© Yeni Arayış

İkinci öğretim kalkarken düşünceler

İkinci öğretim kalkarken düşünceler

Üzerinde düşünülür ve çalışılırsa, eminim başka yollar da bulunabilir. Aşmamız gereken sorun bir yandan ihtisas sahibi ara emek ihtiyacına cevap verirken, diğer yandan da kişilerin üniversiteye mezunu olmak gibi çok haklı özlemlerine de cevap verebilmek. Bu zorluğu aşamazsak, bizi sıkıntılı günler bekleyebilir. YÖK Başkanı devlet üniversitelerinde ikinci öğretim programlarının kaldırıldığını, bu konuda vakıf üniversitelerine bilgi verildiğini açıkladı. Vakıf üniversitelerinin bilgilendirilmesi, herhalde artık ikinci öğretim programlarına kaydolma imkanı bulamayan bir kısım öğrencinin vakıf üniversitelerinin verdiği öğretime talip olacağının beklendiğini ifade ediyor.  İhtiyaç olup olmadığına bakılmaksızın, son zamanlarda çoğu vakıf, bir sürü üniversite açılmasına izin veren bu “saygıdeğer” kuruluşumuz, şimdilerde bu kurumlara öğrenci bulunmasına yardım etmek baskısını hissediyor olabilir. Böylece, esas sorunlarımızdan biri olan, ne bildiği ve ne yapacağı belirsiz fakat elinde üniversite diploması olan işsiz genç yetiştirme sorunu yine de görmezlikten gelinmiştir. Buna karşılık, ikinci öğretimin iptalinin isabetli bir işlem olduğu muhakkaktır. İkinci öğretim, bu öğretime kayıt olanlarla, bu programlarda ders veren hocalar için faydalı olabiliyorsa da, genel faydası tartışmaya açıktır. Şüphesiz, bu programa kayıt olan bir genç artık “üniversiteli” olmakta, belirli vade sonunda bir diploma da almaktadır. Diplomanın bir işe yarayıp yaramadığı, bu programdan mezun olanların ne yaptığı, üniversitenin ilgilendiği konular arasında bulunmamaktadır. Buna karşılık, ikinci öğretimin yapıldığı fakültelerde hemen her hoca ana programda verdiği dersi ikinci programda da tekrarlamakta, bu yoldan aldığı ek ders ücretleriyle bazen gelirini ikiye dahi katlayabilmektedir. Ancak, böylece karşımıza inanılmaz ders yükü taşıyan hocalar çıkıyor. Bir örnek olsun diye vereyim. Bir hayli zaman önce bir konferans için gittiğim bit taşra üniversitesinde yanımda doktora yapmış olan bir öğretim üyesine haftada kaç saat ders verdiğini sormuş ve kırk iki saat cevabını alınca dehşete kapılmıştım. Bu süre aşağı yukarı haftalık mesai ile eşittir. Hocanın bütün süreleri derste geçirmediği, daha kısa dersler vererek durumu geçiştirdiği aşikardır. Ayrıca, böyle bir program ders hazırlamaya fırsat tanımayacaktır. Dolayısıyla hocanın iyi hazırlanamadan derse girdiği, vakti sohbetle doldurduğu, senelerce aynı sözleri tekrarladığı da tahmin edilebilir. Sanıyorum, karşımızdaki sorun ikinci öğretim programların açılmasından çok daha büyük olan her ilde üniversite açılması, özellikle hükümete yakın olan herkese vakıf üniversitesi açma yetkisinin verilmesidir. Önce her ilde üniversite açılması sevdasından başlayalım. İller üniversite sahibi olmayı prestij meselesi olarak görüyorlar. Nitekim, bugün üniversitesi olmayan ilimiz yok. Müsaadenizle yine bir anı aktarayım. Bildiğiniz gibi, üniversiteler kanunla kuruluyor. Fi tarihinde yüce Meclisimizde birkaç ilde üniversite açılması için yasa teklifi gelmiş, tartışılıyor. O sırada vilayet merkezinden daha büyük bir ilçeyi temsil eden iktidar partisine mensup il milletvekillerinden biri söz alıyor. Söyledikleri mealen şu: Her yere üniversite açalım diye karar veriyorsunuz. Ben çok büyük bir ilçeden geliyorum, seçim kampanyası yaparken ilçede bir üniversite açılmasını sağlayacağım sözünü verdim. Ama siz çok daha küçük il merkezlerinde üniversite açmaya karar verirken, benim ilçeme üniversite açmıyorsunuz. Ben bu durumda ilçeme dönemem, bana intihar etmekten başka çare bırakmıyorsunuz. Meclis ne yapsın, milletvekilini intihar etmekten kurtarmak için oraya da üniversite açılmasını kanuna ekliyor. Böylece bir ilçemiz daha (şimdi il) “prestiji” kurtarıp üniversiteye kavuşuyor.  Kimsenin aklına kaliteli ve istihdam sağlayacak öğretim diye bir şey gelmiyor. Çoğu üniversite uyduruk kadrolarla öğretim yapıyor ama çocuklarını bu kurumlara gönderen aileler durumu tartacak durumda değiller. Daha da vahim olarak bu kurumlar hakiki üniversite havası kazanacak olsalar, çevrede asilik, başıbozukluk ve daha da vahim olarak ahlaksızlıkla suçlanırlar.

KİMSENİN AKLINA KALİTELİ ÖĞRETİM DİYE BİR ŞEY GELMİYOR

Hemen belirtelim, illerinde üniversite açılmasından yerlilerin beklediği ilim yuvası kurmak, her türlü araştırmanın yapıldığı, her türlü düşüncenin tartışıldığı kurumlar açmak, hiçbir fikrin doğruluğunu peşin olarak kabul etmeyen, sorgulayıcı gençler yetiştirmek filan değil. Kentlerine yatırım yapılsın, inşaat faaliyeti olsun, yeni devlet memurları gelsin, geçici ikamet eden öğrenciler de bunlara katılsın, böylece iktisadi hayat canlansın istiyorlar. Bu sevdayı ilçeler de paylaştığı için oralarda da birtakım fakülteler ve yüksek okullar açılıyor. Bu bölgelerde yaşayıp, maddi imkanları sınırlı olan insanlar da bu işten memnun oluyorlar. Artık çocuklarını uzak ve daha pahalı yerlerde üniversiteye göndermekten kurtulacakları için seviniyorlar. Kimsenin aklına kaliteli ve istihdam sağlayacak öğretim diye bir şey gelmiyor. Çoğu üniversite uyduruk kadrolarla öğretim yapıyor ama çocuklarını bu kurumlara gönderen aileler durumu tartacak durumda değiller. Daha da vahim olarak bu kurumlar hakiki üniversite havası kazanacak olsalar, çevrede asilik, başıbozukluk ve daha da vahim olarak ahlaksızlıkla suçlanırlar.  Bu sistemsiz üniversite açma işine son yıllarda vakıf üniversiteleri de eklendi. Başlangıçta açılmaları zorlu koşullara bağlanan, yeterli öğretim yapmaları için gerekli kadroya sahip olup olmadıkları titizce incelenen, dolayısıyla ancak büyük kentlerde kurulabilen vakıf üniversiteleri günümüzde hemen her yerde açılır oldu. Özellikle hükümete yakın bir kesimdenseniz (bu bir iş grubu ya da tarikat olabilir diye tahmin ediyorum) kolayca vakıf üniversitesi açabiliyorsunuz. Sağdan soldan “uyduruk” hocalar bulup, gerekli kadroya sahip olduğunuzu da kolayca gösterebilirsiniz. Sonuçta, şu sıralarda karşımızda öğrenci bulmakta zorlanan, maddi zorluklar içinde yüzen, varlığını ne pahasına olursa olsun sürdürmeğe çalışan bir dizi vakıf üniversitesi var. Bunların bir bölümü bir süre sonra kapanmaya mecbur kalacaktır. Biliyorsunuz, kapanmak da sorun değil, çünkü her vakıf üniversitesi kurulurken bir devlet üniversitesinin güvencesi ile kuruluyor. Yani, kurum kapanırsa, öğrencilerini ilgili devlet üniversitesi alacak.  Bu sorumsuz genişlemenin sorunları yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Meslek odaları, bazı üniversite diplomasına sahip gençlerin üniversitede öğrenmeleri gereken bilgilerle donatılmadığını, bu kişilerin mesleklerini icra edecek seviyede olmadıklarını bildiriyorlar. Hatta, yavaş yavaş şöyle bir öneri destek kazanmaya başladı. Hukuk, tıp, mühendislik gibi mesleki öğretim verilen kurumlarda yetişenler için ülke çapında bir yeterli sınavı yapılsın. Diploma sahibi olmanın kişinin mesleği icra edecek donanımda olduğu varsayımı peşinen kabul edilmesin. Ben de böyle bir çözümün isabetli olduğunu düşünüyorum. Bir kere, sınava girecekler mesleki bakımdan iyi hazırlanırlar, dolayısıyla bu ek bir yetişme fırsatı olur. İkinci olarak, belirli kurumlardan mezun olanlar sürekli olarak başarısızlıkla karşılaşıyorlarsa, o kurumların ıslahı veya kapatılması gündeme gelebilir. Tabii, işe yaramaz diploma olan çocuklarımız için de tekamül kursları veya benzeri bir yol bulup, onların yetişmelerini tamamlamalarına da fırsat tanımamız lazım çünkü cehaletleri kendi kusurları değil.  Genç işsizliği, genel işsizlik oranının üzerinde. Bu işsizlerin önemli bir bölümünün üniversite mezunu gençlerimiz olduğunu tahmin ediyorum. Üniversite mezunu oldukları için de her işi yapmaya yanaşmıyorlar. Buna karşılık, iyi gelir getirecek ara işleri yapacak becerileri yok. Bir çözüm üzerinde çalışmamız gerekiyor.

GENÇ İŞSİZLİĞİ, GENEL İŞSİZLİK ORANININ ÜZERİNDE

Bu sorumsuz genişlemenin bir de daha vahim bir başka sonucu var. Aslında ekonomimiz, ekonomimizin ihtiyaçlarına uygun donanımı olmayan bu kadar fazla üniversite mezununu ne yapsın? Sizler de gazetelerde okuyorsunuz. Genç işsizliği, genel işsizlik oranının üzerinde. Bu işsizlerin önemli bir bölümünün üniversite mezunu gençlerimiz olduğunu tahmin ediyorum. Üniversite mezunu oldukları için de her işi yapmaya yanaşmıyorlar. Buna karşılık, iyi gelir getirecek ara işleri yapacak becerileri yok. Bir çözüm üzerinde çalışmamız gerekiyor. Çözüm ne olabilir derseniz bilemem ama galiba lise sırasında veya hemen sonrasında gençlerimizi ihtiyaç duyulan becerilerle donatmak, fakat onlar çalışma hayatına girdikten sonra da üniversiteye devam ederek meslekte ve toplumda yükselmelerini sağlayacak bir formül bulmak gerekiyor. Çözüm kredi biriktirerek üniversite mezunu olmak şeklinde düzenlenebilir. Üzerinde düşünülür ve çalışılırsa, eminim başka yollar da bulunabilir. Aşmamız gereken sorun bir yandan ihtisas sahibi ara emek ihtiyacına cevap verirken, diğer yandan da kişilerin üniversiteye mezunu olmak gibi çok haklı özlemlerine de cevap verebilmek. Bu zorluğu aşamazsak, bizi sıkıntılı günler bekleyebilir. Yazımı karşımıza ne gibi güçlükler çıkar konusunda yapılan bir gözlemle sonuçlandırayım. Demografik değişikliklerin hangi koşullar altında toplumsal çatışmalara yol açtığını inceleyen Jack Goldstone ‘un şöyle bir gözlemi var: Yavaş büyüyen ekonomilerde seçkin konumuna gelmeyi bekleyen eğitim görmüş genç oranının orantısız biçimde artması toplumsal ve uluslararası çatışmalara temel oluşturabilir. Bu gözlem karşısında galiba benim fazladan bir şey söylememe gerek yok.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER