© Yeni Arayış

İnsan cevher mi kaynak mı?

“Kendinize yapacağınız iyilik hiç ölmeyecek gibi yaşamanız gereken bu hayatın varlık sebebinin ölümün bizzat kendisi olduğunu anlamanız olmalı. Hayatın sonsuz döngüsünün başlangıç ve bitiş noktasının aynı olduğunu anlamak zorundayız. Kaynak tek ve her şey orada başlıyor ve bitiyor çünkü.”

İnsan aynayla ilk defa ne zaman ve nerede tanıştı?

Tarihe bakacak olursak insanlığın aynayı keşfettiği ilk yer Çatalhöyük. Obsidyen bir taşın parlak yüzeyinde kendini gören insan ne hissetmiş olabilir?

Bu kendisi hareket ettikçe hareketlenen öteki varlık insanlık imgesinde hangi kapıları açmıştır?

Aynanın kadınların güzelleşme çabalarının bir parçası olarak arkeolojik bulgular arasında yerini alması; taraklar, koku kutuları, tokalar gibi pek çok aksesuara eşlikçi olması hiç de şaşırtıcı değil.

Aynanın camın icadı ile mükemmelleşmesi ve gerçekliğin birebir kopyası haline gelmesi insana kendi ötekisini daha da net bir biçimde gösterir. Artık ayna belirsiz bir silüetin ince detaylarının ötesine geçmiş, her gün izlenen bir öteki benin sonsuz bir kamera obscurası olmuştur.

Aynanın imgelere kazındığı hikaye Pamuk Prenses’tir. Kraliçe aynada kendi güzelliğine hayran olarak geçirdiği uzun yılların sonunda bu güzelliğin artık yavaştan onu terk ettiğini aynada izler. Ayna ona yaşlandığını, eskisi kadar güzel olmadığını söyler. Aynanın bunu söylemek için konuşmaya ihtiyacı yoktur. Aynanın prensesin daha güzel olduğunu söylemesine de gerek yoktur. Aynaya ve prensese sırayla bakan bir Kraliçe durumu gayet iyi anlayabilir. Ama masallar tabii ki biraz da işi abartmalı ve bazı gerçekleri göze daha da belirginleştirip sokmalıdır.

Pamuk Prenses ve 7 Cüceler bir masalsa, Substance-Cevher de en az onun kadar bir masal. Hikayeye inanmak için biraz olsun kendimizi gerçeklikten uzak tutmamız gerekir. En azından şimdilik.

Kraliçe bugün yaşasaydı yaşlandığını, güzelliğini kaybettiğini fark etmeye başlamadan bunu durdurmak için ülkesinin ya da dünyanın en yetenekli estetikçisinin kapısında soluğu alırdı. Prensesi öldürse de kendi aynasında gördüğünü fark edecek kadar akıllı olmasa muhtemelen kraliçe olmazdı.

Grimm kardeşlerin ya da onlara bu masalı anlatanların çağında ayna, tarak, kokular, tokalar, allıklar tabii ki vardı. Ama kimsenin aklına buruşan derileri düzletmek, eğri burunları düzeltmek, derinin çizgilerini eczalarla doldurmak gelmiyordu. Gelse bile bunu yapacak bir bilgi ortada değildi.

Birbirine benzeyen silikon dudaklarla güzel olduğunu zannedenlere biri bunun böyle olmadığını söylemeli artık. Zaten estetiğin diğer adı da plastik cerrahi değil midir? Sonuçta biçimsizliğe mahkum; çevre düşmanı bir polipropilen hammadde misali insan bedeni de ne kadar kesip biçilse sonuçta yok oluşa mahkumdur.

İnsanlık 12 bin ya da (Göbeklitepe şerefine) 15 bin yıllık tarım devrimi çağının sadece son birkaç on yılında yaşlanmayı durdurmak için aynadaki surete bakıldığındaki hayal kırıklığını gidermek için eline doktor bıçağını aldı.

Substance-Cevher, kapitalizmin kurumsallaşmasıyla, bir elektrikli testereye dönüşen güzelleşme sektörünü merkezine alan hikayesinde bize güzelleşme çabasının özünde kötü olduğunu söylüyor.

Güzelleşmeye çalışmak tıpkı Kraliçe’nin prensese yaptığı gibi bencil bir tercihtir. Başka bir gençliğin güzelliğini öldürmekle, kendini gençleştirerek güzelleştirmek arasında amaç farkı bulunmaz. İkisi de tek taraflı bir bencilliğin halleridir.

Birbirine benzeyen silikon dudaklarla güzel olduğunu zannedenlere biri bunun böyle olmadığını söylemeli artık.

Kapitalist bir ekonomide her şey ticaridir. Ve ticari olan her şey de kaçınılmaz olarak kar odaklıdır. Kapitalizm insana pek çok buluş kazandırmıştır.  Bu buluşların hiçbiri insanın daha önce de bir şekilde giderdiği ihtiyaçlarından fazlası için değildir. Levi Strauss’un da dediği gibi ilkel insanla bugünün insanının ihtiyaçları arasındaki fark niteliksel değil niceliksel.

Bu niteliksel dönüşümü sinema sanatının sınırlarını zorlayarak grotesk bir dilde anlatan bunun için Demi Moore gibi bir sinema ikonunu limitlerinde kullanan Substance-Cevher’in sinemasal eleştirisi, senaryosunun daha iyi olabileceği, finalinin farklılaştırılabileceği gibi pek çok söz söylenebilir. Ve bunlar bakış açısına göre haklılık payına da sahiptir.

Ancak bütün bunların ötesinde Cevher’in sinemanın imkanlarını kullanarak sunduğu seyirlik; kapitalizm, modernite, post truth ekseninde ilerleyen insan medeniyetinin güzellik için yaptıklarının maddi karşılığını gözler önüne sermedeki açık sözlülüktür.

İnsanın yok oluşa giden varlığını kurtarmak için kullandığı cevher doğada dönüşerek sonsuzluğa kalan madenlerden biri değildir. İnsanı bir cevher olarak en fazla son 100 yılın en sorunlu icadı olan plastikle mukayese edebilirsiniz. Zaten estetiğin diğer adı da plastik cerrahi değil midir? Sonuçta biçimsizliğe mahkum; çevre düşmanı bir polipropilen hammadde misali insan bedeni de ne kadar kesip biçilse sonuçta yok oluşa mahkumdur.

Bu yokoluşu engellemek için yapacağınız buluşların sınırı yoktur. Kapitalizm belki bir gün gerçekten de insanın kendi yenisini icat eder. Burada tek sınır insanın hammaddesidir.

İnsanın varlığını yenileyebileceği sanmanın bir yanılsama olduğu ve kapitalizmin bunu pek çok şeye yaptığı gibi istismar edeceği açıktır. Bunu anlamak için Substance’a 141 dakika katlanmanıza gerek yok. Popüler Oksijen’in sağlık yazarını okusanız da olur.

İnsanı bir yeniden dönüşüm malzemesi gibi tekrar şekillenecek bir cevher gibi görmenin karşısında onu toprağın derinlerine sızan akışkan bir element gibi görmek vardır. İnsan bir cevher değildir. İnsan olsa olsa bir kaynaktır. 

Cevherin groteskliği sizi yorduysa size Aronofsky’nin Kaynak filmini öneririm.

“Kendinize yapacağınız iyilik hiç ölmeyecek gibi yaşamanız gereken bu hayatın varlık sebebinin ölümün bizzat kendisi olduğunu anlamanız olmalı.


Hayatın sonsuz döngüsünün başlangıç ve bitiş noktasının aynı olduğunu anlamak zorundayız. KAYNAK tek ve her şey orada başlıyor ve bitiyor çünkü.” 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER