Hukukçular nereye koşuyor?
HUKUKHukukçular nereye koşuyor?
GERÇEĞE VE TOPLUM HİZMET
Bu hastalıktan kurtulmanın çaresi ise yüksek öğrenimin misyon ve gayesini hatırlamak ve düzenlemeleri ona göre yapmaktır: Gerçeğe ve Topluma Hizmet. Günümüzde üniversitelerle ilgili üç mesele sürekli olarak karşımıza çıkmaktadır: Gelirlerin maksimize edilmesi, prestijin arttırılması ve kurumsal özerkliğin korunması. Gördüğümüz o ki; memleketimizde devlet üniversitelerinin pek böyle bir dertleri yoktur. Çünkü, devlet üniversitelere ödenekler göndermektedir. Üniversiteler gerekli yayınları yapmadığında veya patentler almadığında, buluşlar yapmadığında bu ödeneklerin pek azaldığı da söylenemez. Tekraren ifade edecek olursak, akademik dünyadaki düzenlemeler ve uygulamalarda her daim yüksek öğrenimin gaye ve misyonu hedef alındığında yanlışlıklar minimize edilmiş olacaktır. Gerçeğe ve topluma hizmet adil ve eşit olmakla sağlanır, yalan söylemekle veya algılarla değil. Çalışan ve üreten insanlar ödüllendirilerek bu ulvi gayelere hizmet edilmiş olunur. Üreten ve hakikat peşinde koşanlar algı operasyonlarıyla uyumsuz bireyler olarak takdim edilmekle hiçbir yere varılamaz, olsa olsa bu gibi davranışlar toplumlardaki çözülmeleri ve bozulmaları sağlayan basamak taşları olur. Unutulmamalı ki üreten (var olanı değil yeni bir ürün) ve geliştiren insanlar hür düşünen toplum ve bireylerden çıkar, ikbal düşüncesiyle seviyesizce ve ahlaka aykırı davranan toplulukların üretim ve geliştirme değil daha çok taklitçi bireyler ortaya çıkardığı bilinen bir gerçektir. Bu nedenle, en temel meselemiz eskilerin tabiriyle doğrucu davutların çok olduğu hür bireyleri yetiştirmektir. Bunu başarabildiğimiz oranda hem bu ülkeye hem de insanlığa en büyük hizmeti yapmış olacağız. Aldatmak yani yalan yok ve paylaşmak var!!! Peki ülkemizde hukukçular nereye koşuyor? Temel hak ve hürriyetler gerçekten koruma altında mı ve hukuk fakülteleri bu işin neresinde veya neresinde olmalıdır? Can Atalay konusuyla ilgili şahsi kanaatimi daha önceki yazılarda arz etmiştim: Bu konunun çözüm yeri meclistir; anayasa değişikliğidir. Hatta milletin ta kendisidir. Halk girişimi ve temsilcilerin azli kurumları acilen Türkiye’nin anayasal sistemine konulmalıdır. Gördüğümüz noktada toplumda adaletin dumura uğradığı büyük çoğunlukça kabul edilen bir gerçektir. Peki hukuk fakültelerine gelmeden daha önce anaokulunda, ilkokulda, ortaokulda, liselerde ve üniversitelerin diğer bölümlerinde dürüstlük, hak, hukuk, hakkaniyet ve adalet kültürü olarak bu ülkenin evlatlarına ne anlatmaktayız veya ne öğretmekteyiz. Yoksa hep birlikte statükonun korunmasına mı hizmet etmekteyiz? Görebildiğimiz kadarıyla seçkinci yani elitizm hastalığı tüm eğitim sistemini özellikle hukuk eğitimini ve hatta tüm yüksek öğretimi esir almış durumdadır. Peki böylesine seçkinci anlayışa sahip bir eğitim sistemi herkes için adil bir düzen inşa edebilir mi? Yoksa iktidarı her ele geçirenin bizim adam hastalığıyla mustarip olduğu bir durumun ortaya çıkması kaçınılmaz bir son değil midir? Görebildiğimiz kadarıyla seçkinci yani elitizm hastalığı tüm eğitim sistemini özellikle hukuk eğitimini ve hatta tüm yüksek öğretimi esir almış durumdadır. Peki böylesine seçkinci anlayışa sahip bir eğitim sistemi herkes için adil bir düzen inşa edebilir mi? Yoksa iktidarı her ele geçirenin bizim adam hastalığıyla mustarip olduğu bir durumun ortaya çıkması kaçınılmaz bir son değil midir?TÜRKİYE’NİN MUHALEFETİ VE MUHALİFLERİNİN ÇARESİZLİĞİ
Halka küfür ederek veya halkı küçük görerek bir yere varamayacaksınız. Sırça köşklerinizden çıkarak kendinizi seçmesini istediğiniz milleti önce çok iyi tanımalısınız. Bundan önce ise bizim adam hastalığından kurtularak; hayatta iki çeşit insan olduğu düşüncesine geminizi yanaştırmalısınız: Namuslular ve Namussuzlar. Bu limanda doğru ve liyakatli insanlarla çalışmayı öğrenmelisiniz. Siyaseti size öğretenlerin dünya anlayışının çoktan sona erdiğini, yeni bir dünyanın farkına vararak şeffaf ve dürüst olmayı bilerek yaşayacaksınız. Mesele iktidar ise aslı ve tali iktidar ayrımlarına girmeden iktidarın gerçek sahibinin millet olduğunu kabul ederek yola çıkacaksınız. Halkçı bir yönetimin anayasal cumhuriyetten geçtiğini bileceksiniz. Bunu da temsilcilerin azli ve halk girişimi kurumlarını yönetimde kontrol ve dengeyi sağlamak adına yeni anayasa koymakla gerçekleştirebilirsiniz. Temel hak ve hürriyetleri kanunlar korumaz, hak ve hürriyetler milletin fertlerinin o şuura sahip olunmasıyla korunur. Ne diyelim, seçkinci (elitist) pozitivist hukuk anlayışının ömrü de buraya kadarmış... Fatih Öztürk, Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesiİlginizi Çekebilir