nobelli Pontopiddan’ın edebi eserinden çektiği Şanslı Per için “Kader değil Danimarka” demiştim.
Danimarkalılar'a Türkiye kadar toprak verseniz 8 trilyon dolar hasılat yaratırlar ki bu Amerika’yı da Çin’i de katlar.
İnsanoğlunu dünya adlı mavi gezegeni paylaştığı fotosentez yapan bitkilerden ve besin zincirinin ister en tepesinde ister en altında olsun hayvan krallığı üyelerinden ayıran temel fark nedir?
İnsan dışında oksijen tüketen hiçbir canlı doğaya en saf halinden öte ihtiyaç duymaz. İnsan ise Avcı Toplayıcılıktan Tarımsal Hayata geçişinden beri doğayı dönüştürmek, ona var olmayanı ekleyerek kendine yer açmak zorundadır.
Efsane hocamız Ümit Hassan’ın deyimiyle “Eski Toplumda” Mapusane Çeşmesi yandan akmazdı. Çünkü Eski Toplumda mapusane yoktu. Sadece hapishanenin yokluğu değildir, bir çanak arpanın yağmurda ıslanıp fermente olması ile başlayan tarımsal olma hikayesiyle insanlığın kaybettikleri.
Mesela kadınlar ve erkeklerin durumu: İlkel toplumda Kadınların “Getir Kuryesi” olmaktan öte fonksiyonu olmayan erkekler nasıl oldu da kadınları toplumda “öküzlerinden sonra gelen” yere yerleştirebildiler.
Eşitsiz bir dünyada gücü temellük eden; etraftaki zayıfları düşünmeden de hayatını sürdürebilir hale geldi. Hatta zayıfı sömürmek bir ölçüde dünyanın kaynaklarını daha verimli kullanmak için bir yol oldu. Bu dönemi genel olarak dünya tarihinde Kapitalizm olarak tanımlıyoruz
12 bin yıl önceki dönüşüm artı değeri yarattı. Bu sayede boş zaman ve bu boş zamanda kendini Hükümdar, Rahip, Naip, Savaşçı ve tabi Kral ilan eden “erkekler” var olabildi.
İnsanlık tarihinin kısa özetinde Neolitik devrimle başlayan artı değer birikiminin kölelikten feodaliteye, ortaçağdan rönesansa; sanayi devriminden internet çağına uzanan değişik hallerini görürüz.
Başa dönersek “İnsan” bırakın doğada yaşamayı doğaya karşı yaşamak zorunda kalışı ile gezegeni paylaştığı tüm canlılardan ayrıştı.
Sınıflı toplumun doğuşu eşitliğin ortadan kalkmasıydı. Artık zenginlik ve güç belli ellerdeydi. Eşitsiz bir dünyada gücü temellük eden; etraftaki zayıfları düşünmeden de hayatını sürdürebilir hale geldi. Hatta zayıfı sömürmek bir ölçüde dünyanın kaynaklarını daha verimli kullanmak için bir yol oldu. Bu dönemi genel olarak dünya tarihinde Kapitalizm olarak tanımlıyoruz.
* Savaş kahramanları sonunda bir palyaçoya dönüşür,
* Gerçek kapitalist korkak bir sünepeden fazlası değildir
* Krizler toplumların en korunaksız kesimini riske atar
Sınıflı toplumun kapitalist kar güdüsü ile ateşlendiği 20. Yüzyıl İnsanlığın en saçma icadı olan savaşın da en büyüğüyle başladı. Dünya savaşı adını vermekte tereddüt duyulmayan bu çatışmanın insanlığın 12 bin yıllık bir devrim sonrasında birbirini boğazlamada zirveye ulaşmasını temsil etmesi yetmedi, sadece 20 yıl sonra 2.si de daha büyük maliyetle yaşandı. Olası 3. Dünya Savaşının sonunda tekrar başa dönmenin yani avcı toplayıcı atalarımızın koşullarının karşımıza çıkacağının endişesi “şimdilik” bunu engelliyor.
Her şeye karşın kapitalist dünyanın eşitsizliği içinde kimi toplumlar bazı şeyleri doğru yaparak özlem nesnesi olabildiler. Bunlardan biri: Danimarka.
Danimarka refah toplumu ve dayanışmanın örneği olarak pek çok sıralamada Dünyanın en mutlu ülkesi olarak kayda geçiyor. Danimarka’nın Spielberg’i Billie August’un, Nobelli Pontopiddan’ın edebi eserinden çektiği Şanslı Per için “Kader değil Danimarka” demiştim.
“6 milyon Danimarkalı 42 bin km2 toprakta 86 milyon Türkiyelinin 800 bin km2 toprakta üretebildiğinin yarısından daha çok üretime damga vurmuşlardır. Bir başka hesapla; Danimarka’lılara Türkiye kadar toprak verseniz 8 trilyon dolar hasılat yaratırlar ki bu Amerika’yı da Çin’i de katlar.”
Şanslı Per 19.yüzyıl biterken geçiyordu. Bu defa odağımıza gelen Şişli Kız (Girl Needle) ise 1.Dünya savaşının sonuna tarihleniyor. Şanslı Per’de Danimarka’yı tarif ederken;
“Hızla dönüşen Danimarka’nın bireylerin mutlu yada mutsuz olmalarından bağımsız ortak bir kararın etrafında toplandığı açıktır.” Demiştim.
Bu “ortak” kararın biraz da savaşın ağırlığında sallandığı yıllardayız.
Şişli Kız, savaşın yalnız bıraktığı bir işçi kadının yaşam mücadelesine odaklanıyor. Siyah Beyaz bir Kopenhag’ın hala korunmuş sokak ve meydanlarında Danimarka’lı ressamların tuvallerinden fırlamış izlenimi veren özenli bir sinematografi sunuyor. ,
İyi ve kötünün filmin görselliği gibi ayrıştığı hikayenin altını daha kalın çizdiği detaylar da var.
* Savaş kahramanının sonunda bir palyaçoya dönüşmesi,
* Gerçek kapitalistin korkak bir sünepeden fazlası olmadığı,
* Krizlerin toplumların en korunaksız kesimlerini ne denli risk altına soktuğu
İlk akla gelenler.
Kapitalizm adam edilmediği sürece insanlığın yaşam şansı bulunmuyor. Bu geçmişte de böyleydi bundan sonra da böyle olmaya devam edecek.
Sinema tarihinin muhtemel ki en hüzünlü cinayet sahnelerinden birini de içeren filmin sonu ise insanın olduğu her yerde hala bir umut olduğunu göstermeye çalışıyor. Danimarkalılar kendi krizlerini önce teşhis edip sonra açık yüreklilikle anlatmada yine çok mahirler.
Başa dönecek olursak, İnsan en şereflisi olsa da neticede mahlukattan biridir. “Mahlukat”lar “varlık”larını çoğalarak sürdürür. Kapitalist ilişkilerin oluruna bırakıldığı bir düzende insan türünün sürdürülebilirliği de olası görülmüyor.
Bugün tartışılan nüfus krizleri de aslında bütün diğer sebeplerin ötesinde kapitalizmin ulaştığı hiper eşitsizlik çağının bir sonucu. Kapitalizm adam edilmediği sürece insanlığın yaşam şansı bulunmuyor. Bu geçmişte de böyleydi bundan sonra da böyle olmaya devam edecek.
İlginizi Çekebilir