© Yeni Arayış

Harvard, Boğaziçi ve ELTE: Aşırı sağın akademiye saldırısı 

ABD Başkanı Donald Trump, dünyanın en prestijli okullarından biri olan Harvard Üniversitesi'ne kafayı takmış durumda. Trump, okula yapılacak 2,2 milyar doları aşan uzun vadeli ödemeleri erteledi.

Aşırı sağ, sarsılmaz bir duruş ve irade ile dönüştürmeye çalıştığı eğitimi, kültürel hegemonya aracı olarak görüyor. Harvard’ın "seçkinci" olarak damgalanması, Trump’ın popülizm ve cehaletten kavrulan tabanının anti-entelektüalizmiyle örtüşürken, Türkiye’de AKP’nin imam hatipleri yaygınlaştırıp örneğin Boğaziçi’ni hedef alıyor olması, eğitimi dini-muhafazakâr değerlere göre şekillendirme arzusunu gösteriyor.

ABD Başkanı Donald Trump, dünyanın en prestijli okullarından biri olan Harvard Üniversitesi'ne kafayı takmış durumda. Trump, okula yapılacak 2,2 milyar doları aşan uzun vadeli ödemeleri erteledi. ABD hükümeti, Harvard'a yabancı öğrenciler üzerindeki kontrollerin artırılması ve çeşitlilik kriterlerinin askıya alınmasını içeren bir talepler listesi de göndermişti ancak üniversite, eğitim özgürlüğüne yönelik her tür devlet müdahalesini, hiçbir sorgulamaya tabi tutmadan reddedeceğini bildirdi. Harvard'ta yaşananlar, Boğaziçi Üniversitesi'nin başına gelenlerle bazı benzerlikler taşıyor elbette. Yani aşırı sağcı ABD hükümeti, tıpkı kendisi gibi cehaleti kutsayan AKP hükümetinin yolundan ilerleyerek, prestijli bir bilim yuvasını kontrolü altına almaya çalışıyor.

Yazıya, ABD’den bir örnekle başladık ama Harvard ya da Boğaziçi'nin başına gelenler, Avrupa'nın orta yerinde hem de AB'ye üye ülkelerde de yaşanıyor. Örneğin Macaristan...

Macaristan'ın en eski ve saygın okullarından biri olan Eötvös Lorand Üniversitesi'nin (ELTE), aşırı sağcı hükümetin eğitim "reformları" ve finansman kesintileri nedeniyle özerkliğinin hızla aşındığı ifade ediliyor. Macar Hükümeti, bir süre önce üniversitelerin yönetim yapısını değiştirirerek rektör atamalarında daha fazla söz sahibi olmaya başlamıştı. Senaryo hep aynı anlayacağınız. Harvard meselesinde biraz başa dönersek, önceki başkan Biden da üniversitelerdeki Filistin yanlısı protestoları "antisemitizme karşı mücadele" adı altında bastırmaya çalışmıştı ama Trump yönetimi, bunu bir üst aşamaya taşıyarak, taleplerinden de anlaşılacağı üzere akademiyi antisemitizmle ilgisi olmayan siyasi hedefler doğrultusunda kötüye kullanmak istiyor. 

Trump'ın bu yaklaşımı, siyasi müttefiki Macaristan'ın neo faşist Başbakanı Viktor Orban'dan aldığı bir reçeteye dayanarak uyguladığını iddia eden siyaset bilimciler ve gazeteciler var. Hırvat gazeteci Denis Romac, buna ilişkin Vecernji List gazetesindeki köşe yazısında şöyle diyor: "Orban, kurumları kontrol altına almaya yönelik daha geniş kapsamlı bir stratejinin parçası olarak, Macaristan'daki üniversitelerin özerkliğini kaldıralı çok oldu. Bugün Orban’ın asıl hedefinin ne olduğu net bir biçimde görülüyor. Orban artık seçimle değiştirilemeyecek otoriter bir iktidar kurmak istiyor. Trump'ın da hedefinde tam olarak bu var." 

İşte tam da burada, Trump’ın Harvard Üniversitesi’ne yönelik fon kesintileri ve Erdoğan'ın siyasal islamcı iktidarının Boğaziçi Üniversitesi yönetimine yaptığı siyasi atamalar ile Orban'ın özgür Macar akademisine saldırıları, aşırı sağın bağımsız akademik kurumlarla neden çatıştığının sorgulanması gerektiğini bir kez daha ortaya koyuyor. Bu örnekler, otoriter eğilimlerin; özgür düşünceyi, bilimsel sorgulamayı ve kurumsal özerkliği neden tehdit olarak gördüğünü anlamak için birer laboratuvar işlevi görüyor aslında. Peki, aşırı sağ siyasetin eğitim kurumlarına yönelik bu nefretinin altında ne yatıyor?

