© Yeni Arayış

Hadsizliğin Memleketinde Kadın Olmak

Yargılayan değil, dinleyen; emreden değil, anlayan; karışan değil, destekleyen bir toplumda yaşamak hakkımız.

“Sana ne?” diyebilmenin cesareti üzerine kişisel bir anlatı

Bir spor müsabakasında, futbolcuların ellerine tutuşturulmuş bir pankartta yazılıydı:

"Normal doğum en iyisidir."

Sporla ne ilgisi var?

Kadın doğumuyla ne ilgisi var?

Dahası:

Sana ne?

Ama işte, o pankart bir “uyarı” değildi sadece. O pankart, kadının bedenine, kararına, doğumuna, yaşamına dair bir ihtarnameydi.

Kadınlara "sen şöyle yap, böyle doğur, en doğrusunu biz biliriz" denilen o bildik üst perdeden ton.

Neden? Çünkü “Türkiye'nin sultanı” öyle uygun görmüş.

Öyleyse buyurun, özel hastaneler de hizaya geçsin artık.

Sen sezaryenle doğuramazsın. Çünkü birileri buna karşıymış. O karşı olma halinin de karşılıklı çıkar restleşmesinden mi kaynaklandığını bilemiyoruz elbette.

İşin üzücü yanı şu: senin acını, korkunu, bedenini kimse sormuyor. Çünkü seni sormuyorlar zaten. Sana sadece buyuruyorlar. Yapman gereken şeyi oldukça üst perdeden bir futbol maçında, erkeklerin dünyasında üstten üstten kadına pervasızca buyuruyorlar.

Ama tek meselem bu değil.

Bir meselem de hadsizlik.

Üstelik bu hadsizlik sadece bir pankartla sınırlı değil.

Bu ülkede kadın olunca, seninle birlikte herkes yaşıyormuş gibi senin hayatını.

Yani bedenin sadece senin değil gibi.

Mahallenin, akrabaların, hatta bakkalın bile karışabildiği bir şey oluyor senin özelin.

Bakın size ben kendi deneyimimi anlatayım.

Uzun yıllardır Venedik’te yaşıyorum ve sıklıkla Türkiye’den gelen konuklarıma eşlik ediyorum. Bu esnada çoğunlukla unutulmaz anılarla ayrıldığım karşılaşmalar yaşamış olsam da mutlaka bunun tersi durumlara da denk geliyorum. Bu tanışıklıklarda bana da pervasızca söylenen sözler oldu:

– Sen niye yabancıyla evlendin?

– Annen baban sana bir şey demedi mi?

– Kocan Müslüman mı?

– Niye gittin de elin Hıristiyanıyla evlendin?

– Sünnetli mi? (Şaka gibi ama hayır, gayet ciddiydiler.)

– Değilse getir, Türkiye'de halledilir. İki dakikalık iş.

– Sen niye çocuk yapmıyorsun?

– O senin çocuğun değil, kocanın çocuğu!

– Kendi çocuğun olmalı.

– Doğur. Doğursana! Yap bitane, çıkar aradan.

– Aylık gelirin ne kadar?

– Evin kira mı?

Sadece sorular değil, ima edilenler, bakışlar, üstten tavırlar, sanki senden yaş almış da hayatı senden daha iyi biliyor gibi konuşan her yaş grubundan kadın ve erkek...

Bu sadece benim hikâyem değil.

Hepimizin yaşadığı binlerce küçük, görünmez, ama içten içe yaralayan müdahalelerden sadece bazıları.

Biz çoğu zaman bunları “bize has” sanıp susuyoruz.

Ama ben artık susmak istemiyorum.

Çünkü bu, bize has değil. Bu, hastalıklı bir hâl.

Kadının hayatına, inancına, evliliğine, doğurup doğurmamasına, ekonomik durumuna burnunu sokma hakkını kendinde gören bu pervasızlık, bir zihniyet bozukluğudur.

Toplumsal bir bilinçlenmeye ihtiyacımız var.

Ama önce, bireysel bir farkındalık şart.

Kendi sınırlarımızı önce biz tanımalıyız.

Kimseye açıklamak zorunda olmadığımız alanlarımız olduğunu hatırlamalıyız.

Ve en önemlisi, kimsenin haddine olmadığını yüksek sesle söylemeliyiz.

Artık yeter.

Yargılayan değil, dinleyen; emreden değil, anlayan; karışan değil, destekleyen bir toplumda yaşamak hakkımız.

Ve biz bu hakkı sessizce değil, cesurca talep etmeliyiz.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER