İngiltere'nin arayışı: Gelenek ve değişim
SİYASETİngiltere'nin arayışı: Gelenek ve değişim
IT IS COMING HOME
Öncelikle, oyuncuların ligde oynadıkları takımları milli takıma göre daha önemsedikleri konuşuluyor. Bu belki ligde daha çok zaman geçirdikleri için normal ama sonuçta milli takım ruhu taşımadıkları -bunu gurur duyulacak bir şey olarak görmedikleri- görülüyor. Bunun sebepleri arasında İngiltere’de aşırı paraların döndüğü Premier League sorumlu gösterilebilir.İkincisi, kimin İngiliz olduğu yahut kimlerin İngiltere’yi temsil edeceği meselesi. Bunun bir göstergesi penaltı kaçıranın bir siyahi oyuncu olduğu zaman aldığı ırkçı tepkiler. Oysa artık futbol sadece beyazlar tarafından oynanmıyor çünkü İngiltere toplumu sadece beyazlardan oluşmuyor. Bir başkası ise, değişime direnç. Örneğin, Southgate takıma psikolojik açıdan destek olması için bir psikolog getirtiyor: (Milli takımla olan bu deneyimini daha sonra kitaplaştıran Dr. Pippa Grange). Oyuncular ruh sağlıklarına yapılan böyle bir yatırımı gereksiz görüyor. Nitekim eserde görüldüğü üzere, çoğunun ilk sorusu “ne zaman antrenmana başlayacağız”. İngiltere’ye dair öğrendiğimiz şeyse şu: Futbolun spor olarak başladığı ülke olmanın, futbolda kazanmanın adeta İngiltere’nin “hakkı” gibi görülmesi. Dolayısıyla, 58 yıldır herhangi bir kupa alamamış olmak, İngiltere için büyük bir kabullenememe sorunu yaratmış.Sonuçta futbol “onlar”ın başlattığı bir şey. Bu taraftarların sıklıkla kullandıkları “Futbol evine geliyor” (It is Coming Home) tezahüratında görülüyor. Eserde sıklıkla baş gösteren bir başka konu ise korku. İngiltere’nin sıklıkla kupalardan elenmesine sebep olan on yıllardıraşamadığı penaltı korkusu. İroniye bakın ki, Southgate’in kendisi de milli takım oyuncusuyken 1996 Dünya Kupası’nda penaltı kaçırarak, İngiltere’nin elenmesine neden olmuş bir antrenör. Bu anlamda, oyundaki ifade ile “İngiltere’nin kaybetmeyi öğrenmesi gerekiyor”. Zira mesele artık bir futbol maçı kaybetmekle ve ondan sonra oyuncuların ırkçılık veya başka tür toplumsal bir linç ile karşı karşıya kalmalarında ve buna rağmen hayatın devam ettiğini görememesiyle ilgili değil. Ülkenin bir zamanlar üstünde güneş batmayan ülkeden küçük bir ada ülkesine dönüşmüş, eski gücünü yitirmiş olmasına rağmen, 17-18. yüzyıldan beri var olan gelenekleriyle övünmeye kitlenip, bunlarda herhangi bir değişimi yıkım olarak görmesinde. Dolayısıyla, ülkenin genel anlamda gelenekleri bugünkü dünyanınyarattığı değişimlere uyarlama konusunda (korku dahil) bir sorunu var. Gerçekten geleneklere bu fazla bağlılık, muhafazakar bir toplum yaratmış. Bu nedenle toplum değişimi, ancak ufaksa kabul edebilir durumda. İngilizce adıyla incrimentalism(aşamacılık) bir siyasal sistemi oturtmak, toplumsal düzeni sarsmamak ve böylece büyük çatışmalar yaşamamak adına belki olumlu bulunabilir.GELENEKLERE FAZLA BAĞLILIK MUHAFAZAKAR BİR TOPLUM YARATMIŞ
Eski o denli yüceltilip, devam ettirilmek isteniyor ki, muhafaza edilmek istenenin ne kadar emperyalizme dayalı; erkek; beyaz ve İngiliz olduğu dolayısıyla bu özelliklere sahip olmayanları rahatsız eden bir şeyi temsil ettiğinin farkına bile varılmıyor. Gerçekten geleneklere bu fazla bağlılık, muhafazakar bir toplum yaratmış. Bu nedenle toplum değişimi,ancak ufaksa kabul edebilir durumda. İngilizce adıyla incrimentalism (aşamacılık) bir siyasal sistemi oturtmak, toplumsal düzeni sarsmamak ve böylece büyük çatışmalar yaşamamak adına belki olumlu bulunabilir. İngiltere’de (Kuzey İrlanda’yı dışında tutuyorum) son iç savaş benzeri anlaşmazlık 17. Yüzyılda yaşanmış. Ancak bugünün hız ve değişim dünyasında, bu yaklaşımla sorun çözmeye çalışmak, sorunların katılaşmasına, giderek daha zor çözülür olmasına neden olduğu gibi, her tür yenilikten korkulmasını da beraberinde getiriyor. Nitekim ikinci konuya, İşçi Partisi’nin kazandığı zafere gelirsek, bu kadar muhafazakar bir toplumun bir anda sola kaymasının gerçekçi olmayacağını görebiliriz. İstatistiki verilere bakıldığında, İşçi Partisi’nin 2019’deki seçimle kıyaslandığında, oy oranını sadece %1,6 artırdığını görmek mümkün. Bir başka deyişle, Muhafazakarların neredeyse %20’yi bulan oy kaybı, daha çok Muhafazakar Parti’ye duyulan tepkiyle ilgili. Bu oylar birçok farklı partiye kaymış durumda. Bunlar arasında en büyüğü Brexit’in baş savunucusu, aşırı sağ Nigel Farage’ın başını çektiği, oy oranını %12,4 artırarak %14,3’ü bulan Reform Partisi. Bunun ileride ülkedeki en azından büyük şehirlerdeki çoğulcu hayatı zorlaştıracağını söylemek mümkün. Bu anlamda, belki de asıl korku duyulacak şey bu olmalı. Bir başka sebep de “first past the post” (çoğunluğu elde eden partinin oy oranından çok sayıda vekillik kazandığı) seçim sistemi. Dolayısıyla, çoğunlukçuluğa dayanan ve İşçi Partisi’nin %33,8 oyla 650 sandalyenin 409’unu (%63) almasını sağlayan sistem. Bu, bir çok değişikliğin en azından kanun yoluyla kolayca yapılması anlamına gelebilirse de konuya dair bir toplumsal uzlaşı olduğu yahu toplumun değişikliği kabulleneceği anlamına gelmiyor. Oysa ihtiyaç tam da bu zira İşçi Partisi’ni kolay bir gündem beklemiyor. Barınmadan, sağlık sistemine, bir türlü artmayan büyümeden eğitime bir çok kökleşmiş ve önemli soruna aynı anda çözüm bulmak. Tüm bunların, şu gelinen noktada aşamacı bir yaklaşımla olmayacağı açık. Kaçınılmaz tek şeyin değişim olduğu bir dünyada, geleneğin yerine neyin konulacağı ve bunun sonucunda, ortaya çıkanın bugünkü anlamıyla ne kadar İngiltere olacağı ucu açık bir soru. Diğer yandan, 2024 Avrupa Kupası’nda İngiltere, İsviçre karşısında tek bir penaltı bile kaçırmadı. Beşini de gole çevirdi. (Bunların dördünü atansa siyahi oyunculardı). Doğru liderlik ve vizyon ile korkuların üstüne gidildiğinde sonuç elde edilebiliyor. Umalım ki, bu sadece futbolda değil tüm konularda geçerli olsun.İlginizi Çekebilir