© Yeni Arayış

Hrant Dink’i nasıl anmalı?

Hrant Dink’i nasıl anmalı?

Hrant’ı en çok onun demokratik zihniyete yaptığı katkılar tanımlar. Bu katkıların en somut ve güçlü ayağı ise, o dönem ülkedeki demokratikleşme hamlelerine, toplumun (en azından kimi kesimlerinin) “bellek alıştırması”, “kendisiyle, kimliğiyle, tarihiyle yüzleşme” vesilesiyle katılmasını sağlamak olmuştur. Hrant Dink’in öldürülmesinin üzerinden 17 yıl geçti. Bugün onun ölüm yıldönümü. Bir süre önce, tetikçi Ogün Samast iyi hâlden serbest kaldığı gün söylemiştim: “Tetikçiler, malum; ama arkasındakiler de öyle. Hrant’ın öldürülmesine karar veren şu ya da bu parçasıyla mevcut düzendir. Dink cinayetinin çözülmesi, aslında bu düzenin çözülmesi, çökmesi anlamına gelirdi. Bunun için çözülmedi. Yürüdüğü yol, tetiklediği siyasi enerji sistemin tabularına, kurucu taşlarına dokuyor, onları tehdit ediyordu. Bunun için öldürüldü…”  Bu, işin bir boyutu. Ancak öyle baskın bir boyut ki, cinayet ve failler Hrant Dink’in çaba ve fikirlerinin önüne geçmeyi sürdürüyorlar. Oysa bu çaba ve fikirler, hem Hrant’ı anmak ve anlamak için, hem Türkiye’nin son 20-30 yıllık hikayesi kavramak bakımından elzem. Onun siyasi hikayesi 1990’ların ortalarında başladı, ölümüne kadar sürdü. O dönemin, o dönem kamusal entelektüellerinin önde gelen isimlerinden birisiydi Dink. Ülke, bir çatışma sayfasını kapatmaya gayret ediyor, demokratik bir ufka doğru ilerliyor, sorunlarını bu ilkeler zemininde çözmeye yöneliyordu. Avrupa Birliği ilkelerini benimseyerek, hak ve özgürlükler şemsiyesi altına girmeye çalışıyordu. Hrant Dink’in de aralarında olduğu kendisini demokrat olarak tanımlayan bir aydın grubu, Kürt sorunundan laiklik, asker ve Kemalizm meselesine, 1915 ve tarihle yüzleşme çabalarından kimlikler arası barışa değin bu şemsiyenin altında sorunlara çözüm bulabileceğini, en azından bu çerçevede oluşacak zeminde yol alınabileceğini düşünüyordu. Bunun kavgasını veriyor, bu fikrin toplumda meşrulaşmasına çalışıyor, demokratikleşme, sivilleşme, kültürel barış meselelerini esas kabul ediyordu. Ne var ki, bu ülkede akli olanı barındıran süreklilik düşüncesi her zaman zayıf, öfkeyi içeren kopuş fikri ise her zaman kuvvetli olmuştur. Bugün gençler, genç akademisyenler, muhalif çevreler için, altını çizdiğim dönem ne yazık ki, Cumhuriyetin ilkelerinin örselendiği, kumpaslar ve gizli ajandalarla özdeş kabul ediliyor. Böyle olunca, o evrede atılmış olan “demokrasi, sivilleşme, toplumsal yüzleşme” istikametindeki her adım, bir mücadele sonunda elde edilen her pozitif girdi, bu çevreler tarafından, Erdoğan’ın ve onun karanlık takviminin parçası olarak görülüyor. O dönemdeki kamusal entelektüellerin çabaları (ki değişim ve demokrasi söyleminin taşıyıcıları olmuşlardı), “kullanışlı aptallık”, “işbirlikçilik” gibi tabirlerle anılıyor. O evredeki çabalar, topluma dair kültürel okumalar, kültürel gruplar arası etkileşim arayışları, toplumun siyaseti kuşatması hali bir sapma hali olarak kabul ediliyor.

Elbette, 1915 çıkış noktasıydı. Dink, rejim ve yerleşik zihniyet için en zor, en keskin konuyu toplumun gündemine getirmiş ve oraya yerleşmesini sağlamıştı. Bu gündeme geliş, sadece soykırım tartışmaları bakımından değil, genel olarak hafıza-bellek-toplum ilişkileri, bu ilişkilerin siyasi iklimi kuşatması açısından da kritik bir an oluşturmuştu.

Bu bakışın mimarları, ölümüyle bir simge hâline gelen Hrant Dink’i kurucusu olduğu fikri ve siyasi dönemden koparmaya, bunu, onu salt solcu veya salt Ermeni ilan ederek yapmaya çalışıyorlar. Bunun gerçeklerle örtüşmediği aşikârdır. Hrant Dink, elbet sol kökenliydi, özünde bir solcuydu, ama özgürlükçü bir solcuydu, siyasi liberal değerlerle barışık, onların siyasetini yapan bir solcuydu. Onu hakkettiği gibi anmak gerek diye düşünüyorum. Hrant’ı en çok onun demokratik zihniyete yaptığı katkılar tanımlar. Bu katkıların en somut ve güçlü ayağı ise, o dönem ülkedeki demokratikleşme hamlelerine, toplumun (en azından kimi kesimlerinin) “bellek alıştırması”, “kendisiyle, kimliğiyle, tarihiyle yüzleşme” vesilesiyle katılmasını sağlamak olmuştur. Elbette, 1915 çıkış noktasıydı. Dink, rejim ve yerleşik zihniyet için en zor, en keskin konuyu toplumun gündemine getirmiş ve oraya yerleşmesini sağlamıştı. Bu gündeme geliş, sadece soykırım tartışmaları bakımından değil, genel olarak hafıza-bellek-toplum ilişkileri, bu ilişkilerin siyasi iklimi kuşatması açısından da kritik bir an oluşturmuştu. Diğer bir ifadeyle Hrant, öncelikli olarak azınlıklar, Ermeniler bakımından kültürel öteki, itiraf ve hak meselesini masaya yatırmış, ancak bu girişimi hızla demokratikleşme arayışının genel iklimi ve diğer talepleriyle kesişmiş ve onları desteklemişti. Özetle, bellek alıştırması dalgası (bu konudaki negatif ve pozitif tüm tutumlarla bir bütün olarak) toplumda görme, bilme, talep etme eğilimini beslerken, tekil bir konu olmanın ötesine geçmişti. Nitekim 1915’e ilişkin bu kültürel siyasal iç konuşma ve temas hamlesi, farklı gruplar arasında, örneğin, laik ve dindar kesim arasında kurulan köprülerle, kısmi iç sorgulamalarla el ele, iç içe evrilmiştir. Bu sadece kendiliğinden bir kesişme hali değildi. Hrant’ın iradesi ve niyeti de bu yöndeydi. O çabalarını demokratik bir proje içine yerleştiriyordu. Kürtlere ve dindar kesimlerin hak taleplerine aynı çerçevede bakıyor, hepsini bir bütün olarak görüyor, yüzleşme, temas ve etkileşim gerekliliği, yeni bir toplumsal sözleşme fikri üzerinden yol alıyordu. O dönemi hedefine ulaşmasına rağmen önemli bir işlevler yerine getirmiştir. Hrant’ın ayrıcalıklı yeri de buradadır. İlerde daha da büyüyecek demokratik zihniyet tohumlarının atılmasındadır.

Hrant, çıkışları, televizyon konuşmaları, gazetesi ve seferberlik kabiliyetiyle neredeyse tek başına, belki birkaç akademisyenin desteğiyle tabuların üzerine gitti. Arkasına özgül ağırlığı yüksek önemli bir entelektüel kitlesini toplamayı başardı.

Açılan kapıdan o kadar çok giren olmuştur ki! Üniversitelerdeki tarih çalışmalarında Osmanlı’da topluluklar üzerine araştırmaların zirve yapması, bir paradigmanın etkilenmesinde olduğu gibi, pek çok konuda etkileşim ve toplumsal seviyede farkındalık geri döndürülmez bir seviyeye gelmiştir. Bugün birkaç paragrafta ifade ettiğimiz bu iş, zor, üst düzey cesaret, irade, siyasi akıl ve duygusal akıl birlikteliği gerektiren bir meseleydi. Hrant, çıkışları, televizyon konuşmaları, gazetesi ve seferberlik kabiliyetiyle neredeyse tek başına, belki birkaç akademisyenin desteğiyle tabuların üzerine gitti. Arkasına özgül ağırlığı yüksek önemli bir entelektüel kitlesini toplamayı başardı. Türk insanının, Türkiye demokratlarının başka gayri müslimler olmak üzere tüm azınlıkları, demokrasi ve toplumun kurucu bir unsur olarak keşfetmesini hareket geçiren dalganın başlatıcılarından oldu. 1990’ların sonunda başlayan Hrant’ın ölümüne kadar giden, siyasi evreyi, toplumun, toplumsal dip ve iç dalgaların siyaseti kuşattığı dönem olarak tanımlamak gerekir. Bu, sadece bir dönem değil, tortular bırakan bir durumdur Hrant bugün bununla yaşıyor.  

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER