İbrahim Kaboğlu: "Yönetenlere yandaş olanlar ve olmayanlar arasında eşit yönetimin olmadığını, deprem sonrası tanık olduğumuz adalet arayışında çok acı biçimde gördük"
GÜNDEMİstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Özden Kaboğlu, "Deprem Yargılamaları Çalıştayı"nda konuştu.
Adalet Peşinde Aileleri Platformu ve Türkiye Barolar Birliği'nin (TBB) iş birliğiyle düzenlenen "Deprem Yargılamaları Çalıştayı"nda adalet arayan depremzede aileler adına İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Özden Kaboğlu konuştu.
Kaboğlu, "20 yıldan fazla süredir Türkiye'yi yönetenlerin etrafında kümelenmiş menfaat çevreleri, sözle iş adamları, sözde inşaatçılar, sözde yatırımcılar, deprem olduktan sonra takdiri ilahi gibi aymazlıklara girerek dünyevi sorumluluktan kaçmak için siyasal güçleri pekala kullanabilmektedirler, araçsallaştırabilmektedirler. Yargının bağımsızlığının derecesi özellikle hukuk devleti açısından baktığımızda, hukuk devleti hukuk önünde yöneten ve yönetilenlerin eşit bir biçimde hukukça yönetildiği bir devlettir dediğimiz halde bırakın yöneten ve yönetilenlerin eşit yönetilmesini yönetenlere yandaş olanlar ve yönetenlere yandaş olmayanlar arasında bir eşit yönetimin olmadığını pekala bu deprem sonrası tanık olduğumuz adalet arayışı sürecinde çok acı bir biçimde, acı gerçek olarak görmüş bulunuyoruz" dedi.
Türkiye Barolar Birliği ile 6 Şubat 2023 Maraş merkezli depremlerin ardından yaşamını yitiren kişilerin yakınlarının adalet arayışı için bir araya gelerek kurduğu Adalet Peşinde Aileleri Platformu, İstanbul'da "Deprem Yargılama Çalıştayı" düzenledi. Çalıştayda deprem yargılanmaları hakkında bilgi ve tecrübe paylaşımı yapıldı.
Çalıştaya İstanbul Üniversitesi'nden Prof. Dr. Adem Sözüer, Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nden Prof. Dr. Erdem Canbay, Yıldız Teknik Üniversitesi'nden Prof. Dr. Ali Koçak, Erdoğan'ın eski hukuk danışmanı Prof. Dr. İzzet Özgenç, Yıldız Teknik Üniversitesi'nden Prof. Dr. Suat Akbulut yanı sıra İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Özden Kabaoğlu, Adıyaman Barosundan Av. Blal Doğan, Jeoloji Mühendisler Odası'ndan Selahattin Sam Teymurtaş ve Seçkin Gülbudak, İnsan Hakları İzleme Örgütü Türkiye Direktörü Emma Sinclar Webb, İnsan Hakları Ortak Platformu'ndan Feray Salman'ın da olduğu uzmanlar ve Adalet Peşinde Aileleri Platformu üyeleri katıldı.
Adalet Peşinde Aileleri Platformu adına ortak basın açıklamasını Sema Ulupınar okudu. Ulupınar, şunları söyledi: "İnsan Hakları Haftası’nda bir araya gelerek bu çalıştayı düzenlememiz, deprem sırasında yaşanan ve hala devam eden insan hakları ihlallerine dikkat çekmek, bu ihlallerin giderilmesi için bir dayanışma zemini oluşturma amacını taşımaktadır. Depremzedelerin en temel haklarının ihlal edildiği ve insana verilen değerin gerekliliklerinin yerine getirilmediği bir süreçte, umuyoruz ki bu çalıştay, mağduriyetlerin giderildiği ve her bireyin hak ettiği insanca yaşam koşullarına kavuştuğu bir düzenin inşasına katkı sağlayacaktır.
"Sorumlu kamu görevlilerinin hiçbiri ceza almamış ve yargı önüne çıkarılmamıştır"
İlk çalıştayımızda, deprem sonrası hukuki süreçlerde karşılaşılan zorlukları masaya yatırdık. Kamu görevlilerinin yargılanamaması, soruşturma izinlerindeki gecikmeler, bilirkişi raporlarındaki eksiklikler ve cezasızlık pratiği, adaletin önündeki en büyük engeller olarak ortaya kondu. Bu tartışmaların ardından, yapı envanteri oluşturulması ve Deprem Davaları Rehberi (DEPAR) hazırlanması yönünde kararlar alındı. Bu araçlar, hem mevcut davalarda rehberlik etmesi hem de gelecekteki adalet mücadelelerine ışık tutması adına büyük önem taşımaktadır. Bugünkü çalıştayımızda, bu konulara ve alınan kararların uygulanmasına dair gelişmelere değineceğiz. Gelinen noktada, ne yazık ki sorumlu kamu görevlilerinin hiçbiri ceza almamış ve yargı önüne çıkarılmamıştır.
Depremin ardından, idarenin ve kamu görevlilerinin sorumlulukları gerektiği gibi araştırılmamış, sorumluluklarının yerine getirilmediği durumlar göz ardı edilmiştir. Oysa, kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirmemesi, bir toplumun güvenliğini ve canını tehdit eden, affedilmemesi gereken bir sorumluluktur. Bu cezasızlık hali, yalnızca hukukun üstünlüğüne ve adalet arayışına darbe vurmakla kalmamış, aynı zamanda mağdur ailelerin acılarını derinleştirmiştir. Bu noktada DEPAR Rehberi'nin önemi daha da belirginleşmektedir. DEPAR, yalnızca bir teknik rapor olmanın ötesinde, depremle ilgili davalarda kullanılabilecek önemli bir rehber niteliğindedir. Bu rehber, yaşanan hukuki ve teknik eksikliklerin doğru bir şekilde analiz edilmesine olanak sağlayarak, davaların daha sağlıklı bir şekilde yürütülmesine katkıda bulunacaktır. Deprem sonrası yaşanan zararın kapsamını, sorumluları ve olayın dinamiklerini bilimsel ve hukuki bir bakış açısıyla değerlendirerek, adaletin tecelli etmesine hizmet edecektir."
Kaboğlu "Kocaeli Depremi" sonrasında yapılanlara değindi
İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu da yaptığı konuşmada, şu görüşleri dile getirdi: ''O bakımdan tabii ki bundan böyle bu denli büyük acıların yaşanmaması için bu tür toplantılar ve devamında alınacak önlemler, eylemler önem taşımaktadır. Sayın Başkan 25 yıl kadar önce ben İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi Başkanı iken Kocaeli depremleri olunca biz baro olarak o sırada da inisiyatif almıştık. Ve deprem ve hukuk konulu bir kitapla yayınladık ama Türkiye'de ne yazık ki afetler konusunda, doğal afet adledilerek çok ciddi, çok kapsayıcı, çok bütüncül hukuki düzenlemeler yapılmadı, hiç yapılmadı değil, yapıldı ama bu denli büyük afetlerin öncesinde, esnasında ve sonrasında alınması gereken önlemler ve bunların afetlerin ortaya koyduğu acı gerçekler ışığında bilimsel veriler doğrultusunda yapılması gereken düzenlemeler konusunda ne ölçüde geride kaldığımızı bu büyük depremlerde geçen yıl gördük.
Ben bu itibarla sözlerime 9 Şubat günü. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde deprem bölgelerinde OHAL ilan edilmesi vesilesiyle yaptığım konuşmada birkaç alıntı yaparak başlamak istiyorum. Bu bakımdan şöyle Avrasya fay bundan başlamak istiyorum. Sonra ne oldu? Ona ve bundan böyle neler yapılması gerekir?
"OHAL ilanına gerek yoktu"
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde OHAL ilan edeceğiz tezkeresi karşısında nasıl bir tavır takılmamız gerektiğini saptamak açısından Avrasya Fay Hattı'nın güney doğusunda meydana gelen kırılma karşısında güncel, acil önlemler nelerdir? Hukuk yoluyla en etkili, tekel ve genel resmi ve kamusal önlemler almak tabii ki önceliklidir. Bunun için hukuk gerekli altyapıyı sağlamaktadır. Örneğin, 5902 sayılı afet kanunu 7269 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Müessir Afetler Kanunu, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu bunun için önemli bir mevzuat altyapısı oluşturmaktadır. Biçiminde saptamalardan sonra neden OHAL ilan edildiğini, neden gerekmediğini bunları sorguluyor. Bir, iki, üç, dört biçiminde. Ve eğer OHAL gerçekten ilan edilmesi gerekiyor idiyse. Neden 36 saat sonra buna karar verildiğini, neden anında karar verilmediğini bunları elden geldiğince 10 dakikalık konuşmaya sığacak biçimde teker teker sıralıyorum. Ve OHAL ilan edilmesine gerek olmadığını mevzuatın yeterli olduğunu gecikmenin olduğunu bunları belirttikten sonra işte bu çerçevede süreç hukuk kuralları bağlamında bir liyakat, iki uzmanlık, üç bilim gerekliliği doğrultusunda yürütülmelidir. Yürütme açısından bakalım. Tek kişi hiyerarşisi bugün Türkiye'de askeri hiyerarşiden daha katı bir hiyerarşik yapıyı yansıtmaktadır.
Öyle ki Anayasa madde 123'e göre merkez yerel bütünlüğü söz konusu olduğu halde sanki Türkiye'nin birliği ve bütünlüğü merkezi idareyle sınırlıymış gibi bir algı yaratılmaktadır. Oysa bütünlük merkez yerel birlikteliğiyle sağlanmaktadır. Üç, afet özerk değildir. Biçiminde AFAD özellikle değildir biçiminde onunla ilgili biraz daha ayrıntılı saptamalar var. Sonrasında yargıya gelince diyorum. Tam oturumumuzun konusu yargıya. Yapı sektöründeki kolektif suçlar karşısında yargımızın ne durumda olduğunu biliyoruz. Yargımızın daha çok düşünce suçluları ve siyasal suçluları izlemek için müteakkıs olduğu malum mikrofon kesiliyor. OHAL Kanunu'na ve rejimine gerek bulunmamaktadır. Hele hele OHAL Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine hiç gerek bulunmamaktadır. En sonunda ve en önemlisi en önemlisi de 18 Haziran yolunda, 18 Haziran seçimlerinde eğer bugün bu kabul edilirse olağanüstü hal kabul edilirse. Bu durumda 18 Haziran seçimlerine Türkiye olağanüstü halde gidecek biçiminde bu uyarılarda yapmış bulunuyorum. Şimdi neden buradan başladım.
"Anayasa'ya aykırı olduğu halde seçimler öne alındı"
Başından beri tabii ben aynı zamanda bir anayasacı olarak hak ve özgürlükler uzmanı olarak konuya bu bütünlükte bakmaya çalıştım ve sonra tam da Meclis'te dikkat çektiğimiz uyarılar sanki sizin uyarılarınıza karşı biz OHAL şebekeleriyle yöneteceğiz bu süreci dercesine olağanüstü hal kanunu mevcut olduğu halde Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile OHAL Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle süreç yönetilmeye başladın ve yapı hukukunu yerleşimleri ilgilendiren Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi OHAL sona erince yürürlükten kalkması gerekirken Meclis'te teklif aşamasına teklif, kanun teklifine bile dönüştürülmeden doğrudan doğruya Meclis'te oylanarak kanun olarak kabul edildi. Ve bütün bu dikkat çektiğimiz sakıncalar aşama aşama ortaya çıkmaya başladı. Teyit edilmeye başladı. Fakat en önemlisi burada bu süreçte şu oldu. 18 Haziran günü bile seçimlerin yapılması OHAL bölgesinde sakıncalı görülür iken 10 Mart günü Cumhurbaşkanı 'seçimleri 35 gün öne alıyorum' dedi. Oysa 10 Mart aslında depremin 35. günüydü. Henüz enkazlar kaldırılmamışken, seçimler hiç gerekmediği halde Anayasa'ya da uygun olmadığı halde aykırı olduğu halde seçimler 35 gün öne alındı ve bütün güçleri deprem enkazını kaldırmaya, deprem hasarlarını ortadan kaldırmaya, en aza indirmeye yönlendirilmesi gerekirken Türkiye seçim ortamına sokuldu, süreklendi. Ve tabii ki bunun yarattığı hasarlar kuşkusuz buradaki toplantımızın konusu değil. Biz daha çok geleceğe yönelik olarak neler yapılması gerektiği üzerinde durmak durumundayız ama bunları da kesinlikle akıldan çıkarmamamız gerekir. Biz Meclis'te yoğun bir mesai harcamaya başladık.
"Türkiye Afet Yasa önerisini hazırlarken çok değişik partilerden olumlu tepki aldık"
Biz Türkiye Afet Yasa önerisini hazırlarken çok değişik partilerden olumlu tepki aldık. Ve partiler üstü bir yaklaşımla, bu bütünlüklü yasayı mecliste tartışabileceğimizi mecliste kabul göreceğini düşünerek geceli gündüzlü çalıştık. Uluslararası standartlarda 69 maddelik bir yasa önerisi hazırladık. Meclis başkanlığına teslim ve ilgili komisyonlara havale aşamasında kaldı. Ve böylece bu yasa önerisi değerlendirilemedi 27'inci dönemde.
Bundan böyle yapılacak çalışmalarda bu şekilde çok ciddi bilimsel bir çalışmanın var olduğunu bir yasa teklifi resmileşmiş bir yasa teklifi çalışmasının var olduğunu da dikkate almanız ve geleceğe yönelik olarak yapılacak olan mevzuat düzenlemesinde bunu da dikkate almamızın önemli olduğunu, meclisin nasılsa biz yaptık, mevzuat var biçiminde bir yaklaşımla kaçak oynamaması gerektiğini ve 28. dönem yasama meclisinin eee bütünlüklü bir yasal düzenleme yapmasının ne denli gerekli olduğunu. AFAD, nezdinde zaafları, örgütlenme zaaflarını bilim ve liyakat yoksunluğunu, uzmanlık yokluğunu gözlemlemiş bulunuyoruz. Tabii ki bunu yaparken biz mecliste oturarak bu yasa önerisini hazırlamadık. AFAD'ı da ziyaret etmek suretiyle yerinde gözlemleyerek sorunları bunu yapmaya çalıştık.
Sevgili Can Atalay'ın da mektubu var. Bu çalışmayı yaparken hapiste bulunan ve halen hapiste bulunan İstanbul Barosu üyesi sevgili meslektaşımız. Sizin bilgilerinize sunmuş olayım. Şimdi peki bir açılış konuşmasında söylenmesi gereken hususlar bundan böyle ne yapılması gerekir? Bunu kısmen belirtmiş oldum. İstanbul Barosu olarak yapabileceklerimizi konuştuk ve bu sürecin özellikle davaların takipçisi olacağımızı belirttik. Bu vaatte bulunduk. Bunu yapacağız. Bunu neden yapmamız gerektiğini biraz önce verdiğim bilgiler çerçevesinde bugüne kadar yaptıklarımızın da bize daha çok sorumluluk ve görev yüklediğini belirtmiş oldum. Ortaya koymuş oldum. Ancak tabii ki şunu da, şu gerçeği de sürekli göz önünde bulundurarak ilerlemenin daha yerinde olacağı, etkili olacağına hem akşam dile getirdim. Hem şimdi dile getiriyorum. Meclis konuşmamda da değindiğimi biraz önce aktardığım gibi 2017 kurgusunu dikkate almadan bu davaların sağlıklı bir sonuca ulaştırmanın zor olacağını hep göz önünde bulundurmalıyız. Başka bir söyleyişle burada yargı evet Anayasamıza göre yargı bağımsızdır. Ancak yargının bağımsızlığının derecesi özellikle hukuk devleti açısından baktığımızda, hukuk devleti hukuk önünde yöneten ve yönetilenlerin eşit bir biçimde hukukça yönetildiği bir devlettir dediğimiz halde bırakın yöneten ve yönetilenlerin eşit yönetilmesini yönetenlere yandaş olanlar ve yönetenlere yandaş olmayanlar arasında bir eşit yönetimin olmadığını pekala bu deprem sonrası tanık olduğumuz adalet arayışı sürecinde çok acı bir biçimde, acı gerçek olarak görmüş bulunuyoruz.
''Türkiye'yi yönetenlerin etrafında kümelenmiş menfaat çevreleri...''
Çünkü 20 yıldan fazla süredir Türkiye'yi yönetenlerin etrafında kümelenmiş menfaat çevreleri, sözde iş adamları, sözde inşaatçılar, sözde yatırımcılar, deprem olduktan sonra takdiri ilahi gibi aymazlıklara girerek dünyevi sorumluluktan kaçmak için, siyasal güçleri pekala kullanabilmektedirler, arsallaştıra bilmektedirler. Bunu belirtmemin nedeni burada bir baro başkanı olarak herhangi biçimde siyaset yapma girişimi olarak lütfen algılanmasın. Çünkü bizim amacımız anayasaya saygıyı sağlamaktır. Hukuku etkili kılmaktır. Bu baronun da görevidir. Bütün meslektaşların da görevidir. Ve Adalet Peşinde Aileler Platformunun da ihtiyacı olan bir husustur. Bununla söylemek istediğim biz baro olarak bunun takipçisi olacağız. Adem hoca İzzet Hoca ve diğer bütün meslektaşlarla iş birliği halinde takipçisi olacağız. Bu bakımdan gelecek toplantının baroda yapılması İstanbul Barosu'nda yapılması konusunda dün akşamki görüşmemizde mutabakat sağladık."
İlginizi Çekebilir