Hakikatin manipülasyonu: Güvenlikten güvenlikleştirmeye
SİYASETGüvenlik söylemleriye şekillendirilen hakikatlerin ötesini görmek ve bireysel özgürlüklerin korunması adına eleştirel bir duruş sergilemek, modern dünyanın en büyük mücadelelerinden biri olarak karşımızda durmaktadır. Hakikati arama cesareti, insanlığın en değişmez ve en değerli erdemlerinden biridir.
Dünya içinden çıkılması zor görünen pek çok sorunla boğuşmaktadır: Ekonomik krizler, kişisel özgürlüklerin kısıtlanması, toplumsal baskılar, eşitsizlikler, adaletsizlikler ve savaşlar…
Coğrafya fark etmeksizin, bu sorunların izine rastlamamak neredeyse imkansız. Özgürlüklerin ve bireysel hakların sıkça vurgulandığı, demokratik değerlerle övünen ülkelerde bile, bu hakların gerçekten ne kadar uygulanabildiği tartışmalı bir konu. Bir yandan ifade özgürlüğü savunulurken, diğer yandan hükümet karşıtı protestolar şiddetle bastırılmakta; kadın haklarından söz edilirken ücret eşitsizliği, sistematik taciz ve kadın cinayetleri görmezden gelinebilmektedir.
Göçmenlerin insan hakları savunulurken sınır güvenliği bahanesiyle binlercesinin yaşam koşulları hiçe sayılabilmektedir.
Görünüşte özgür ve refah içinde yaşayan toplumlar bile, iktidarların ince ince işlediği kontrol mekanizmalarının sınırlarını aşamamaktadır.
Bu kontrol, yalnızca büyük meselelerde değil, gündelik hayatlarımızın en basit ayrıntılarında dahi kendini hissettirmektedir: İktidarlar, yaşamlarımızın neredeyse her alanına sızarak tercih ettiğimiz yiyeceklerden giysilere, düşüncelerimizden hayallerimize, neyi doğru kabul edip neyi reddedeceğimize kadar her şeyi yönlendirme gücüne sahip.
Bu yönlendirme, görünmez bir otorite mekanizmasıyla yapılırken bireylere ‘’özgür bir seçim yaptıkları’’ hissi verilmektedir. Oysa ki bu seçimler, aslında iktidarların sunduğu sınırlı seçenekler arasında gerçekleşmektedir.
Hakikatin yerini iktidarın üretttiği söylemler, özgürlüğün yerini ise onların çizdiği sınırlar almaktadır. Düşüncelerimiz, alışkanlıklarımız ve kimliğimiz, farkında olmadan özgürlük illüzyonu altında büyük bir yönetim stratejisinin parçası haline gelmektedir.
Dahası, bu kontrol mekanizması, sadece bireyleri değil, toplumu bütünüyle güvenlik teması üzerinden şekillendirmektedir. Söylemler yoluyla yaratılan tehdit algıları, bireylerin ve toplulukların önceliklerini köklü bir şekilde değiştirmektedir.
Tehdit ne kadar gerçek ya da yapay olursa olsun, iktidarların ortaya attığı argümanlar ve bu argümanları destekleyen medya, uzmanlar ve kurumlar, toplumun bu tehditlere inanmasını sağlamaktadır. Güvenlik meseleleri gündeme geldiğinde, ekonomik krizler, eşitsizlikler ya da hak talepleri gibi diğer sorunlar kolayca göz ardı edilebilmektedir. Örneğin, terör tehdidi algısı, bireylerin özgürlüklerinden vazgeçmesini kolaylaştırmaktadır; çünkü güvenlik ihtiyacı, her zaman temel hakların önüne geçmektedir.
Böylece iktidar, hem hakikat yaratma gücünü pekiştirmekte hem de bu gücü kullanarak olağanüstü önlemler almayı meşrulaştırmaktadır. "Sizi koruyor” söylemi altında, kontrol mekanizmalarını genişletilmektedir. Dijital gözetim, bireylerin hayatlarını daha fazla izlemeyi mümkün kılmaktadır. Özel hayatın mahremiyeti güvenlik gerekçesiyle askıya alınabilmektedir.
Toplum, farkında olmadan daha az özgür, daha az bağımsız bir düzene alışmaya başlamakta, bireylerin haklarını koruma iddiasıyla başlatılan süreç, aslında bireyleri kendi haklarından feragat etmeye zorlayan bir oyun haline dönüşmektedir.
Sonuç olarak, modern iktidarların inşa ettiği bu yapı, sadece bireylerin değil, toplumların kolektif bilincini de şekillendirmektedir. Hakikat, iktidarın söylemleriyle yeniden yazılırken, özgürlüğün tanımı bile onların istediği biçimde yeniden şekillenmektedir.
Özgürlük illüzyonu altında yaşarken, aslında her geçen gün daha çok sınırlandırıldığımız bir düzenin içinde kaybolmaktayız...
Bu döngüyü fark etmek ve sorgulamak, özgürlüğün yeniden tanımlanması için atılacak ilk adımdır.
ABD’de 11 Eylül saldırılarının ardından uygulamaya konulan Patriot Act, bireysel mahremiyeti ciddi ölçüde kısıtlamış, bu yasayla birlikte, terörle mücadele gerekçesiyle telefon görüşmelerinin dinlenmesi ve bireylerin internet üzerinden izlenmesi “güvenlik” adı altında meşrulaştırılmıştır.
GERÇEKLİK VE GÜVENLİK ALGISININ DÖNÜŞÜMÜ
Günümüz dünyası, ekonomi krizlerden savaşlara, kişisel özgürlüklere yönelik baskılardan toplumsal eşitsizliklere kadar birçok sorunla mücadele etmektedir. Bu sorunlar yalnızca düşük yaşam standartlarına sahip toplumlarla sınırlı kalmamakta, ABD, Almanya ve Japonya gibi refah düzeyi yüksek ülkelerde dahi ekonomik dalgalanmalar, göçmen karşıtlığı veya mahremiyetin ihlali gibi ciddi meseleler gözlemlenmektedir.
Örneğin, ABD’de 11 Eylül saldırılarının ardından uygulamaya konulan Patriot Act, bireysel mahremiyeti ciddi ölçüde kısıtlamış, bu yasayla birlikte, terörle mücadele gerekçesiyle telefon görüşmelerinin dinlenmesi ve bireylerin internet üzerinden izlenmesi “güvenlik” adı altında meşrulaştırılmıştır.
2020 yılında ülkemizde çıkarılan "Sosyal Medya Yasası” kullanıcıların sosyal medya paylaşımlarının daha sıkı bir şekilde izlenmesine ve gerekirse kaldırılmasına olanak tanımıştır. Yine terörle mücadele gerekçesiyle, bazı durumlarda kişilerin sosyal medya hesaplarının incelenmesi, pasaportların iptal edilmesi veya seyahat özgürlüklerinin kısıtlanması ülkemizdeki güvenlik- özgürlük dengesi tartışmalarına örnek gösterilebilir.
Bu örnekler “güvenlik” adına yapılan düzenlemelerin, mahremiyet ve ifade özgürlüğü gibi temel hakları nasıl etkileyebileceğini göstermektedir. Türkiye’de bu denge, özellikle son yıllarda ciddi bir tartışma konusu olmaktadır.
Yine son zamanlarda ülkemizde yaşanan belediyelere kayyum atanması durumu, terör ve güvenlik kapsamında gerçekleşmekte ve olağanüstü bir durum olmasına rağmen toplum tarafından kabul görmektedir.
Foucault’nun vurguladığı gibi, modern iktidarların en güçlü araçlarından biri, hakikat yaratma yetisidir. Hakikat, sadece söylemlerle değil, bu söylemleri destekleyen medya, akademi ve yasal mekanizmalar aracılığı ile inşa edilmektedir.
HAKİKAT VE RIZA İLİŞKİSİ
Michel Foucault’nun biyo-iktidar kavramı, modern iktidarların bireylerin bedenlerini ve yaşam biçimlerini nasıl kontrol ettiğini açıklamaktadır. Örneğin Çin’de kullanılan sosyal kredi sistemi, bireylerin toplumsal davranışlarını takip ederek belirli puanlar atamakta ve düşük puana sahip olanların seyahat etme özgürlüğü gibi hakları kısıtlanmaktadır. Bu sistem, ‘’toplumsal düzeni koruma’’ söylemiyle haklı gösterilirken, bireylerin özgürlük alanı ciddi biçimde daraltılmaktadır.
Foucault’nun vurguladığı gibi, modern iktidarların en güçlü araçlarından biri, hakikat yaratma yetisidir. Hakikat, sadece söylemlerle değil, bu söylemleri destekleyen medya, akademi ve yasal mekanizmalar aracılığı ile inşa edilmektedir. Örneğin, 2003 yılında ABD’nin Irak’a müdahalesi sırasında, Saddam Hüseyin’in ‘’kitle imha silahlarına sahip olduğu’’ iddiası yaygınlaştırılmıştır. Bu iddialar yıllar sonra yalanlanmasına rağmen, o dönem uluslararası kamuoyunda savaşa yönelik bir rıza yaratmayı başarmıştır.
GÜVENLİK VE GÜVENLİKLEŞTİRME
Barry Buzan ve Ole Waever’in "Güvenlikleştirme Kuramı’’, belirli meselelerin nasıl bir güvenlik tehdidi olarak tanımlandığını ve bu tanımların siyasi alanı nasıl dönüştürdüğünü açıklamaktadır. Örneğin, Avrupa’da yükselen göçmen karşıtlığı, sıkılıkla ‘’güvenlik’’ söylemleriyle meşrulaştırılmaktadır. İtalya, 2018 yılında göçmen botlarını kurtaran yardım kuruluşlarına yönelik ağır yaptırımlar uygulamıştır. Göçmenlerin ‘’ulusal güvenliğe tehdit’’ olarak sunulması, siyasi liderlerin sert sınır politikalarını halk desteğiyle uygulamasına olanak tanımıştır.
Güvenlikleştirme sadece tehdit algısı yaratmakla kalmamakta, aynı zamanda toplumsal öncelikleri de değiştirmektedir. Ülkemizde 2022’de çıkarılan ‘’Dezenformasyon Yasası” ile "halkı yanıltıcı bilgi’’ yayma gerekçesiyle sosyal medya ve internet üzerindeki denetim artırılmıştır. Bu, bireysel ifade özgürlüğüyle ilgili tartışmaları gölgede bırakıp, ‘’toplumu koruma’’ ve ‘’kamu güvenliği’’ söylemleriyle yasanın uygulanmasını haklı göstermiştir. Bu süreçte, ifade özgürlüğü gibi konular toplumsal öncelik olmaktan çıkarılmıştır.
Sosyal medya hesaplarından yaptıkları paylaşımlar nedeniyle gözaltına alınan ya da tutuklanan insanların sayısı hiç az değildir.
Son olarak, Nasuh Mahruki, Yüksek Seçim Kurulu ile ilgili yaptığı sosyal medya paylaşımları nedeniyle ‘’halkı halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’’ suçlamasıyla tutuklanmıştır. Bu durum, devletin güvenlik ve kamu düzenini koruma gerekçesiyle bireysel ifade özgürlüğünü sınırladığı bir örnek olarak görülebilmektedir.
Mahruki’nin paylaşımlarının ‘’kamu barışını bozmaya elverişli’’ olduğu gerekçesiyle tutuklanması, devletin kendi tanımladığı ‘’hakikat’’ dışında kalan ifadeleri tehdit olarak algıladığını ve bu tür ifadeleri kontrol altına almak için yasal mekanizmaları kullandığını göstermektedir.
Hem Foucault’nun hem de güvenlikleştirme teorisini savunan düşünürlerin belirttiği gibi, iktidarın bireyler üzerindeki denetimini arttırmak için güvenlik söylemlerini nasıl araçsallaştırıldığını bu örneklerde ve yaşanan birçok örnekte görebilmekteyiz.
HAKİKATİN PEŞİNDE: Örnekler ve Direniş
Bireyler, iktidarların oluşturduğu bu mekanizmalar karşısında zaman zaman hakikati arama çabalarını sürdürmüştür. Wikileaks’in kurucusu Julian Assange, ABD ve diğer ülkelerin gizli belgelerini ifşa ederek, savaş suçları ve istihbarat manipülasyonlarına dikkat çekmiştir.. Assange’ın ifşaları, iktidarın hakikat yaratma sürecine meydan okuyarak, bireylerin daha geniş bir perspektiften olayları sorgulamasını sağlamıştır. Bu ifşalar, uluslararası kamuoyunda büyük yankı uyandırmış ve hükümetlerin bilgi üzerindeki kontrol gücünü açıkça gözler önüne sermiştir. Ancak, Assange’ın eylemleri, hem kahraman hem de tehdit olarak farklı kesimler tarafından yorumlanmış, hakikat arayışının ne kadar karmaşık ve tehlikeli bir süreç olabileceğini de ortaya koymuştur.
Benzer şekilde, George Orwell’ın distopik romanı, 1984, modern iktidarların hakikat üzerindeki kontrolüne dair güçlü bir eleştiri sunmaktadır. Orwell, ‘’Gerçeklik Bakanlığı’’ kavramıyla, geçmiş yeniden yazılması ve bugünün gerçekliğinin manipüle edilmesi süreçlerini ustaca ele almıştır. Roman, bireylerin yalnızca bilgiyi değil, aynı zamanda düşünceleri ve kimlikleri kontrol eden bir sistemin varlığını vurgulamaktadır. Bu kontrol, bireylere mutlak bir otoriteye boyun eğmeleri gerektiğini hissettiren bir sistem yaratmaktadır. Orwell’ın çizdiği bu distopik dünya, günümüzde medya manipülasyonu, bilgi asimetrisi ve propaganda mekanizmaları üzerinden modern devletlerin hakikat üzerindeki etkisini anlamak için bir uyarı niteliği taşımaktadır.
SONUÇ: Bireylerin Sorumluluğu
Günümüzde, güvenlik ve hakikat arasındaki bu karmaşık ilişkiyi anlamak, yalnızca akademik bir mesele değil, aynı zamada bireysel özgürlüklerin korunması için bir gerekliliktir. İktidarların yarattığı tehdit algılarını sorgulamak ve alternatif bilgi kaynaklarını değerlendirmek, bireylerin bu süreçteki en önemli sorumluluklarıdır.
Bağımsız medya kuruluşları, sivil toplum hareketleri ve dijital aktivizm, hakikatin savunulmasında kritik bir rol oynamaktadır.
Örneğin, Greta Thunberg’in başlattığı çevre hareketi, iklim değişikliğinin önemsizleştirilmesine karşı küresel bir farkındalık yaratmıştır. Benzer şekilde, sosyal medyada yayılan #BlackLivesMatter kampanyası, ABD’deki sistematik ırkçılık ve polis şiddeti konularını uluslararası düzeyde görünür kılmıştır. Bu tür hareketler, bireylerin hakikati sorgulama ve adalet talep etme gücünü simgelemektedir.
Sonuç olarak, güvenlik söylemleriye şekillendirilen hakikatlerin ötesini görmek ve bireysel özgürlüklerin korunması adına eleştirel bir duruş sergilemek, modern dünyanın en büyük mücadelelerinden biri olarak karşımızda durmaktadır. Hakikati arama cesareti, insanlığın en değişmez ve en değerli erdemlerinden biridir.
Gerçeği aramak, yalnızca bireysel bir görev değil, toplumların özgürlüğünü koruma mücadelesidir. Ve bu mücadele, bugün her zamankinden daha önemlidir.
İlginizi Çekebilir