© Yeni Arayış

Halkın iradesi üzerindeki gölgeler ve İmamoğlu

Halkın iradesini hiçe sayarak, muhalefeti sindirme çabaları, aslında demokrasiye yönelik açık bir saldırıdır. Muhalefet, bu durumu bir uyanış çağrısı olarak görmeli ve Erdoğan'ın korkularını fırsata dönüştürmek için adımlar atmalıdır. Çünkü Türkiye’nin geleceği, bu iktidarın korkularından bağımsız olarak, halkın iradesinin tecelli edeceği bir seçim süreciyle şekillenecektir. İmamoğlu'nun durumu, bu mücadelede bir dönüm noktası olma potansiyeline sahiptir.

Türkiye'deki muhalif siyasetçi ve partilerin, içinde bulunduğumuz bu kritik siyasi dönemde anlaması gereken en önemli gerçeklerden biri de Ekrem İmamoğlu gerçeğidir. İmamoğlu, muhalif cephede adeta bir kale vazifesi görmekte. Zira İmamoğlu "kalesi" düşerse, Türkiye'de seçimle iktidar değişimi kapısı çok büyük ihtimalle kapanmış olacaktır. Bu durum, yalnızca muhalefetin geleceği için değil, aynı zamanda demokrasi tarihimiz açısından da son derece tehlikeli bir aşamadır. Eğer muhalefet bu gerçeği kavrayamazsa (kavramışa benzemiyor) iktidar tarafından izin verilen saha hariç başka bir alanı kalmayacaktır. Bu, Türkiye’deki demokratik yapının yok olması anlamına gelirken, siyasi çeşitliliğin ve katılımcılığın yok olmasına da kapı aralayacaktır.

İktidarın, kendisi dışındaki tüm cephelere karşı son zamanlarda ortaya koyduğu sert tavrı, seçimlerden duyduğu korkunun somut bir yansımasıdır. Bu korkunun kökeni yalnızca siyasi rakipler değil, esasen halkın kendisidir. Ekonomik sıkıntılar, işsizlik, yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı, toplumun geniş kesimlerini derinden etkilemiş durumda. İktidar, bu durumu biliyor ve bu nedenle paniğini gizlemeye çalışıyor. Eğer iktidar güçlü bir yönetim sergileyebilseydi, halkın iradesinden bu denli korkmasına gerek kalmazdı. Ancak durum tam tersi; toplumun büyük bir kısmı iktidarın politikalarından memnun değil ve bu da iktidarın korkularını artıran bir unsur haline gelmiştir.

Özellikle son bir aylarda İsrail ile olan ilişkilerinin derinleşmesi de iktidarın korkularını tetikleyen bir başka faktördür. Yerel seçimlerde yaşadığı hezimet, kötü ekonomi ve İsrail işbirlikçiliği üzerinden şekillenen bir tabloyu ortaya koymaktadır. Erdoğan ve yönetimi, toplumun bu durumu sorguladığını ve kendisine olan güvenin sarsıldığını biliyor. Bu nedenle muhalefeti hedef alarak, onu sindirme ve kontrol altına alma çabası, aslında kendi zayıflığını gizleme çabasıdır. Şayet Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu konuları toparlamış olarak seçime girebileceğine inanmış olsaydı, muhalefet liderleriyle bu denli meşgul olmazdı. Bugün, muhalefetin güçlü olduğu, halkın iradesine saldırmanın iktidar için sonuç doğurabileceği bir ortamda, Erdoğan’ın saldırgan tutumu, kaybetme korkusunun bir tezahürü olarak karşımıza çıkıyor.

Ülke, ekonomik ve sosyal çöküşün eşiğinde, bölge adeta bir yangın yeri haline gelmişken, iktidar hâlâ seçilmiş belediye başkanlarıyla uğraşıyor. Bu durum, iktidarın korkusunun ve çaresizliğinin açık bir göstergesi.

İKTİDARIN KORKUSUNUN AÇIK GÖSTERGESİ

Geçmişte Erdoğan, seçimlerde büyük bir özgüvenle hareket ederdi. Kriz anlarında, kendini baskı altında hissettiğinde, çözümü sandıkta arardı. Ancak şimdi durum bambaşka. Artık sandıktan korkuyor. Bu korku, yalnızca Erdoğan’ın değil, Türkiye’nin geleceği için de son derece endişe verici bir durum. Ülke, ekonomik ve sosyal çöküşün eşiğinde, bölge adeta bir yangın yeri haline gelmişken, iktidar hâlâ seçilmiş belediye başkanlarıyla uğraşıyor. Bu durum, iktidarın korkusunun ve çaresizliğinin açık bir göstergesi. Kayıp riski, onlar için son derece yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Bu noktada, muhalefetin bu durumu bir fırsata dönüştürmesi, tarihsel bir sorumluluk haline geliyor.

Halkın iradesini hiçe sayarak, muhalefeti sindirme çabaları, aslında demokrasiye yönelik açık bir saldırıdır. Muhalefet, bu durumu bir uyanış çağrısı olarak görmeli ve Erdoğan'ın korkularını fırsata dönüştürmek için adımlar atmalıdır. Çünkü Türkiye’nin geleceği, bu iktidarın korkularından bağımsız olarak, halkın iradesinin tecelli edeceği bir seçim süreciyle şekillenecektir. İmamoğlu'nun durumu, bu mücadelede bir dönüm noktası olma potansiyeline sahiptir. Eğer muhalefet, bu gerçeği kavrayamaz ve birlik olamazsa, kaybeden sadece siyasi aktörler değil, tüm toplum olacaktır.

Bu bağlamda, muhalefetin üzerindeki en büyük sorumluluk, halkın taleplerine kulak vermek, onların beklentilerini karşılamak ve iktidarın yarattığı boşluğu dolduracak alternatif politikalar geliştirmektir. Gerçek güç, halkın iradesinde ve katılımında yatmaktadır. İmamoğlu’nun durumu, sadece bir siyasi mücadelenin ötesinde, Türkiye’nin demokrasi mücadelesinin bir sembolü haline gelebilir. Muhalefet, bu dönemi etkin bir şekilde değerlendirmeli ve halkın yanında durarak, iktidar kaynaklı korkularını yenmeli ve Türkiye’nin demokratik geleceği için önemli bir adım atmalıdır. Bu mücadele, yalnızca siyasi aktörlerin değil, tüm toplumun ortak çabası olmalıdır. Unutulmamalıdır ki, gerçek anlamda demokratik bir toplum, halkın iradesiyle şekillenir ve bu süreçte herkesin sorumluluğu büyüktür.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER