İngiltere\'deki ırkçı ayaklanmalar: Bir distopyanın gölgesinde
GENELİngiltere'de ayaklanan ırkçılar, mültecilerin barındığı bir oteli yakmaya çalıştılar, yol kesip sürücülerin ten renklerini kontrol ettiler, caddelerde gördükleri göçmenlere saldırdılar, polisle çatıştılar... Yaşananlar kusursuz bir distopya fırtınasıydı. Olaylar, İngiliz neonazilerin sosyal medya aracılığıyla yaydıkları aslı olmayan, "Müslüman bir mülteci 3 çocuğu bıçakladı" haberi üzerine başladı. Polisin kesin bir dille haberin "yalan" olduğunu belirtmesine rağmen Naziler azdıkça azdılar…
Avrupalı ırkçılar, bir eşiği daha kazasız belasız aştılar. İngiltere'de ayaklanan ırkçılar, mültecilerin barındığı bir oteli yakmaya çalıştılar, yol kesip sürücülerin ten renklerini kontrol ettiler, caddelerde gördükleri göçmenlere saldırdılar, polisle çatıştılar... Yaşananlar kusursuz bir distopya fırtınasıydı. Olaylar, İngiliz neonazilerin sosyal medya aracılığıyla yaydıkları aslı olmayan, "Müslüman bir mülteci 3 çocuğu bıçakladı" haberi üzerine başladı. Polisin kesin bir dille haberin "yalan" olduğunu belirtmesine rağmen Naziler azdıkça azdılar ve "insanlar dışarı çıkmasın" diye kapılarına kent mobilyalarını yığdıkları oteli kundaklamaya çalıştılar. Tıpkı Madımak Oteli gibi...
Yıllardır, "Avrupa'yı korumak için mücadele eden öfkeli çocuklar" diye reklamı yapılan ırkçıların, nasıl barbarlar olduklarını ve sadece insan kanı içmek istediklerini gördü tüm Avrupa. Tıpkı saldırılar sırasında Nazi selamlarıyla sık sık anılan küresel katil Adolf Hitler gibi. Sanırım biraz da dehşete kapıldı Avrupalılar. Başlarını okşadıkları, sevecen, babacan yaklaştıkları, ırkçılıklarına -güya çaktırmadan- müsamaha gösterdikleri sözde "vatansever" sevimli nazicikleri vampir dişlerini gösterdi bir anda İngiltere'de. Irkçıların ele geçirecekleri ülkelerde ne gibi planları yürürlüğe koyacaklarına dair bir provaydı İngiltere ayaklanmaları. Katliam, kan ve kaos...
Almanya'da durum ne peki? Almanya'da da zaman zaman mültecilerin yaşadığı binalara yönelik kundaklama girişimleri oluyor. Günlük ırkçılığı söylemiyorum bile. Özellikle ülkenin doğusunda, insanların isimlerinden ve ten renklerinden ötürü uğradıkları günlük ırkçılık artık rutine dönüştü. Bu durum vasıflı yabancı işçilerin ülkenin doğusunda çalışmayı reddetmesine kadar uzuyor. Alman resmi makamları, 46 milyon civarında işgücüne sahip ülkenin 2035 yılına kadar 7 milyon vasıflı işçi sıkıntısı çekeceği tahmininde bulunuyor ancak özellikle doğuda artan yabancı düşmanlığı, vasıflı yabancı işgücünün bölgede istihdam edilmesinde ciddi bir şekilde sorun yaratıyor. Örneğin, Chemnitz kenti 2018 yılında neonazilerin sokaklarda mülteci avına çıktığı ayaklanmayla gündeme gelmişti. İşte bu kentteki bir mühendislik şirketinin yöneticisi olan Joerg Engelmann, kalifiye yabancı işçileri getirmek için büyük çaba göstermelerine rağmen kentin aşırı sağın kontrolünde olması nedeniyle işçilerin sürekli olarak ırkçı hakaretler ve dışlanmaya maruz kaldıklarını anlatıyor. Engelmann, "Bu nedenle işe aldığımız göçmen işçiler hızlıca buradan uzaklaşmayı tercih ediyor" diyor. Engelmann, işletmelerin bu konudaki mağduriyetlerinin giderek büyüdüğüne dikkati çekiyor. Aşırı vatansever neonazilerin ülkelere neye mal olduğuna bakın. İslamcı ya da neonazi her neyse, faşizm faşizmdir; total özeti ise saf kötülüktür.
Ayaklanmaların yasal düzene karşı olması sebebiyle, ırkçıların "terörizm" suçundan yargılanabilecekleri ifade ediliyor. Avrupa'da ırkçılara teşne olmaya gönüllü çok sayıda politikacı varken İngiltere'nin kendilerini "gerçek halk" diye satan neonazilere boyun eğmeyen bir başbakanının olması çok güzel bir şey elbette.
"TERÖRİZM SUÇU..."
İngiltere'ye dönelim. Ülkede giderek büyüyen ırkçı nefretin altında hangi sebepler yatıyor? İslam karşıtı ayaklanmalar, 17 yaşındaki bir gencin Southport’ta üç kız çocuğunu bıçakladığı ve birden fazla kişiyi de ağır yaraladığı iddiasıyla tetiklenmişti. Şiddet dolu gösteriler, "failin Müslüman bir sığınmacı olduğuna" dair internette dolaşıma sokulan dezenformasyonlarla rayından çıktı.
Tüm bunların yanı sıra, Avrupa'daki ırkçılığa ilişkin öncelikle tespit edilmesi gereken bazı noktalar var. Kesin olarak anlaşılması gereken şu ki: Aşırı sağcı partiler, güya anayasaya sadık olduklarını ifade etseler dahi bu söylemlerinin ciddiye alınmaması gerekiyor. Bu partiler, gündem ve söylemleri ile ırkçı/göçmen karşıtı politikaları topluma benimsetmeye çalışan neonazi hareketler tarafından destekleniyorlar. Almanya için Alternatif (AfD) örneğinde olduğu gibi. İkincisi, aşırı sağın yükselişine karşı çözümün, bunların söylemini normalleştirerek ve ona giderek artan bir meşruiyet kazandırarak nefret politikaları uygulamaktan geçtiğini düşünen çok sayıda hükümet var Avrupa'da. Bunun yanı sıra ırkçı soytarıları ekranlara ya da gazete sayfalarına taşıyarak onların söylemlerinin legalize olmasına yardımcı olan medya kuruluşları. Çok sayıda medya kuruluşu, "iyi sattığına" inandıkları için ırkçılığı ve yabancı düşmanlığını yeniden üretme konusunda oldukça mahir davranıyorlar.
Öte yandan, İngiltere'de günlerce yaşanan ırkçı ayaklanmaya hükümet oldukça sert tepki gösterdi. Ayaklanmaları, hukukun üstünlüğüne saldırı olarak niteleyen, bütün ülkede istihbarat ve polis güçlerinin koordinasyonuna yönelik girişimde bulunulacağını açıklayan İşçi Partili Başbakan Keir Starmer, ayrıca "ayaklanmalara katılan herkesin mutlaka cezalandırılacağını ve aşırı sağcı haydutları pişman edeceğini" söyledi. Ayaklanmaların yasal düzene karşı olması sebebiyle, ırkçıların "terörizm" suçundan yargılanabilecekleri ifade ediliyor. Avrupa'da ırkçılara teşne olmaya gönüllü çok sayıda politikacı varken İngiltere'nin kendilerini "gerçek halk" diye satan neonazilere boyun eğmeyen bir başbakanının olması çok güzel bir şey elbette.
Bununla birlikte, İngiltere'deki ayaklanmanın ada demokrasisi için ciddi bir tehlike olarak algılanması ve hükümet ile yargının bu bilinçle olayları ele alması önemli. Bu ayaklanmalar demokrasilerin tahammül sınırlarının çok ötesinde. Bugüne kadar "aman görmezden gelelim, aman üzerlerine gitmeyelim, iyice azmasınlar" diye tıpışlanan neonazilerin, İngiltere'nin orta yerinde içinde insanların bulunduğu bir oteli yakmaya çalıştıkları, yol kesip ten kontrolü yaptıkları, sokakta yürüyen insanlara ağza alınmayacak ırkçı hakaretlerde bulundukları unutulmamalı.
Neofaşistlerle dansa kalkan Avrupa demokrasisi, şimdi panik halinde ve umutsuzca dansın bitmesini bekliyor. Gerekli tedbirler alınmadığı takdirde artık seçik anlaşıldığı üzere dansın ne zaman biteceğine demokrasiler değil faşistler karar verecek. İngiltere örneğinden bahisle "tolerans, hoşgörü, düşünce özgürlüğü" diye diye faşistlerin kendisini delik deşik etmesini, kemirmesini izleyen Avrupa demokrasileri için kötü günler geride kaldı, daha kötüleri kapıda...
KÖTÜ GÜNLER GERİDE KALDI, DAHA KÖTÜLERİ KAPIDA
Sonuç olarak, Avrupa'da aşırı sağcı/ırkçı hareketlerin; yeni siyasi dinamikleri, toplumsal hayatı ve barışı etkileyecek düzeyde geliştiği bir süreç yaşıyor. Hal öyle ki Avrupa Birliği’nin (AB) dış politika mesajlarında dahi zaman zaman yeni faşist söylemlerin izlerini kolaylıkla takip edebiliyorsunuz. Kapitalist sistemin arızalarından kaynaklanan krizler; yoksulluk, işsizlik, savaşlar ve kitlesel göçlere neden olurken, tüm bu olan bitenin bakiyesi olan ırkçı-faşist hareketler de giderek güç kazanıyor. İşte bu tablonun en katmanlı örneklerinden biri ülkeler bazında İngiltere. Sanırım en büyük talihsizlik, zamanın sorunlarına çözüm üretme konusunda ideolojik hamleler yapamayan merkez siyasetin sağ ve sol unsurlarının, oy uğruna çoğu zaman ırkçı-faşist politikanın sahasında oyun kurmaya mecbur kalmaları. Sosyalist partilerin de salt retorik üretmeye kurgulanmış politik anlayışları eşliğinde ideolojik reflekslerinin felç olduğunu üzerine koyduğumuzda, demokrasiye kurulan tuzağın boyutları kendiliğinden gözler önüne seriliyor. Meşhur bir söz vardır, "Ayıyı dansa kaldırırsanız, dansın ne zaman biteceğine siz değil ayı karar verir." Neofaşistlerle dansa kalkan Avrupa demokrasisi, şimdi panik halinde ve umutsuzca dansın bitmesini bekliyor. Gerekli tedbirler alınmadığı takdirde artık seçik anlaşıldığı üzere dansın ne zaman biteceğine demokrasiler değil faşistler karar verecek. İngiltere örneğinden bahisle "tolerans, hoşgörü, düşünce özgürlüğü" diye diye faşistlerin kendisini delik deşik etmesini, kemirmesini izleyen Avrupa demokrasileri için kötü günler geride kaldı, daha kötüleri kapıda...
İlginizi Çekebilir