Hacı abi
EDEBİYAT
- Hacı abi evde mi yenge?
- Yok. Camiye gitti. Ne oldu?
- Şey, bir mevzu vardı da, gelince bizim eve bir uğrayabilir mi?
- Tamam, söylerim.
Apartmanın Hacı abisi, Hacısı, apartmanın değil sadece, eşinin bile Hacısı. Dini hükümlere göre; kadının eşine adıyla hitap etmesi mekruhmuş. O yüzden eşi de kendisine Sabri demek yerine Hacı diyordu.
Hacı camiden döndüğünde komşunun kendisini sorduğunu söyledi eşi ve bir koşu komşuya gitti Hacı. Eve geldiğinde üzerinde bir tatlı telaş, bir neşe. “Ne oldu?” dedi eşi. “Komşunun oğlu kız kaçırmış yine, nikahlarını kıymamı istiyorlar.”
“Yine mi?” dedi içinden Kartonpierre. Komşunun esrarkeş oğlu yine kız kaçırmıştı. Birincisini getirdiğinde apartmancak umutlanmıştık, kız da pek güzel, pek masum bakışlıydı. Yazık mı olacak, oğlanı adam mı edecek bilemiyordu kimse. Aile yanında belki büyüklerinde desteğiyle iyi olabilir yahut kösteğiyle ikisi de mahvolabilirlerdi. Zamanla duyduk ki, evdeki herkes eşinden öte eziyet ediyormuş kıza. Evdeki temizlik işlerini onun yaptığını görüyorduk ama gelindi işte, yapar tabii. Sonra kız babasının evine kaçınca gerisin geri, öğrendik ki meğer küçük görümceye varıncaya herkes hizmetçi gibi eziyormuş kızcağızı. Oğlan zaten, esrarkeş, serseri. Yazık olmuştu kıza. Kızını geri getirmeye gittiklerinde babası isyan etmiş, “kızım oğlunuza kaçtığında dolabında etiketi kesilmemiş kıyafetleri vardı, geri geldiğinde kaynanasının eski kazağıyla pazardan alınmış bir etek. Kızımı size geri göndermem.”
Kız da dönmek istemiyordu zaten, oğullarına güvenemediklerinden ısrar etmediler. Oğlan askere gitti sonra. Gitmeden önce serseri, yaygaracı bir tipti, döndüğünde daha sessiz ama daha sert birine dönüşmüştü. Döndükten bir süre sonra yine bir kız kaçırmıştı işte. İlk nikâhını da babam kıymıştı, her ne kadar ömrü boyunca kendinden izhar olacak bir keramet beklese de o evlilik yürümemişti. Bu kıza da babam kıyacak, bakalım bu sefer nasıl olacak?
Kızı gördüm, şişman, cevval bir tip. Sıska, sırık gibi oğlana ayağını denk aldıracak birine benziyor. O evlenip dördüz doğurduktan sonra boşanmak zorunda kalan görümce ayağını denk alır artık. Diğer kıza gündelikçi muamelesi yapan kayınvalide de daha şimdiden haftanın 4 günü köye gidiyor. Bu sefer başka olacak, çünkü bu kız başka. Hele başka olmasınlar, evi başlarına yıkar valla. Deri ayakkabılarının ökçeleriyle yere öyle bir vura vura, tombul bacaklarını öyle bir sağa sola aça aça yürüyor ki, çantasını savurmasa bile öteye kayarsınız.
- Hemen abdest almam lazım, dedi Hacı.
- Abdestin var ya, camiden geldin.
- Olsun nikâh kıyacam, taze abdest almam lazım.
İki kişi bir araya gelse, derhal hayatı boyunca dinlediği sohbetleri tatbik edip mürşit rolüne bürünen Hacı, nikâh kıyma teklifi geldiğinde heyecanlanır, eli ayağı birbirine dolanırdı. Apartmanda cenazeler sonrası eline mikrofon tutuşturulup Yasin okuması istendiğinde öfkeli, otoriter yüz ifadesine bürünürdü. Cenazedeki rolü cehennemle korkutma mizanseni içerdiğinden sert birine bürünüyordu. Ama nikâh öyle mi? Aile olmanın öneminden bahsedecek, çok çocuk yapmalarını öğütleyecek, çocuklarını dindar yetiştirmelerini öğütleyecek, konuya hiç girmemek gerektiğini bilip tam ortasına bodoslama dalarak, hani şu babası gibi esrarkeş olmasın çocuklar diyecek. “Töbe, estağfurullah” çekecek herkes ama yine de idare edecek, çünkü Hacı yapmasa hocaya gidilecek ve o da para isteyecek vs. En iyisi münasebetsiz, patavatsız ama bedava Hacı.
O yüzden düğün olur, cenaze olur, işimiz düşer diye kimse ters düşmezdi Hacıyla. Bir de gençliğinde haylazlığından, okumayacak bu çocuk deyip kulağından tutulduğu gibi Meslek Lisesine gönderilmiş, sanayide yetişmiş, elektrik ustası olmuş Hacı. Öyle çamaşır, bulaşık makinesi falan uzun boylu işlere girmez ama ütü, mikser falan tamir eder. Peşine bir tavuklu pilav gönderdiniz mi yeter, başka da bir şey istemez.
Hacı, nikâhla kutsanmış olarak, keramet beklentisini arşa koyarak gelmişti komşudan. İlk nikâh zayi olmuştu ama her şerde vardır bir hayır, oğlan adam olmuş.
- Aç mısın, dedi eşi Hacıya.
Namazdan gelip yemek yememişti çünkü. Normalde gelir gelmez yemek yerdi yoksa eli ayağı titremeye başlar, bir seferde tutamadığı tuzluk dâhil her şeye bağırırdı. Elinde tabakla gelmediğine göre, belli ki orada yemişti. İşin en güzel yanlarından biri de buydu işte Hacı için. En dayanamadığı şeydi etli yemekler, tatlılar. Allah’ım cennetteki o hurilerin elinden lokmalarla yiyeceği yemekler, hooop yukarıdan aşağı kayacağı baldan ırmaklar.
Ne büyüksün Ya Rabbi, neler ihsan ediyor, neler bahşediyorsun biz günahkâr kullarına.
Boşluğa baktı Kartonpierre. Apartmanın boşluğuna, apartmandakilerin boşluğuna, neme lazımcılığa, herkesin bildiği ama kimsenin ağzına almadığı cümlelere baktı.
“Hepiniz yalansınız” dedi, içinden. Anlamazlardı çünkü ve rahatsız olurlardı ondan, belki onlar da rahatsız olunan insan olmak istemiyorlardır dedi. Bir gıcıklık yapmaya karar verdi, hiç değilse. Sırf Hacının keyfini kaçırsa o bile yeterdi.
“Yeni kız çok kendini ezdirecek birine benzemiyor, bu sefer olur bu iş” dedi, kerameti Hacının elinden alıverdi. Hacının haşin bakışını görmeniz lazımdı. Akşam bir sebepten çıkaracağı arızanın kumanda düğmesine basılmış, geri sayım başlamıştı. O olay patladığında üzülmeyecek, korkmayacak, gerçekten canını yakmayı başardığı için kendisiyle gurur duyacaktı Kartonpierre.
Herkesle hesaplaşmasından bir şekilde yırtan Hacı, Firavun’un burnuna kaçan sivri sinek kadar sinir bozucu Kartonpierre’e tahammül etmek zorunda kalacaktı.
Aslında tam da murad ettiği gibi tüm bu insanları o koordine ediyordu. Gerçekten de fahri imamdı, sözü dinlenmeyen şeyhti ama, şeyhti işte sonuçta. Altın varaklı olmasa da bir tahtı vardı. Bambaşka hayatlar yaşasalar da yamuk yapamıyorlardı ona ve ağzındaki koca laflara, zaman zaman sardığı sarığa, hafif rüzgârda bile havalanan ince kumaştan cübbeye ihtiyatla yaklaşıyorlardı. O görünmez bir varlığın önünde eğiliyor, onlar da onun önünde. Kimse bilemezdi sonuçta;
Ya varsa?