© Yeni Arayış

İncinmek yahut ruhsal nasırlaşma

İncinmek yahut ruhsal nasırlaşma

Evet, incinmiş olmayı deneyimleme güçlüğü, yaşamsal kırılmaları şart koşuyor. Kişi ruhsal detaylarını sınıfsal bir lüks değil de temel ihtiyaçlar olarak görebilmeyi başardığında, bu yelpazeyi temel bir mesele olarak algıladığında ancak o zaman bir çocuğun, bir hayvanın, çaresiz bir insanın kendi ölçeğindeki zorluklarına kulak verebilecek demektir bu. Kişinin ruhsal dünyasında olup biten detaylar onun kişiliğini, tercihlerini, yaşantısını ve yaşantısında deneyimleyeceği doyum ya da doyumsuzluğu belirleyecektir. Ruhsallık; bireysel öyküde kişide o an neyin gerçekleştiğini izah eden bir terim. Bedensel duyumlara nazaran biraz daha gelişmiş kaslara da ihtiyaç duyan bir kavram. Acıkmak, susamak ya da uykunun gelmesi gibi fizyolojik durumları deneyimlemek yine istisnalar ile birlikte daha refleksif gerçekleşirken ruhsal detayları yakalamak için sıklıkla sağlıcaklı bir çocukluk öyküsüne ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü ruhsallığa hakim olmak kendi halinde bir potansiyel barındırmakla birlikte kendisine şahitlik isteyen de bir yeti. Yani kişinin mutsuzluğunu teyit edecek bir aile büyüğüne, ya da bir örnekle yalnızlığını onda görüp “seni yormuştur’’ diyecek ve ona tanıtacak bir rehbere ihtiyaç duyan bir durum. Annenin alfa işlevi; Psikanalist Wilfred Bion’un tanımladığı alfa işlevine göre; doğduğu andan itibaren bebeğin içsel ve dışsal uyaranlara maruz kaldığı ifade edilir. Bu uyaranlar beta uyaranlar olarak tanımlanmıştır. Beta elementler fizyolojik ihtiyaçlar olabildiği gibi dışarıdan gelen ses, koku, temas vb. olarak da düşünülebilir. Bu tüm beta elementler bebek adına gönüllü bir annenin şefkatli ve sakin bir şekilde karşılaması halinde alfa bir uyarana yani tehdit içermeyen, başedilebilir öğelere dönüşürler.  Annenin alfa işlevini, yani bir anlamda öğütmek ve rahatlatıcı olma davranışını yerine getirebilmesi için bir düşlem/öngörü kapasitesine ihtiyacı bulunur. Bir soru ile izah etmem gerekirse; “Çocuğumu şu an rahatsız eden ne olabilir?” diye sorabilme kapasitesi. Ve bu sorulara yanıt verebilecek annesel işlevlere sahip olma yetisi. Nefesi kesilene kadar ağlayan bebeğini bir annenin kucağına alıp; “Acıktın sen değil mi” diye yaklaşması, ya da uykuya dalmakta güçlük çeken bebeğine bazen yaklaşıp “çok özledin beni” diye çıkarımlarda bulunabilmesi. Bebeğin düzensiz eylemlerini alıp onun nereden kaynaklandığını fark edip bunu bebeğe öğretecek bir bakım veren tavrından söz ediyoruz. Anne burada ilkel şekliyle bebeğinde gözlemlediği duyguları alır, öğütür ve çocuğa geri sunar. Dolayısıyla alfa işlevine sahip bir anne çocuğunu tavırları ile değil, onda ne olduğu ile ilgilenen annedir. Böylelikle bebek gelişimsel süreçlerle birlikte kendisinde neler olduğunda nelerden kaynaklandığını öğrenmeye başlar. Geçerli bazı gerekçeleri dışarıda bırakarak gün ortasında bir arkadaş grubunda esneyen birini gördüğümüzde onun uykusunun geldiğini değil de olmak istemediği bir yerde olduğunu söylememiz de bu yüzdendir. Yahut yakın zamanda bir sevdiğini kaybetmiş birinin son günlerdeki dikkatsizliğini gördüğümüzde onun sakarlığını değil yaşadığı acının büyüklüğünü düşünüyor olmamız da bu yetiden kaynaklı. Olan ya da görünenle değil, ruhsal olana dikkat kesilmek. İnsani bir yaklaşımın da ana ögesi. Bazılarımızın; yorulmuşsundur, zorlanmışsındır, üzülmüşsündür ifadesini duyamaması yahut duyup da işitememesi ya da işitse dahi bu cümleden bir teselli bulamaması da yine bu ruhsal yabancılaşma ya da tanımlayabildiğim şekli ile ruhsal nasırlaşma ile ilgili.

RUHSAL NASIRLAŞMA

 Kişi alfa işlevlerini yerine getiremeyen bakım verenler ile büyüdü ise, çevresinde düşlemleme kapasitesi görece düşük olan kişiler ile irtibat halinde ise; kendinde gerçekleşen ruhsal hallere de yabancılık çekecektir dersek yanılmış olmayız. Yani böyle bir ruh hali için; “İncinmiş olmalısın” yorumu içtenlikten yoksun bir teselli gibi algılanacaktır doğal olarak. Bazılarımızın; yorulmuşsundur, zorlanmışsındır, üzülmüşsündür ifadesini duyamaması yahut duyup da işitememesi ya da işitse dahi bu cümleden bir teselli bulamaması da yine bu ruhsal yabancılaşma ya da tanımlayabildiğim şekli ile ruhsal nasırlaşma ile ilgili. Çocukluğunda yalnızca karnesinin notu düştüğünde, gramajı eksildiğinde ya da büyük bir sağlık sorunu olduğunda işitilmiş olan çocuklar için ruhsallıklarının nasırlaşmasından öte bir yol olmayacaktı haliyle. Ve yine bu çocuklar için kendi bedensel ağrılarını “bıçak saplamışlar gibi doktor bey” diyerek anlatmaları da tesadüf değil. Ayağa kalkamayacak hale geldiğinde sadece “dinlenmem gerek” diyebilenler için yaşadıkları sıkıntıları “zorlanıyorum” ya da “acı çekiyorum” şeklinde ifade etmek doğal olarak yeterli gelmeyecektir. Daha büyük sözlere ihtiyaç duyulur, daha büyük şeyler olduğunda sadece işitileceklerini belki de zannettikleri için. Fiziksel imkan olduğu müddetçe “dinlenmek istiyorum’’ diyemeyen birini yaşam zaten durduracaktır demek bu. Örnek olarak ülkemizde en yaygın görünen sağlık sorunlarından olan gastrointestinal rahatsızlıkların stres ve dolayısıyla bastırma ile de ilişkisini düşündüğümüzde bazılarımızın ne yazık ki kendimize karşı ne kadar ileri gittiğimizi anlamamız için “mide kanaması” yaşaması gerekiyor gibi.

‘DİNLENMEK İSTİYORUM’ DİYEMEYEN BİRİNİ YAŞAM ZATEN DURDURACAKTIR

Öte yandan kendi ruhsallıklarını deneyimlemekte zorlanan kimseler için bazı kaza ya da hastalıkların da görece bu konuda güçlü insanlara nazaran daha yakın olduğunu söylememiz hatalı olmayacaktır. Fiziksel imkan olduğu müddetçe “dinlenmek istiyorum’’ diyemeyen birini yaşam zaten durduracaktır demek bu. Örnek olarak ülkemizde en yaygın görünen sağlık sorunlarından olan gastrointestinal rahatsızlıkların stres ve dolayısıyla bastırma ile de ilişkisini düşündüğümüzde bazılarımızın ne yazık ki kendimize karşı ne kadar ileri gittiğimizi anlamamız için “mide kanaması” yaşaması gerekiyor gibi. Kişinin kendine ihtimam gösterme hakkını kendinde bulabilmesi için ölümden dönmüş olma gerekliliğinin olması da apayrı bir trajedi. Evet, incinmiş olmayı deneyimleme güçlüğü, yaşamsal kırılmaları şart koşuyor. Kişi ruhsal detaylarını sınıfsal bir lüks değil de temel ihtiyaçlar olarak görebilmeyi başardığında, bu yelpazeyi temel bir mesele olarak algıladığında ancak o zaman bir çocuğun, bir hayvanın, çaresiz bir insanın kendi ölçeğindeki zorluklarına kulak verebilecek demektir bu. Halden anlamak olarak tanımlanan bu halden benim anladığım; yalnızca kendi halini duyabilenlerin bir başkasının halini idrak edebileceği olduğudur. Şükrü Erbaş’tan; “Kırk cümle kuruyorsun, ağzını açmadan vazgeçiyorsun. İncinme değil bu, insana olan inancını yitirme.” İncinmişliğe övgüyle…

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER