© Yeni Arayış

Hukuk devletinden dönüş: Etki ajanlığı

Daha suç düzenlemesi yapılmadan, Osman Kavala’nın, Mücella Yapıcı’nın, Can Atalay’ın, Mine Özerden’in, Tayfun Kahraman’ın, Çiğdem Mater’in ve diğer Gezi hükümlülerinin, Can Dündar ve tüm Cumhuriyet gazetecilerinin, Mehmet Altan’ın, Ahmet Altan’ın, Büyükada davasında tutuklanan tüm insan hakları aktivistlerinin ve diğerlerinin aslında bu suçtan cezaevine konulduğunu görünce, yasanın çıktıktan sonraki etkileri daha iyi anlaşılabilir.

Osman Kavala iddianamesinden bir sayfayı okuduğunuzda, aklınızda kalan ana fikir “O kadar başarılı bir ajandır ki, ajanlık faaliyetiyle ilgili delil elde edilememiştir” ana fikri olur. Isınan gündemin etkisiyle biraz geri plana atıldığını düşünmeyin sakın, kamuoyunda etki ajanlığı olarak bilinen yeni suç, önümüzdeki hafta meclis genel kuruluna geliyor.

Türk Ceza Kanunu’na 339’ncu maddeden sonra gelmek üzere bir 339/A maddesi ekleniyor. Maddenin başlığı gelen eleştiriler üzerine “Diğer faaliyetler” madde başlığı, “Devletin güvenliği veya siyasal yararları aleyhine suç işleme” olarak değiştirildi. Malum, ceza hukukunda kanunilik, belirlilik ve öngörülebilirlik ilkeleri gereği, ki bu ilkeler gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 7nci madde, gerek BM Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi 15nci madde, gerek de Anayasa 38nci madde ile koruma altında, “diğer faaliyetler” adı altında ne olduğu belirsiz birtakım fiilleri suç kabul etmek mümkün değil. Gelgelelim, sadece başlığı değiştirince etki ajanlığı belirli hale gelmiş olmuyor elbette.

Esasen TCK m.326 ila m.339’da düzenlenen “Devletin sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçları”nın kapsamı dışında kalan ve “Diğer faaliyetler” başlığı altında belirsiz, saikin aranmadığı bir “salt şüphe suçu” yaratılıyor. İktidar, Devlet sırrı kapsamına girmese de Devletin güvenliğini veya iç veya dış siyasal yararlarını ilgilendirdiğini düşündüğü her bilgiyi, her konuyu, Türk vatandaşları veya Türk kurum ve kuruluşları ile Türkiye’de bulunan yabancılar hakkında araştırma yapılmasını veya yaptırılmasını veya saik aranmaksızın, Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine, yabancı bir devletin veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı ile suç işlenmesini, işlenen bu suçların dışında ayrıca cezalandırılmaya değer suç olarak tanımlamak niyetinde. Bunu da açıkça madde gerekçesine aynen böyle yazmışlar.

İktidara göre, “eski tip” casusluğu cezalandıran bu maddeler yetersiz geliyor; “yeni tip” casusluğu cezalandırmak üzere bu düzenleme yapılıyor. O arada düşünceyi ifade hürriyeti, basın özgürlüğü ve insan hakları kavramları “azıcık” örselenebilir tabii.

 ‘YENİ TİP’ CASUSLUĞU CEZALANDIRMAK İÇİN BU DÜZENLEME YAPILIYOR

Madde metninde ise, “Bu bölümde düzenlenen suçları oluşturmamak kaydıyla, Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda suç işleyenler hakkında üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir. Fail hakkında hem bu suçtan hem de işlediği ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur.” hükmü getiriliyor. Teklif gerekçesinde, yasanın “casusluk amacıyla suç işleme” başlıklı yeni bir suç tanımlayarak “casusluğa karşı mücadeleyi daha etkin kılmayı” amaçladığı ifade ediliyor. TCK’nın yedinci bölümü (326-339 arası maddeleri) halihazırda, devletin güvenliğine ilişkin belgeleri ve/veya gizli bilgileri temin etme, yok etme veya açıklama gibi fiilleri ve siyasi ve askeri casusluğu suç sayan hükümler içeriyor. Bu tür fiillerin savaş zamanında işlenmesi veya devletin savaş hazırlığını veya askeri hareketlerini tehlikeyle karşı karşıya bırakması halinde ise üç yıldan ağırlaştırılmış müebbet hapse kadar değişen ağır cezalar öngörülmekte. İktidara göre, “eski tip” casusluğu cezalandıran bu maddeler yetersiz geliyor; “yeni tip” casusluğu cezalandırmak üzere bu düzenleme yapılıyor. O arada düşünceyi ifade hürriyeti, basın özgürlüğü ve insan hakları kavramları “azıcık” örselenebilir tabii. O kadar olacak, yerseniz…

Hukukumuza göre lobi faaliyetleri, halkla ilişkiler kampanyaları, sosyal medya çalışmaları, medya ve yayıncılık alanları, akademik çalışmalar ve düşünce kuruluşlarının faaliyetleri, yasal faaliyetlerden kabul edilmekte. Bu yasa değişikliğinden sonra, artık böyle olmayabilir. Taslak metin, ceza hukukunun temel ilkelerinden olan belirlilik, kanunilik ve öngörülebilirlik ilkelerine temelden aykırı. Fiil belli değil, suç da belli değil. Maddede geçen stratejik çıkar, talimat, organizasyon, devletin iç ve dış siyasi yararları gibi ifadelerden herhalde herkes başka şeyler anlıyor. Ne var ki ceza hukuku, bu derece “esnekliği” kabul etmiyor. Ceza normu, içine istediğiniz fiili sokabileceğiniz bir çuval değil, son derece belirli ve somutluğu olan, net bir kural olmalıdır. Bana göre devletin iç veya dış siyasi yararına olan bir durum, mesela bir MHP’liye göre son derece zararlı kabul edilebilir. Kavramın içini doldurmayınca, yalnızca keyfilik ortaya çıkıyor.

Madde 339/A’nın gerekçesinde, “devletin iktisadi, mali, askeri, milli savunma, kamu sağlığı, kamu güvenliği, kamu düzeni, teknolojik, kültürel, ulaştırma, haberleşme, siber alan, kritik altyapılar ve enerji gibi çok çeşitli alanlardaki yararları bağlamında devletin iç veya dış siyasal yararlarına karşı gerçekleştirilen faaliyetlerin cezalandırılmasının amaçlandığı” ifade ediliyor. Yine gerekçede, “bu tür fiilleri işleyen kişinin, yabancı bir devletin yargı yetkisi altında bulunmayan organizasyonlar da dahil olmak üzere yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda hareket etmesi” gerektiği ekleniyor.

Gazeteciler ve gazetecilik mesleğinin, insan hakları savunucuları ve insan hakları kurumlarının, Youtube yorumcuları, Youtube kanalları ve sosyal medya araçlarının bu madde yasalaşırsa etkilenecekleri ortada; ancak en büyük etki, AİHM’in chilling effect adını verdiği caydırıcı etki ile ortaya çıkacak, insanlar konuşmadan, twit atmadan, sosyal medya paylaşımında bulunmadan, daha neti ifade özgürlüklerini kullanmadan önce iki kere değil belki on kere düşünecekler gibi görünüyor.

Aslında benzer bir tartışma 2012 yılında Rusya’da, Putin’in etki ajanlığı yasası yürürlüğe girdiğinde, yasanın tüm muhalefeti ve sivil toplumu engellemek amacıyla kullanılacağı endişeleriyle birlikte yürümüştü. Aynen beklendiği gibi oldu ve endişeler haklı çıktı. Bu yetmezmiş gibi, bir de Rusya’da 2015 yılında “İstenmeyen Kuruluşlar Yasası” yürülüğe girdi. 2023 yılında ise Gürcistan’da Rusya yanlısı hükümet, benzer bir etki ajanlığı yasası çıkardı. Yasanın etkilerin, seçim sonuçlarının hala tartışmalı olduğu Gürcistan’da hala konuşuluyor. Ne yazık ki, otoriter rejimler birbirlerinden otoriterlik öğreniyorlar.

Bu yasanın yürülüğe girişinden sonra Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International), Human Rights Watch (HRW), Freedom House, Fédération Internationale pour les Droits Humains (FIDH), ICRC, Kızıl Haç gibi uluslararası kuruluşların Türkiye faaliyetlerinin büyük ölçüde sonlanacağı, Türkiye’deki hemen bütün insan hakları temelli faaliyetlerin de zora gireceği kolaylıkla öngörülebilir. Dernekler ya da vakıflar hukuku çerçevesinde yabancı fon kullanan tüm kuruluşlar, tüm basın kuruluşları, tüm muhalefet cephesi ve iktidarın hoşuna gitmeyecek fikir serdeden herkesin hedefe oturduğu söylenebilir. İktidar eğer isterse, istemediği şekilde konuşan, görüş açıklayan, hatta düşünen herkesi etki ajanlığı ile suçlayarak cezaevine koyma hakkına sahip oluyor. Çok özenilen Abdulhamid döneminde bile bu kadar kolaylıkla kullanılamayan bir “yetki” bu!

Daha suç düzenlemesi yapılmadan, Osman Kavala’nın, Mücella Yapıcı’nın, Can Atalay’ın, Mine Özerden’in, Tayfun Kahraman’ın, Çiğdem Mater’in ve diğer Gezi hükümlülerinin, Can Dündar ve tüm Cumhuriyet gazetecilerinin, Mehmet Altan’ın, Ahmet Altan’ın, Büyükada davasında tutuklanan tüm insan hakları aktivistlerinin ve diğerlerinin aslında bu suçtan cezaevine konulduğunu görünce, yasanın çıktıktan sonraki etkileri daha iyi anlaşılabilir.

Osman Kavala, son savunmasında “…şunu anladım ki yargı mensupları sakıncalı buldukları insanlara ceza verme yetkisine sahip olduklarına inanıyor. Bu insanların suç işlemediklerini biliyor olmalarına rağmen…” demişti. Sizce haksız mı?

Türkiye, yüz yaşını aşmışken hukuk devleti ilkesinden U dönüşü yapıyor. Daha pek çok ilkeden de vazgeçerek… 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER