© Yeni Arayış

İktidara güvenmek?

İktidardaki akıl şimdi de (Kayyum politikasıyla CHP ve DEM partisi arasındaki ilişkiyi güçlendirmeyi amaç edinmeyeceğine göre) bu atamalarla her ikisini de seçimlerde etkisiz kılacak başka tezgahlar hazırlıyor olabilir. Çünkü olay DEM’in desteğiyle seçilen ve fakat bir CHP’li olan Ahmet Özer’in üzerinden yürüdü. Bu da bence düşündürücü!

Devlet Bahçeli’nin çıkışından sonra Kürt sorunun çözümüne ilişkin umutların birden bire boy attığı günlerde, yine birden bire ülkede tatsız şeyler olmaya başladı. TUSAŞ saldırısının hemen ertesinde Esenyurt, Mardin, Batman ve Halfeti’ye kayyum atanması herkesin kafasını karıştırdı. Ne oluyor da bir yandan Öcalan’ı Mecliste konuşmaya çağıran akıl aynı anda bu atamaları yapabiliyordu? İktidarın niyeti ne olabilirdi? Ne yapmak istiyordu? Bir oyun planı olmadan bu kadar sert dönüşler yapmak mümkün müydü? Mümkünse bundan sonraki hamle ne olabilirdi? Bu türden sorular tabii ki cevap bekliyor.

Geçen hafta sonu DİTAM’ın davetiyle Diyarbakır’da bir toplantı vardı. Bu toplantıda hem konuşmacı olarak ve hem de katılımcı olarak davet edilmiş kişiler Kürt sorunun çözümünde umutlu olmaya çalışan insanlardan oluşuyordu. Benim de henüz bitmemiş ama konuyla ilgili zaman zaman bu sütunlarda değindiğim çalışmamı orada sunma fırsatı buldum. Daha önce de yazmıştım ama tekrar edecek olursam Türkiye ekonomisinde ekonomik daralma ile “çözüm süreci” aynı tarihte, yani 2013 yılında başlamış. Her ne kadar ekonomi 2013’de dolar bazında yüzde 4.7 civarında büyümüşse de özellikle enflasyon ve cari açık alarm vermeye başlamıştı. (Nitekim 2014 ve 2015’de büyüme dolar bazında sırasıyla yüzde eksi 2.9 ve yüzde eksi 10 civarında gerçekleşti). 2013 yılının Newruz’unda ise Diyarbakır’da Öcalan’ın mektubu okunmuş sonrasında da Tayyip Erdoğan Öcalan’ın çağrısını olumlu bulduğunu açıklamıştı. Çözüm süreci de böylece başlamıştı.

Benim Hazine’nin bütçe verilerinden giderek oluşturduğum verilerde ise tuhaf bir durumla karşılaştım. Çalışmamın örneğinde 11 tane “Kürtlerin yoğun yaşadığı il” ile 11 tane “Türk ili” vardı. 2013 yılından başlamak üzere Kamu Yatırımları, Genel Kamu hizmetleri, Ekonomik hizmetler, Çevre, İskan ve Sağlık gibi konularda Kürt illerine ayrılan kaynaklar “Türk” illerine göre çok daha düşük gerçekleşmiş görünüyor. Buna karşılık, Savunma ve Kamu Düzeni gibi güvenlik hizmetleri, Din ve Kültür, Eğitim ve sosyal yardımlar gibi hizmetler görece artmış olmalarına rağmen düzeyleri Türk illerinin altında kalmış.

Yani 2013’de bir yandan barışa doğru adımlar atılırken aynı iktidar diğer yandan da ayrımcı bir bütçe politikası yürürlüğe sokmuş, özellikle bütçenin ekonomi başta olmak üzere önemli kalemlerinde gelmekte olan ekonomik krizin faturasını Kürtlere çıkarmış görünüyor.

Bir hükümet, neden ve hangi gerekçelerle bir yandan barış görüşmeleri yaparken diğer yandan Kürt illerinin ekonomik musluklarını kapatır ki?  Böyle bir yaklaşımın iyi niyetli ve samimi bir yaklaşım olmadığı çok açıktır.

SAMİMİ BİR YAKLAŞIM OLMADIĞI ÇOK AÇIK

Çalışmamın çıkarımları ne ölçüde gerçekçidir, (çalışmam henüz bitmediği için) söylemek zor. Ama bu yazının başında sorduğum sorulara cevap vermek noktasında diyebilirim ki eğer bu bulgum doğruysa Dolmabahçe Mutabakatı’nın neden ortadan kaldırıldığı sorusu da cevaplanmış olabilir. Çünkü, bir hükümet, neden ve hangi gerekçelerle bir yandan barış görüşmeleri yaparken diğer yandan Kürt illerinin ekonomik musluklarını kapatır ki?  Böyle bir yaklaşımın iyi niyetli ve samimi bir yaklaşım olmadığı çok açıktır.

Bir başka ifadeyle iktidardaki akıl şimdi de (Kayyum politikasıyla CHP ve DEM partisi arasındaki ilişkiyi güçlendirmeyi amaç edinmeyeceğine göre) bu atamalarla her ikisini de seçimlerde etkisiz kılacak başka tezgahlar hazırlıyor olabilir. Çünkü olay DEM’in desteğiyle seçilen ve fakat bir CHP’li olan Ahmet Özer’in üzerinden yürüdü.

Bu da bence düşündürücü!

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER