© Yeni Arayış

İktidarın İdeolojik Aygıtları – 1: Eğitim:

Zamlar toplumu yoksullaştırırken onları daha çok devlete/iktidara mahkum ediyor. Uygulanan eğitim sistemi de gençleri ailelerin yoksulluklarına ve mesleksizliklerine mahkum ediyor. İktidar eğitimi, ideolojik aygıt olarak toplumsal mühendisliğin aracı olarak kullanılıyor

Kabinenin açıklanmasının üzerinden hayli zaman geçti. Ama bu yazı bir kabine değerlendirme yazısı olmayacak. Kabine açıkladığında en çok konuşulanlar, dört Kürt bakan, ekonominin başına Mehmet Şimşek’in geçmesi, Dışişleri Bakanı’nın da Hakan Fidan olması idi. Bu kabine Erdoğan’ın yeni vizyonu ve kendisi için bir yenilenme fırsatı olarak görüldü.

Gerçekten öyle mi?

Bakanların büyük kısmının yenilenmesi esi tek başına değişim değil. Sonuçta tüm bakanlar mevcut yönetim sistemi için Erdoğan çizdiği sınırlar kadar özgür olacaklar. Ve bu kabine ideolojik olarak geçmişten kopuşu temsil etmeyecek.

Bunun da en somut örneği Milli Eğitim Bakanlığı ve bakan olarak atanan isimdir. Ki bunu o günlerde katıldığım programlarda söyledim.

Yeni kabinede bu ideolojik sürekliliğin en önemli kanıtı Milli Eğitim Bakanlığı’na atanan Yusuf Tekin’dir.

Neden?

Yusuf Tekin, 2011 seçimlerinde AKP seçim beyannamesinde olmadığı halde 2012 yılında apar topar 4+4+4 sistemin hayata geçirilmesinden sonra bakanlıkta müsteşarlığa atandı ve bu sistemin ideolojik taşıyıcılarından biri oldu. Ki o günlerde verdiği söyleşilerde karma eğitime, eğitimde laik değerlere mesafesini açıkça ortaya koyan bir isimdi.

Bu açıdan yeni kabineyi pek çok kişi değişimci, uzlaşmacı görse de ben Milli Eğitim Bakanlığı üzerinden, iktidarın devletle uzlaşarak hayata geçirdiği toplumsal mühendisliğe devam edeceğini düşünüyorum.

ÜÇ İDEOLOJİK AYGIT: MEDYA, EĞİTİM, DİYANET

Türkiye son yıllarda her alanda olduğu gibi eğitim alanında da belli bir dönüşüm yaşıyor.

AKP’nin siyaseten kendi kültürel ve siyasal kimliğini inşası ve partiyi buna göre dönüştürmesi; parti ile sınırlı kalmadı. AKP hükümeti, elde ettiği siyasal meşruiyet ile devlet aygıtlarını da kullanarak kamusal alanı kendi kültürel kimliğine göre dönüştürme yoluna girdi. 2010 sonrasında yaşanan bu.

2015 sonrası bu dönüşüme bir anlamda devlet de ortak oldu ve milliyetçilik+muhafazakârlık eklemlenmesi karşımıza ümmetçilik olarak çıktı.

Toplumsal mühendislik projesi olan bu dönüşüm, toplumsal çoğulculuğu veri alan, toplumsal farklılıkların kamusal alanda birlikte yaşamasını başlangıç noktası olarak kabul eden bir nitelikte değil aksine kendi kültürel ve siyasal kimliğini “biricik ve doğru” varsayıp, tüm toplumu buna göre şekillendirmeyi amaçlıyor.

Bu hedef için kullanılan üç ideolojik aygıt var; medya, eğitim ve diyanet.

Bu yazıda eğitimi ele almaya çalışacağım.

TOPLUMSAL MÜHENDİSLİK AYGITI OLARAK EĞİTİM

2007 yılından itibaren bir anlamda “yap-boz”a dönüşen sistem arayışı, esas olarak, demografik verilere, toplumsal gelişmeye, taleplere, ekonomik ihtiyaçlara göre değil iktidarın hedeflediği toplumsal tahayyüle “en uygun” modeli bulmaya ve sistemi de buna uygun hale getirmeyi hedefledi. 4+4+4 sistemi bu hedefin tepe noktası oldu.

Yine toplumsal taleplerden ziyade iktidar tercihine dayanan genel liselerin kapatılarak eğitimin imam hatipleştirilmesi, seçmeli ders üzerinden eğitimin bilimsellikten uzaklaştırılarak içeriğinin daha çok İslamileştirilmesi bu hedefin araçlarından bazıları.

Yapılan bu değişiklik ile İmam Hatip Okulları’nın de facto olarak zorunlu hale gelmiş oldu.

Bu tercih, eğitime ilişkin niteliksel tartışma ve taleplere gözlerini kapatan, toplumda var olan çoğulculuğu korumak ve geliştirmek yerine herkesi homojenize etme, kendine benzetme kaygısına dayanmaktadır. Okullara yapılan yönetici atamaları da, tercih edilen ders içerikleri de buna uyumludur.

Bütün bu dönüşümü kendilerince “hegemonya kurma” olarak tanımlasalar da; sonuç “vasatın hegemonyası”na doğru ilerliyor.

AİLE BOYU YOKSULLUK VE MESLEKSİZLİK

Oysa Türkiye olarak bir zamanlar genç nüfusumuzla övünüyorduk. Bugün ise bu gençleri, siyasi tercihler ve bu tercihlere uygun biçimde dizayn edilen eğitim sistemi nedeniyle dünyadaki yaşıtları ile rekabet ettirme yerine, ebeveynlerinin geleceğine mahkum ediyoruz.

Sonuçta, dil eğitiminin yeterli olmadığı, düşünmeyi, eleştirel bakmayı merkeze alan felsefe, mantık gibi derslerin kaldırıldığı, fizik, biyoloji gibi fen bilimlerinin temeli olan derslerin sadece içerikleri  -bilimselliği- nedeniyle azaltılması ya da önemsizleştirilmesi ve bütün bunların yerine İslami tonu öne çıkaran derslerin yer aldığı eğitim sisteminden dünya ile rekabet edebilecek gençlerin çıkması mümkün değildir.

Bugün uygulanan eğitim sistemi ile gençlere dünya ile rekabet etme yeterliliği değil ebeveynlerin sahip olduklarına sahip olmayı birer başarı sayan bir gelecek verilmektedir.

Bu eğitim sisteminden mezun olanlar, ebeveynleri gibi kalıcı yoksulluğun, mesleksizliğin parçası olmaya adaydır.

Bunu gerek üniversiteye giriş sınavlarındaki sonuçlar gerekse PISA gibi uluslararası sınav sonuçlarında ortaya çıkan tablodan görüyoruz.

Özetle karşımızdaki eğitim sistemi, sınıf atlama, sosyal mobilizasyon gibi kişisel başarı hikayeleri ve hayalleri ile yükselmeyi hedefleyen gençler yaratmıyor. Sistem gençlere, ülkenin dış dünyaya karşı verdiği mücadeleden başarılı çıkarsa kendi paylarına düşen ganimetle zenginleşecekleri hayalini kurdurmaktadır.

Önceki gün yapılan zamlarla daha da yoksullaşan ve yoksulluğu normalleştiren ailelerin çocukları da verilen eğitim sistemi ile karşı karşıya olunan durumu normalleştirerek, ailelerinin sahip olduklarını korumayı başarı gördükleri ölçüde itiraz etmemeye, itaat eden, verilenle yetinmeyi öğrenerek büyüyorlar.

İzledikleri dizilerle, haberlerle olmayan geçmişi ihya edip zengin olmayı umuyorlar sonuçta. Bu da bizi kaçınılmaz olarak medyaya götürüyor.

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER