© Yeni Arayış

İdam! İdam! İdam!

İdam, hiçbir koşulda bir çözüm olarak görülmemeli, idamın caydırıcılığından söz edilmemeli, hatta bu zehirli kelime telaffuz dahi edilmemelidir.

Bir kız çocuğunun kolektif bir vahşet sonucu öldürülmesinden sonra ortalığı yine idam severler doldurdu.

Varsa yoksa “İdam! İdam!” diye bağırıyorlar.

Sanıyorlar ki, idam cezası gelse sadece bu çocuk istismarcılarına karşı kullanılacak.

Oysa, hukukun yerlerde süründüğü bir toplumda işlerin böyle yürümeyeceğini söylemek için alim olmaya gerek yok.

Hepsi ayrı birer hukuk garabeti olan Ergenekon, Balyoz ya da 15 Temmuz yargılamalarını düşünün.

Adnan Menderes ve arkadaşlarını, Deniz Gezmiş’i, Erdal Eren’i düşünün.

Kaç müebbet hapis cezası verildi ve eğer idam olsa, kaç insan yok yere asılacaktı?

Sonra ne oldu?

Bu kararların hukuka uygun olmadığı ortaya çıktı, pek çoğu bozuldu, hukuk siyasetin dümen suyuna girdikçe işler iyice işinden çıkılmaz bir hal aldı ve ortada hukuk diye bir şey neredeyse kalmadı.

Bir yerde idam cezası var diye suç oranının azaldığına dair bir istatistik olmadığı gibi Amerika’nın bazı eyaletlerine bakarsanız, bunun tersini gösteren verilere ulaşırsınız.

Devleti diğer organizasyonlardan ayıran şeylerin başında silah kullanma tekeline sahip olması gelir.

Ama o silahların pervasızca kullanılmaması için denetim şart olduğundan bu yetkinin çerçevesi hukukla belirlenmiştir.

Yetki aşımı, hukuki müeyyideleri beraberinde getirecektir -tabii ki bir “hukuk devleti”nde.

İdam cezası da silah kullanma hakkına benzer çünkü toplum devlete “can alma yetkisi” vermiş oluyor.

Bırakın bütün verileri bir kenara, esas sorun da bu zaten.

Devlet can alamaz.

Benim adıma, benim rızamla bir suçluyu da öldüremez, sokaktaki köpekleri de öldüremez, kafasına estiği gibi ormanı da katledemez…

Daha önce verdiğim bir örneği yineleyeyim; birinin bir çocuğa musallat olduğunu, istismar etmeye yeltendiğini görürsem o adamın hayatına son vermeyi düşünebilirim ve belki de veririm.

Ama o adam kolluk kuvvetince yakalanırsa kendi adıma o suçlunun canının alınma yetkisini devlete vermem.

Yetmez, hapishanede o adamın can güvenliğinin sağlanması için de mücadele ederim.

Öte yandan, iyi hal gibi tuhaf kararlarla birkaç sene içinde hapisten salıverilmemesi için de gerekli bütün değişikliklerin yapılması için destek veririm.

Bu ikisinin arasındaki ayrımı çok açık şekilde ortaya koymak gerekir.

Ben kendim olarak istismara yeltenene karşı tavrımı gösteririm, bu yaptığımın da bir suç olduğunu bilirim ve bilerek bu suçu işlerim.

Bu ayrı; devletin benim adıma can alması ayrı.

Bir başka örnek daha vereyim: Bir kadın, kendisine tecavüze yelteneni öldürürse ne yapacağız?

İkinci soru: Tecavüzden hüküm giyenleri asmalı mıyız?

Benim cevabım yine benzer: Muhtemelen ilkinde bir suç unsuru bulamam ama ikincisine asla evet dememek gerektiğinden hiçbir şüphe duymuyorum.

İdamın önünü açarsanız evvela -ve birkaç göstermelik haricinde sadece- muhalifler ve siyasi suçlular asılır.

Tecavüz ve istismara karşı, idamın görece yumuşak versiyonu olan “hadım etme” de tartışılan konulardan biri. Mümtaz’er Türköne de aynı öneriyi savununca bu konuya da değinmek istedim. Devletin başkasının bedeninde geri dönüşü mümkün olmayan kalıcı arazlar bırakması ne kadar doğrudur?

DEVLETİN KALICI ARAZLAR BIRAKMASI NE KADAR DOĞRUDUR?

Bu da ne muasır medeniyettir ne evrensel hukuktur ne de dünyanın geleceğine dairdir.

Çağdışı, ilkel ve vahşi yöntemleri “çözüm” diye sunmak, ancak ilkel ve çaresiz toplumların yapacağı bir iştir.

İdam, hiçbir koşulda bir çözüm olarak görülmemeli, idamın caydırıcılığından söz edilmemeli, hatta bu zehirli kelime telaffuz dahi edilmemelidir.

Tecavüz ve istismara karşı, idamın görece yumuşak versiyonu olan “hadım etme” de tartışılan konulardan biri.

Geçen gün, katıldığım bir televizyon programında, Mümtaz’er Türköne de aynı öneriyi savununca bu konuya da değinmek istedim.

Devletin başkasının bedeninde geri dönüşü mümkün olmayan kalıcı arazlar bırakması ne kadar doğrudur?

Varsayalım ki, hadım etme caydırıcı oldu; hırsızlar için de misal kol kesmeyi mi gündeme alacağız?

Ya da bu önerilerin sonu nereye varacak?

Tabii ki hırsızlık ile tecavüzü aynı yere koymuyorum, tecavüzcünün geride bıraktığı hasar belki bir ömür geçmeyecek, belki nesilden nesile aktarılacaktır ve hiçbir ceza bu hasarı karşılayamaz.

Gene de, devlete, bizim adımıza, bu yetkilere vermekten imtina etmemiz gerektiği kanısındayım.

Hukuk sistemi doğru işletilse bu ilkel yöntemleri hepsinden çok daha caydırıcı olacaktır.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER