“İç cephe” toplumun yarısı düşmanlaştırılarak güçlendirilmez
HUKUKBöyle samimiyet sıkıntısı çekilen bir noktada, insanları “Düşman zulmü, sizin zulmünüzden iyidir” noktasına getirmeden, iktidarın hiç değilse “iç cephedeki” ipleri azıcık gevşetmesi beklenir. Ne mümkün! Gevşeme veya normalleşme bir yana, “etki ajanlığı” diyerek tüm sivil toplumu zapturapt altına alacak, hiçbir muhalif tonu kabullenmeyen, dikta yönetimini tahkim etmekten başka bir işe yaramayacak yasa tasarıları getirmenin ötesine geçilemiyor.
“Ne yiyeceklerse yesinler kardeşim, gitsinler ağaç kökü yesinler. Kimisi ayakkabı boyasın, kimisi yük taşısın, kimisi hamallık etsin, kusura bakmasınlar. Eğer sadece bununla kurtuluyorlarsa da dua etsinler. Defolup gitsinler…”
Yukarıdaki satırlar, AKP önceki Isparta İl Başkanı Osman Zabun’un sözleri. Zabun, halihazırda AKP Isparta milletvekili olarak görev yapıyor. Bu sözleri de aidiyetine mahallesine bakmadan tüm KHKlılar için bir televizyon kanalındaki mülakatında söylemişti.
KHK ile ihraç edilen ve sayısı tam olarak hiçbir zaman açıklanmayan, ancak devletin Avrupa Birliği Delegasyonu ile “152 bin” olarak paylaştığını bildiğimiz bir kitle için sarf edilen bu sözler, iktidarın ana politikası haline dönüştü. Aileleriyle ve yakın çevreleriyle birlikte bir milyondan fazla insanı doğrudan, toplumun geri kalanını da dolaylı olarak ilgilendiren KHK konusunda geçen 8 yılda insan hakları yönünde hiçbir pozitif gelişme sağlanmadığı gibi, iktidar propagandasıyla çoğu kişinin işlerine iade edildiği yalanı da pompalandı. Gerçekte, işine geçici bir süre iade edilenleri de istinaf mahkemeleri kararıyla tekrar ihraç ettikleri için, somut olarak çözülen hiçbir şey olmadığını söyleyebiliriz. Zabun gibi, tüm iktidar çevreleri de KHKlılara ayakkabı boyacılığını, hamallığı çok görüyordu, son 8 yıldır da bu görüşleri değişmedi.
İç cephede sağlam kalabilmeye önem veren bir iktidar bloğu, bir toplumun yarısını diğer yarısı aleyhinde bu kadar ötekileştirebilir mi? Şeytanlaştırmanın, damgalamanın ve aşağılamanın bu derece sistematik bir hal aldığı Türkiye’de iç cephe sağlam kalabilir mi?
ŞEYTANLAŞTIRMANIN SİSTEMATİK HAL ALDIĞI TÜRKİYE’DE İÇ CEPHE
Son iki haftadır yaşanan uluslararası gelişmeler doğrultusunda, önce MHP lideri Bahçeli, sonra AKP lideri Erdoğan ve diğer iktidar mensupları, olası bir savaş durumunda iç cephenin de dış cephe kadar, hatta daha önemli olacağını söylüyor, bu noktalarda güvenlik ihtiyacının değerine değiniyorlar. Buna karşın başta ana muhalefet ve DEM Parti belediyelerine kayyım atama, terör örgütü yargılamaları, etki ajanı yasa tasarıları ve KHKlıların durumlarına bakınca, zerrece samimiyet görünmediği gibi, izleyende “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” duygusundan başka bir şey uyanmıyor.
İç cephede sağlam kalabilmeye önem veren bir iktidar bloğu, bir toplumun yarısını diğer yarısı aleyhinde bu kadar ötekileştirebilir mi? Şeytanlaştırmanın, damgalamanın ve aşağılamanın bu derece yaygın ve sistematik bir hal aldığı Türkiye’de iç cephe sağlam kalabilir mi?
İç cepheyi sağlam tutmak isteyen bir iktidar, Türkiye içinde kendi gibi düşünmeyen tüm topluluklara zulmetmek bir yana, ifade ve örgütlenme özgürlüklerine imkân tanır, kendi gibi düşünmeyenlerin varlık hakkını tanır ve bir arada yaşama kültürünü genişletici eylem ve işlemlerde bulunur. Şu anki iktidarın iç cepheyi sağlam tutmaktan anladığı ise, ültimatom vererek, tehdit ederek, “ya benim gibi düşünür, arkamda temerküz eder, otoriteye biat edersiniz, ya da hepinizi yok ederim” demekten öteye gitmiyor.
Böyle samimiyet sıkıntısı çekilen bir noktada, insanları “Düşman zulmü, sizin zulmünüzden iyidir” noktasına getirmeden, iktidarın hiç değilse “iç cephedeki” ipleri azıcık gevşetmesi beklenir. Ne mümkün!
Gevşeme veya normalleşme bir yana, “etki ajanlığı” diyerek tüm sivil toplumu zapturapt altına alacak, hiçbir muhalif tonu kabullenmeyen, dikta yönetimini tahkim etmekten başka bir işe yaramayacak yasa tasarıları getirmenin ötesine geçilemiyor.
Ondan sonra sayın Bahçeli, “bazen beni en yakınımdaki bile anlamıyor” temalı paylaşımları daha çok yapar. Anlamaz efendim, anlayamaz. Ülkücülük, yalnızca sizin döneminizde “tüm dünyayı karşısına almak” haline dönüştü zira… Tüm dünyayı karşınıza alınca, “iç dünyanın” en azından bir kısmının da dünyayla birlikte hareket edeceğini bilmek gerekir. Dünya belli bir taraf dönerken, siz aksi tarafa dönmek isteyince, çatışma kaçınılmaz hale gelir. “Hep benim dediğim doğrudur” ısrarını, “bir ben akıllıyım, herkes gerizekalı” inadını bu dünya çok gördü, sonu hep hüsran oldu. Çakılış büyük olur, söylemedi demesinler…
İlginizi Çekebilir