Bilindiği üzere üniversiteler, tarih boyunca iktidarların kontrol etmekte zorlandığı “özerk alanlar” olarak öne çıkmıştır. Özgür akademi, eleştirel düşünce, çoğulculuk ve bilimsel yöntem, otoriter rejimlerin dayattığı tek tip toplum vizyonunu sorguluyor. Aşırı sağ, akademiden işte bu noktada rahatsız olmaya başlıyor. Harvard’ın küresel çapta özgürlükçü değerleri temsil etmesi veya Boğaziçi’nin seküler-demokrat kimliği, bu kurumların iktidarların "düşman" listesine yerleşmesi için oldukça yeterli oldu. Aşırı sağ için özerklik, kontrol edilemeyen bir güç kaynağıdır. Örneğin, Trump’ın "derin devlet" retoriğiyle kurumları hedef almasını veya Boğaziçi’ne kayyım atanarak özerk yapının çökertilmesini, bu korku ve endişenin yansıması olarak değerlendirmek gerekiyor. 

"Nazilerden önce Almanya’da üniversiteler özerkti. Rektör, hocalardan oluşan üniversite senatosunun seçimiyle gelirdi. Dekanları da ilgili fakültelerin hocaları seçerdi. Kimin işe alınacağına vs. tabii ki okulun hocaları karar verirdi. Hitler her şeyi değiştirdi. Artık rektör 'üniversitenin Führer’i' olarak devlet tarafından atanacaktı.

KÜLTÜREL HEGEMONYA ARACI... 

Bununla birlikte genel olarak, aşırı sağın akademiyle yaşadığı uyumsuzluk, iktidarını sürdürmek için gerçeği çarpıtma ihtiyacından kaynaklanıyor. Örneğin, "iklim değişikliğinin inkârı", "pandemi politikaları" veya "toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtlığı" gibi konularda bilimsel konsensus, popülist söylemlerle açık bir şekilde çelişiyor. Bir başka deyişle Harvard’ın iklim araştırmaları veya Boğaziçi’ndeki LGBTİ+ hakları çalışmaları, aşırı sağcı iktidarın "alternatif gerçekliklerini" tehdit ediyor. İşte mesele bu. Öz olarak, pozitif bilim, dogmalara dayanmayan, eleştirel ve sorgulayıcı bir zeminde ilerler; bu da aşırı sağın mutlak hakikat iddiaları üzerine kendi meşruiyetini ve iktidarını inşa çabalarını boşa çıkarıyor. Otoriter/aşırı sağcı bir iktidar için bundan daha tehlikeli ne olabilir?

Tarihsel olarak, faşistlerin akademiye yönelik baskı ve tehditleri elbette yeni bir olgu değil. Nazi Almanyası’nda üniversitelerin "ari ırk" ideolojisine uygun hale getirilmesi, dönemin en ünlü bilim insanlarının sırf "Yahudi" oldukları için akademiden kovulması vs... Boğaziçi Üniversitesi'nin akademik özgürlüğü için mücadele eden bilim insanı Prof. Dr. Cem Say hocamız, Oksijen gazetesinde 29.10.2021 tarihinde yayımlanan, "Üniversitede Nazi dönemi" başlıklı köşe yazısında Nazi Almanyası'ndaki akademinin durumunu şöyle anlatmıştı:

"Nazilerden önce Almanya’da üniversiteler özerkti. Rektör, hocalardan oluşan üniversite senatosunun seçimiyle gelirdi. Dekanları da ilgili fakültelerin hocaları seçerdi. Kimin işe alınacağına vs. tabii ki okulun hocaları karar verirdi. Hitler her şeyi değiştirdi. Artık rektör 'üniversitenin Führer’i' olarak devlet tarafından atanacaktı. Yahudilerin (ne kadar önemli bilim insanları olurlarsa olsunlar) üniversitelerde çalışması yasaklandı. Görelilik kuramının yaratıcısı ve kuantum devriminin öncülerinden Albert Einstein, bir diğer Nobelli kuantum fizikçi Max Born, Nobel Tıp Ödülü sahibi Otto Fritz Meyerhof ve tarihin en büyük kadın matematikçisi olarak bilinen Emmy Noether ülkelerini terk etmek zorunda kalan yüzlerce hocadan sadece birkaçıydı. 

Yıllar önce Hristiyanlığa geçmiş, kendini gayet milliyetçi bir Alman olarak hisseden, I. Dünya Savaşı’nda ülkesi için kimyasal silahları icat edip subay üniformasını gururla giyen Nobelli kimyager Fritz Haber de Hitler’in tanımına göre Yahudi olduğu için bu furyadan kurtulamadı. Bir ülke silahını çıkarmış, kendi ayağına değil, beynine ateş ediyordu."  Boğaziçi'ni, ODTÜ'yü ve daha nice özerk üniversiteyi, parti binasına dönüştürmek isteyenler de ülkenin beynine ateş etmiyor mu? Nedir mesele? Aşırı sağ, tarihsel olarak, entelektüelleri ve akademiyi "halk düşmanı" olarak kodlar ve halka bunun propagandasını yapar. Bunun ardından hepsi birbirinden değerli hocaların cübbeleri polise çiğnetilir ya da öğrencileriyle birlikte olması gereken hocalar, okul bahçelerinde, sokaklarda "üniversitede demokratik özgürlük" için mücadele etmek zorunda kalır. Mesele budur. 

Bilimsel eğitim yerine ideolojik müfredat, iktidarın gelecek nesilleri biçimlendirme çabasının parçasıdır aslında. Bilimin evrensel değerleri, çoğulcu toplum ideali ve özgür düşünce, aşırı sağın korkulu rüyasıdır ancak tarih, gerçek ve özgürlük adına verilen herhangi bir mücadelenin uzun vadede galip geldiğini gösteren örneklerle doludur. Bilim durdurulamaz. Bilim, bir yolunu bulur ve yürümeye devam eder, hem de onu baskılamaya çalışanların gözü önünde.

Vurgulamak gerekiyor ki popülizmin yükselişi temelde; eğitimden ve eğitimin sağladığı sosyal prestijden yoksun geniş halk kitlelerinin tepkisi üzerine temelleniyor. Çünkü popülist / aşırı sağcı iktidarlar bu kesimin rızası üzerine güçlerini inşa ediyorlar. Topyekûn bir itibarsızlaştırmada, topyekûn bir kıstırmada ve topyekûn kutuplaşmada herkesi eşitliyorlar. Ne de olsa liyakat, adalet ve çok seslilik aşırı sağın nefret ettiği, özerk üniversitelerin yükselttiği kavramlar. Tüm bunlar, bir aşırı sağcı iktidar için akademiyi düşman kampına yerleştirmek için oldukça yeterli enstrümanlar. 

Sonuç olarak, üniversiteler, sadece bilgi üretmez aynı zamanda toplumsal dönüşümün aktörlerini de yetiştirir. Bunun örnekleri var; 1960’lardaki öğrenci hareketleri, Gezi direnişi, Black Lives Matter protestolarındaki gençler ya da bugün hapishanede esir tutulan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu nezdinde demokrasiye ve geleceklerine sahip çıkmak için sokaklara dökülen üniversiteli ve liseli gençler... Bu gençlerin aksiyonları, aşırı sağcı iktidarların kampüsleri neden "tehlikeli" bulduğunu açıklıyor. Trump’ın "solcu akademisyenler"e yönelik suçlamaları veya siyasal islamcıların Boğaziçi öğrencilerini “terörist” olarak yaftalamasını, bu korkunun dışavurumu olarak değerlendirmek gerekiyor.

Aşırı sağ, sarsılmaz bir duruş ve irade ile dönüştürmeye çalıştığı eğitimi, kültürel hegemonya aracı olarak görüyor. Harvard’ın "seçkinci" olarak damgalanması, Trump’ın popülizm ve cehaletten kavrulan tabanının anti-entelektüalizmiyle örtüşürken, Türkiye’de AKP’nin imam hatipleri yaygınlaştırıp örneğin Boğaziçi’ni hedef alıyor olması, eğitimi dini-muhafazakâr değerlere göre şekillendirme arzusunu gösteriyor. Bilimsel eğitim yerine ideolojik müfredat, iktidarın gelecek nesilleri biçimlendirme çabasının parçasıdır aslında. Bilimin evrensel değerleri, çoğulcu toplum ideali ve özgür düşünce, aşırı sağın korkulu rüyasıdır ancak tarih, gerçek ve özgürlük adına verilen herhangi bir mücadelenin uzun vadede galip geldiğini gösteren örneklerle doludur. Bilim durdurulamaz. Bilim, bir yolunu bulur ve yürümeye devam eder, hem de onu baskılamaya çalışanların gözü önünde.

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER