© Yeni Arayış

İklim krizi için radikal adımlar atarsak insanlığın hayatta kalma şansı hâlâ var

İklim krizi için radikal adımlar atarsak insanlığın hayatta kalma şansı hâlâ var

Emisyonları azaltmak, dirençliliği artırmak, ekosistemleri onarmak ve atmosferden sera gazlarını gidermek. Bu dört adım bizi kurtarabilir ama zamanımız her geçen gün azalıyor. Yazar: David King | Çeviri: Mert Söyler | Yazının orijinaline bu linkten erişebilirsiniz. 2008 yılında merhum Amerikalı iklim bilimci Wally Broecker, kutuplardaki buz kaybının küresel çapta ne gibi sonuçlara yol açabileceği konusunda uyarıda bulunmuştu. Bugün ise Broecker'ın öngörüleri her zamankinden daha da yüksek sesle yankılanıyor, zira Grönland buzulları korkunç bir hızla eriyerek deniz seviyesinin hızla yükselmesine yol açıyor. Son 15 yılda, Kuzey Kutup Dairesi küresel ortalama sıcaklık artışının dört katı kadar ısındı ve şu anda 1980'lere kıyasla 3 derece daha sıcak. 2023 yılında ise Antarktika’daki deniz buzunda şaşırtıcı derecede bir erime gözlemlendi.

İklim krizi yeni normalimiz

Geçtiğimiz yıl kara ve okyanus sıcaklıkları bir El Niño yılı için beklenenin de üstünde arttı. Küresel ortalama sıcaklıklar 1,5 derece sınırını aşarak, iklim değişikliğinin zincirlerinden kurtulmuş bir şekilde ilerlediğini gösteriyor. Dünyanın dört bir tarafında rekor seviyede çıkan orman yangınlarından, büyük şehirleri sular altında bırakma tehdidi oluşturan seller gibi aşırı iklim olayları artık yeni normalimiz haline geldi. Bu durum dünya çapında büyük can kaybına ve ekonomik hasara yol açıyor. Artan kanıtlara ve acil çağrılara rağmen, anlamlı adımlar atılmakta zorlanılıyor. Küresel refah, tarihsel olarak fosil yakıtlara dayanıyor. Fakat hükümetler tarafından yüklü miktarda sübvansiyon sağlanan ve bankalar tarafından finansal olarak desteklenen fosil yakıt devlerinin mutlak hakimiyeti, kısa vadeli karlarını gezegenin hayatta kalmasından daha önemli görüyor. Bu köklü bağımlılık, değişime acil ihtiyaç duyulmasına rağmen sürdürülebilir bir geleceğe geçişi engelliyor. GSYİH büyümesi kutsallığını korurken iklim, biyoçeşitlilik, sağlık ve sosyal adalet kurban ediliyor ve gelecek nesiller harap bir gezegen devralmaya mahkûm bırakılıyor. Bu sözlerimin, özellikle kalkınma aşamasındaki güney ülkelerinde, bir duyar kasma çabası olarak algılanabileceğinin gayet farkındayım. Amacım aslında onların kalkınma yolunu engellemek değil, gelişmiş dünyadaki bizlerin tutumunu ve belki de nihai hedefimizi değiştirmek.

Daha iyi bir gelecek mümkün mü?

Mevcut gidişatımıza devam edersek, bildiğimiz şekliyle uygarlık sona erecek. 2050'ye kadar sadece net sıfır emisyon gibi mevcut taahhütleri yerine getirirsek; devam eden aşırı hava olayları, buzul kaybı, deniz seviyesi yükselmesi ve sıcaklık artışı gibi zorluklarla mücadele eden bir insanlık formu hayatta kalabilir. Ama bu gidişatı değiştirme gücümüz var ve umut vadeden bir gelecek hâlâ mümkün. Bunu başarmak için, dört radikal adım içeren bir yolculuğa çıkmamız gerekiyor. Bu adımlar; emisyon salınımını azaltmak, atmosferde fazladan var olan sera gazlarını gidermek, ekosistemleri onarmak ve kaçınılmaz iklim değişikliklerine karşı yerel ve küresel dirençliliği güçlendirmek. Bazı etkili fosil yakıt önderleri, ne de olsa bilim insanlarının atmosferdeki emisyonları gidermenin yollarını bulacağını savunarak fosil yakıtlara dayalı ekonomilerimizi sürdürebileceğimizi iddia ediyorlar. Fakat bu çok mantıksız bir düşünce. Son analizler, aşırı hava olayları nedeniyle yıllık küresel GSYİH maliyetlerinin yüzyılın sonuna doğru küresel GSYİH'nin %100'üne yaklaşabileceğini gösteriyor.

