© Yeni Arayış

Güvende hissetmemek

Güvende hissetmeyen birey, hem zihinsel hem de duygusal olarak sürekli alarm durumunda kalır. Beyin, tehditleri algılamak ve bunlara tepki vermek için amigdala gibi yapıları aktif tutar; bu da uzun vadede tükenmişlik ve kaygıya neden olur.

Hiç kendini bir fırtınanın ortasında, ne yana gitsen savrulacakmışsın gibi hissettin mi? Güvenlik ihtiyacının karşılanmadığı bir insan, her an diken üstündedir. Psikolojide bu durum, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde en temel basamaklardan birinin eksikliğiyle açıklanır. Güvende hissetmeyen birey, hem zihinsel hem de duygusal olarak sürekli alarm durumunda kalır. Beyin, tehditleri algılamak ve bunlara tepki vermek için amigdala gibi yapıları aktif tutar; bu da uzun vadede tükenmişlik ve kaygıya neden olur. Böyle bir ruh hali, insanı sadece savunmacı değil, aynı zamanda hayata karşı kopuk, yabancılaşmış ve yalnız bir hale getirir.

Bu duyguyu Albert Camus’nün “Yabancı” romanındaki Meursault’da çarpıcı bir şekilde görürüz. Meursault, dünyayla bağ kurmayı başaramaz; içinde bulunduğu toplumda, hatta kendi hayatında bile bir yabancı olarak dolaşır. Camus, onun ruh halini şu satırlarla özetler:

"Deniz ötesindeki uğultuyu dinlerken, sanki içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim. Etrafımdaki her şey bana yabancı geliyordu; ne insanlar ne de sesler artık bana ait gibiydi."

Beyin, sürekli tehdit algısı altında çalışırken yakınlık kurmayı ikinci plana atar. John Bowlby’nin belirttiği gibi, erken dönemde güvenli bir bağlanma ilişkisi kuramayan bireyler, hayatları boyunca belirsizlikten korkar, insanlarla ilişkilerinde mesafeli ve temkinli olurlar. 

BEYİN TEHDİT ALGISI ALTINDA ÇALIŞIRKEN YAKINLIK KURMAYI İKİNCİ PLANA ATAR

Bu yabancılaşma hali, aslında psikolojide duygusal kopuş (emotional detachment) olarak adlandırılır. İnsan, kendini güvende hissetmediğinde, sevdiklerine ve yaşadığı ortama duygusal olarak bağlanmakta zorlanır. Beyin, sürekli tehdit algısı altında çalışırken yakınlık kurmayı ikinci plana atar. Bu durum, bağlanma teorisi bağlamında da değerlendirilebilir. John Bowlby’nin belirttiği gibi, erken dönemde güvenli bir bağlanma ilişkisi kuramayan bireyler, hayatları boyunca belirsizlikten korkar, insanlarla ilişkilerinde mesafeli ve temkinli olurlar.

Meursault gibi insanlar, dış dünyaya karşı kayıtsız ya da soğuk görünse de, içlerinde derin bir çatışma yaşarlar. Bir yanda, güven arayışı ve aidiyet ihtiyacı; diğer yanda, reddedilme korkusu ve hayal kırıklığı… Bu çelişki, bireyi savunma mekanizmaları geliştirmeye iter: bazen aldırmazlık maskesi takar, bazen de herkesi uzaklaştırarak kendini korumaya çalışır.

Güvenlik eksikliği, insanı yalnızca korkuya değil, aynı zamanda anlam kaybına sürükler. Meursault’nun dünyasında olduğu gibi, her şey anlamsız görünmeye başlar. İnsan, hayatın ağırlığını tek başına taşıyamayacak kadar yorgun hisseder. Bu durumdan çıkış yolu, ancak güvenli bağların yeniden inşa edilmesiyle mümkündür. Zira insan ancak güven bulduğunda, duvarlarını indirip hayatın akışına yeniden katılabilir.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER