‘‘İnsan yorulur bazen, insan olmaktan’’[1]
GENELDünya kötülükten asla tam olarak arınmayacak. Fakat biz, biz olmanın, insan olmanın gerekliliklerini yeterince kavrayıp üzerimize düşeni yapabilirsek, kötülük belki de bu kadar yer bulamayacak kendine. Son olarak, düşünmek evet yorucu ve zahmetli bir iştir. Fakat düşünmeden, sorgulamadan yaşamak ise insanın felaketinin ta kendisidir. Yorulsak da vazgeçmeyelim insan olmaktan…
Yeni bir yıla daha giriş yaptık. Her yıl olduğu gibi, yeni yıla girerken iyimserliğimizi korumaya, geleceğe umutla bakamaya özen gösterdik. Yeni yıla, yeni başlangıçlar, yepyeni kararlar ve hepsinden önemlisi neşe ve mutlulukla girmek istedik. Fakat benim yaşadığım gibi bir çoğumuz bunları başarmakta zorlandık. Gelen her yeni yılın bir öncekini arattığını düşünenlerin sayısı da eminim hiç az değildi. Yine de yaşanan tüm felaketleri geride bırakmış olmayı ümit ederek ve dileyerek adım attık 2024’e. İnsanız nihayetinde, umut olmadan hayata tutunmamız olanaksız.
Fakat her birimiz zorlanıyoruz artık o umudu canlı tutmakta. Kendimizce yeni yollar ve yöntemler arıyoruz çünkü yaşamak için buna mecburuz. Bulduğumuz en kolay yol, çoğu zaman gerçekliklere gözlerimizi kapatmak oluyor. Büyük bir kalabalığın içinde, bir sürü hâlinde, düşünmeden yaşamanın konforuna sahip olmak istiyoruz. Çünkü düşünmek, acı veren, yorucu bir süreç. Düşünmek, çözüm aramayı ve bunun için aktif olmayı gerektiren bir eylem hâli. Tabii ki, düşünmek, beraberinde bir çok riski de barındırıyor, özellikle düşünmemenizin istenildiği durumlarda. Ne mutlu ki, sistemin tüm çarkları düşünmeden yaşamayı mümkün kılacak argümanlarla dolu!
İnsanlar artık, en büyük felaketler ve acılar yanı başında yaşanıyor olsa da kendilerine sunulan rahat ve konforlu bir akışta, düşünmeden yaşamayı kolaylıkla başarabiliyor. Ta ki, o felaketler kendi başına gelinceye dek… Aynı felaketleri yaşamaya başladığında ise düşünmek ve çare aramak istiyor insan, fakat sistemin dönmekte olan çarkları buna da izin vermiyor. Her durumda koşulsuz bir itaatle içinde bulunulan kalabalıklar, düşünmek ve sorgulamak istediğinizde sizi ‘’öteki’’ olarak dışarı fırlatıyor. Bu durumda ya yalnız ve ayrıştırılmış bir ‘’öteki’’ olarak yaşamayı göze almanız gerekmektedir ya da sistemin tüm zorunluluklarını yerine getirerek, sessizce size sunulan her şeyi kabul etmeniz beklenmektedir. Bu kendi felaketiniz olsa bile…
Başkalarının yaşadığı tüm acıları bu döngü içinde izlerken kaybettik belki de tüm haklarımızı. Sırf kendi başımıza gelmediği için ses çıkarmayarak görmezden geldiğimiz her haksızlık, insan yaşamına yapılan her olumsuz müdahale, bugün aynı haksızlıkların ve aynı kaygıların bizim başımıza gelme ihtimalini doğurmaktadır. Tıpkı sistemin sorunsuz işleyen çarkları gibi bu döngü de hep aynı şekilde işlemektedir. Sustuğun ve görmezden geldiğin her şey bir gün seni bulmaktadır.Biz her ne kadar uyuşmuş, uyuşturulmuş hayatlarımızla oyalanmaya ve kendimizi avutmaya çalışsak da aslında hep aynı kaygının içinde bulunmaktayız... Bu güvensizlik çemberi ise gerçeklerden kaçmamıza daha çok neden olmaktadır. Daha bir sıkı sarılıyoruz yalanlarımıza, bizi avutan suni hayatlarımıza. Çünkü korkuyoruz aslında, haksızlık karşısında susmanın bir bedeli olduğunu biliyoruz içten içe.
O bedel bir gün ödenecek diye korkuyoruz. Kendimizi yaşanılanlardan tamamen soyutlamayı, gerisinde durabilmeyi başarabileceğimizi sanıyoruz. Gözlerini kapattığında görmediği için görünmez de olduğunu sanan bir çocuk gibi, kendimizi kandırıyoruz. Bir çocuk masumluğunda ve saflığında olmasak da…
İster ‘’öteki’’ olarak dışarıda bıraktıklarımız olsun isterse kendimize yakın gördüklerimiz, her nerede ne acı yaşanıyorsa, hiç biri bizden bağımsız ve ayrı değildir. İnsan, doğası gereği, başkasının acısından sorumludur. Ve bu gerçeklik dünyanın en değişmez, en inkâr edilemez gerçekliğidir.
Tarih boyunca ünlü düşünürler, filozoflar insanın kötülük karşısındaki bu duruşunu anlamaya ve yorumlamaya çalışmıştır. İnsanın özü gereği kötü mü yoksa iyi mi olduğunu sorgulamışlardır. Örneğin bu konuda literatürde en çok adı geçen Hobbes, insan doğasının temelde üç kaygı üzerinde şekillendiğini ileri sürmüştür. Bunlar; ‘’rekabet, güvensizlik, şan ve şeref kazanma isteği’’dir. Bu üç kaygı insanı, kavgaya, öfkeye ve kötülüğe sürüklemektedir. Hobbes’ a göre doğuştan kötücül tasarlanan insanın ilkel durumuyla şimdiki durumu arasında bir fark bulunmamaktadır.
Jean Jacques Rousseau ise temelde Hobbes’a katılıyor olsa da insanın ilkel durumuyla şimdiki durumu arasında farkların olduğunu düşünmektedir. Ona göre, insan ilkel durumunda iyi ve eşitken daha sonra kötücülleşmiş ve bozulmuştur. Yine Rousseau’ya göre insan doğasının iki temel niteliği ‘‘varlığını korumak’’ ve ‘‘başkasıyla duygudaşlık kurmak ve ona acımaktır.’’ Bu iki temel nitelik üzerine yaratılan insan zamanla kötücülleşerek kendi varlığını korumak adına başkalarıyla olan duygudaşlık kurma ve ona acıma niteliğini de kaybetmeye başlamıştır. Birbirinden ayrı düşünülemeyen bu iki nitelik, birinin kaybedilmesiyle belki de ‘‘varlığını korumak’’ isteyen insanı da başlı başına tehlikeye sokan bir duruma dönüşmüştür. Yani özetle, başkalarını düşünmeden, onların yaşadıklarını önemsemeden, insanın varlığını koruması da mümkün gözükmemektedir.
Başladığımız noktaya dönecek olursak, gözlerimizi ne kadar sıkı kapatırsak kapatalım, gerçekleri görmemek için kendimizi avutmanın binlerce farklı yolunu bulalım, bunu başarmak mümkün olmayacaktır. İster ‘’öteki’’ olarak dışarıda bıraktıklarımız olsun isterse kendimize yakın gördüklerimiz, her nerede ne acı yaşanıyorsa, hiç biri bizden bağımsız ve ayrı değildir. İnsan, doğası gereği, başkasının acısından sorumludur. Ve bu gerçeklik dünyanın en değişmez, en inkâr edilemez gerçekliğidir. Yeni yıldan en büyük beklentim ve dileğim, toplum olarak birbirimize ve tüm insanlığın ortak acılarına, büyük bir duyarlılıkla sahip çıkabilmektir.
Ben, biz ve öteki ayrımı olmadan, sadece insan olmanın ve birbirine karşı sorumlu olmanın gerekliliklerini görebilmektir. Aksi takdirde hiç bir yıl bir öncekinden farklı olmayacak, insanlık aynı derin boşlukta savrulmaya ve yok olmaya devam edecektir.
Hepimiz bu acıyla kahrolup, yaşamaktan vazgeçelim demiyorum elbette. Bilakis, tüm enerjimizi tüm gücümüzü daha güzel ve daha iyi bir dünyayı kurmak için kullanalım diyorum. Bu acı, bu zulüm daha önce bir çok kez yaşandı, yaşanıyor ve yaşanmaya devam edecek. Buna sebep hep birileri olacak…
GAZZE’DE SON DURUM VE İNSANLIK
Ben bu satırları yazarken, 7 Ekim'den bu yana Gazze’de hayatını kaybeden Filistinlilerin sayısı 22 bin 835’e, yaralananların sayısı 58 bin 416’ya yükselmişti. Sadece sayıdan ibaret gördüğümüz bu insanlar, aylardır, büyük bir vahşetin ortasındalar. En başından itibaren büyük bir sessizlikle izlenilen bu durum artık haber değeri taşımıyor gibi gözüküyor. Kendi gündemlerimize çoktan döndük bile. Haberlerin, gazetelerin ana başlıkları artık Gazze haberleri ile dolu değil. Oysa ki acı ve katliam, tüm vahşetiyle orada yaşanmaya devam ediyor.
Elimizden bir şey gelmeyeceğini düşünerek, kendi psikolojimizin sağlıklı kalabilmesi adına, Gazze halkının yaşadıklarını görmemeyi seçebilir hatta unutmayı bile yeğleyebiliriz. ‘‘Hep acıyla yaşanmaz ki’’ diyerek, acıyı görünmez kılmanın ve mutlu olmanın yollarını arıyor ve bulduğumuzu sanıyor olabiliriz. Hepimiz insanız, bütün bunların olması belki de çok normal. El yordamıyla buluyoruz doğruyu, çoğu zaman yanılıyoruz. İnsanız işte; hepimiz yaşamanın daha kolay bir yolunu arıyor, mutlu olabilmek için acıdan kaçıyoruz. Belki de insanın en büyük aldanmışlığı, mutluluğa koşma sevdasından kaynaklanmaktadır. Sanki her durumda mutlu olma zorunluluğu varmış gibi, büyük bir telaşla hayatlarımızı o mutluluk arayışı üzerine inşa ediyoruz. Atlıyoruz hüzünlerin, acıların üzerinden…
Kaçmak mümkünmüş gibi.İşte orada duruyor gerçeklik…Binlerce çocuğu, masumu hayattan koparan, bir şekilde hayatta kalmayı başaranlara cehennemi yaşatan, insanın kötülükte gelebileceği zirve noktayı hepimize gösteren bir zulüm, tam yanı başımızda devam ediyor.Hepimiz bu acıyla kahrolup, yaşamaktan vazgeçelim demiyorum elbette. Bilakis, tüm enerjimizi tüm gücümüzü daha güzel ve daha iyi bir dünyayı kurmak için kullanalım diyorum. Bu acı, bu zulüm daha önce bir çok kez yaşandı, yaşanıyor ve yaşanmaya devam edecek. Buna sebep hep birileri olacak… Dünya kötülükten asla tam olarak arınmayacak.
Fakat biz, biz olmanın, insan olmanın gerekliliklerini yeterince kavrayıp üzerimize düşeni yapabilirsek, kötülük belki de bu kadar yer bulamayacak kendine. Son olarak, düşünmek evet yorucu ve zahmetli bir iştir. Fakat düşünmeden, sorgulamadan yaşamak ise insanın felaketinin ta kendisidir. Yorulsak da vazgeçmeyelim insan olmaktan…
“….Ve uygarlığın ölçüsü olmuştu insan
Dedi ki: Yoruldum insan olmaktanİnsan yorulur bazen insan olmaktanBiz yorulduk, su yoruldu, gök bile…”
Ahmet Telli
[1] Ahmet Telli
İlginizi Çekebilir