Yenilenebilir enerjilere geçiş

Bu sırada ise, fosil yakıtlardan çıkış devam ediyor. Yenilenebilir enerjiler, hidroelektrik, jeotermal enerji, dağıtılmış enerji depolama sistemleri, elektrikli ulaşım ve nükleer enerji halihazırda ekonomik olarak rekabetçi seviyelerde faaliyet gösteriyor. Örneğin, Kenya elektrik üretiminin %90'ından fazlasını yenilenebilir kaynaklardan karşılayarak ekonomisine büyük bir avantaj sağladı. Devlet düzenlemeleri ve fosil yakıt arama sübvansiyonlarının kaldırılmasıyla doğru şekilde yönetilebilecek küresel dönüşümün hızı on katına çıkarılabilir ve çıkarılmalıdır. Yukarıda bahsettiğim dört radikal adımın uygulanması da öngörülen çok büyük mali kayıp rakamlarını dengeleyen, doğru bir risk yönetimi maliyeti olarak görülmelidir. Tüm dünya şu anda atmosfere yılda 50 milyar tonun üzerinde sera gazı salıyor, bu da karbondioksit eşdeğeri olarak ifade ediliyor. Atmosferden yılda 10 milyar tonu aşan bir sera gazı giderimi oranı yakalamamız pek mümkün olmadığından, emisyonları çok düşük bir seviyeye düşürmeden ilerlemenin bir yolu yok. Atmosferdeki sera gazı seviyesi, sanayi öncesi dönemdeki 275 ppm seviyesi ile karşılaştırıldığında, bugün 500 ppm'i geçmiş durumda. İnsanlık için güvenli kabul edilen seviye ise 350 ppm civarında. Bu nedenle, halihazırda atmosferde bulunan fazla sera gazlarını gidermemiz gerekiyor. Bu temizlik işleminin yıllık 10-20 milyar ton seviyesinde gerçekleştirilmesi durumunda, yüzyılın sonuna kadar tamamlanabileceğini tahmin ediyorum. Bu süreci hemen başlatmalıyız.

Doğayı nasıl onarabiliriz?

Ayrıca, ekosistemlerimizi onararak zaman kazanmamız gerekiyor, aksi taktirde daha sera gazı seviyelerini yeterince azaltamadan, eriyen kutup ve dağ buzullarının yaratacağı sonuçların altından kalkamayacak bir hale gelebiliriz. Kuzey Kutup Dairesi’ni onarmak ise büyük bir girişim olacaktır. Umut vaat eden onarım süreçleri geliştirilmekte olsa da finansman yetersizliği nedeniyle bu girişimler sekteye uğruyor. Hemen desteklenmesi gereken iki önemli proje var: Yaz döneminde üç ay boyunca Kuzey Buz Denizi’nin üstünü parlak beyaz bulutlarla kaplamak ve kutup kışlarında deniz yüzeyinde oluşan ince buz tabakasını deniz suyu pompalayarak kalınlaştırmak. Bu projeler her yıl milyarlarca dolara mal olacak ama önlenen can kaybı ve hasarla kıyaslandığında bu maliyet oldukça düşük. Bu tür projelerin hayata geçirilmesi, nadiren görülen bir küresel yönetim ve iş birliği gerektiriyor. Peki, şimdi değilse ne zaman? Bu amaç için değilse ne için iş birliği yapacağız? Etrafımızda şimdiden inanılmaz değişimler gözlemliyoruz ve bu değişimler en çok da en savunmasız kesimleri etkiliyor. Dirençliliği artırmak, özellikle de güney yarımkürede, küresel çapta yatırımlar yapmak insanların yaşamlarını gerçek zamanlı olarak sadece iyileştirmekle kalmayacak, aynı zamanda iklim değişikliğiyle tutarlı bir mücadele için gereken uluslararası güveni onarmaya da yardımcı olacaktır.

“Doğal yaşamın bir parçasıyız”

Dört radikal adımın geliştirilmesi için finansman sağlama yükü, gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilere düşecek. Bu konuda G20 ülkelerinin liderleri öncülük etmelidir. Liderlerimizin ferasetinin ve vizyonunun, daha fazlasını talep eden küresel bir kamuoyu ile birleşebilmesi gerekir. Politika değişiklikleri ve yatırımların da ötesinde; insanlığı, kendini yok etmekten adil ve sürdürülebilir bir geleceğe doğru yönlendirmek için büyük bir kültürel dönüşüm şarttır. Siyasi irademizi, ekonomik önceliklerimizi ve toplumsal değerlerimizi, ekolojik refahın insan refahına eşdeğer olduğunu kabul edecek şekilde yeniden hizalamalıyız. İklim kriziyle mücadelede fedakârlık yapmak gerektiği fikri sıklıkla karşımıza çıkıyor. Ancak bu, hatalı bir bakış açısı. Doğadan, sahip olduğumuz eşyalara kadar etrafımızdakileri beslemekten, büyütmekten ve bu süreçten keyif alabilmeliyiz. Tatmin duygusu, nicelikten değil nitelikten, yeni şeylerden değil doğadan gelmelidir. Bizler, doğal yaşama muhtacız ve bir parçasıyız. Toplumlarımızı ekolojik bir uygarlığın sürdürülebilir bir dönemine taşımayı seçebiliriz. Önümüzdeki on yıllarda, kendi yarattığımız küresel zorluklarla karşı karşıya kaldıkça, bu tür bir kültürel dönüşüme duyulan ihtiyaç, harekete geçmemizi sağlayacaktır. Bu süreç hemen şimdi başlamalı.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER