© Yeni Arayış

“Gücü-gücüne yetene" düzeni

Bizim “gelecek asrımız” nasıl şekillenecek? Bir şeyin yeniden şekillenmesi için eski şeklin değişmesini imkanlı kılacak bir boşluğa ihtiyaç vardır. Aksi durumda eski şekil değişemez. Buradan çıkarabiliriz ki Erdoğan bu “gücü-gücüne yetene” boşluğunun farkında. Onun için Suriye’deki gelişmeleri yakından izliyor.

Suriye’de “gücü-gücüne yetene” bir siyasi boşluk var ve Türkiye bu boşluğu kendinden başka kimsenin doldurmasını istemiyor ve bunun için de elinden geleni yapıyor. Sanki bu ülkenin kurucu ideolojisinde “Yurtta Sulh! Cihanda Sulh!” gibi bir ilke yokmuş gibi.

Dünya siyasetinde bir şeylerin değişmekte olduğu çok açık. Uluslararası düzende ulus-devletlerin siyasetini biçimleyen aktörlerin sayısı nerdeyse bire indi: Popülist ve otoriter Başkanlar! Onlar kendi ülkelerinin “liderleri” olduklarından, yönetim tarzlarında da kendi kişilikleri öne çıkıyor. Zaman zaman sert, zaman zaman emredici, zaman zaman da kimseye danışmadan savaş çıkaran! Rusya’da Putin, Amerika’da Trump, Macaristan’da Orban, Türkiye’de Erdoğan, Hindistan’da Modi, İsrail’de Netanyahu bunların başında geliyor. Peki bu gelişmenin ardında nasıl bir mekanizma var dersiniz?

Bu soru etrafında herkesin kendine göre bir yorumu vardır kuşkusuz. Bu yazımda ben kendi yorumumu sizlerle paylaşmak istiyorum.

İçinde bulunduğumuz dönemin “milliyetçiliğin” yeniden yükseldiği bir dönem olarak görmek gerektiğini düşünüyorum. Tabii ulus-devletler dünyasında milliyetçiliklerin yeniden yükselişi liberal demokrasinin de önemini yitiriyor oluşuyla yakından ilgili. Özellikle Trump’lı bir dünya düzeninde “liberal demokrasinin” baş savunucusu Amerika gibi bir gücün bu iddiadan vazgeçip pragmatist bir biçimde sadece Amerika’nın çıkarlarını öne çıkararak davranması, (serbest dış ticaret ve serbest piyasa konularında gümrük vergilerini ve regülasyonları kaldırıyor olması) esasında dünya siyasetinde de bir boşluk yaratarak “gücü-gücüne yetene” bir düzenin oluşmasını yaygınlaştırıyor.

“Gücü-gücüne yetene” bir düzenden kastim ise tıpkı imparatorluklar dünyası yıkılırken ulus-devletlerin oluşmasına imkan veren siyasal boşluktan söz ediyorum.  Bu boşluk bu sürede oluşacak ulus-devlet hiyerarşisinde kimin nerede konumlanacağını da büyük ölçüde belirlemişti. Şimdi de tıpkı o döneme benzer biçimde, örneğin Amerika’nın Süveyş kanalı, Kanada, Gazze planları, ya da Türkiye’nin Suriye’deki siyasal boşluğu doldurmak konusunda de facto müdahale edebilme davranışı ya da Rusya- Ukrayna ilk aklıma gelen örnekler. Eminim Pakistan-Hindistan’dan tutun birçok Afrika ülkesinde de benzer bir “gücü-gücüne yetene” dönemine işaret eden boşluklar var.

Peki bu boşluk nasıl doğdu?

Doğrusu bu soruya benim cevabım küreselleşme süreciyle doğrudan ilgili. Küreselleşme ulus-devletlerin “norm” ve “değer” üretme imkanlarını sınırladıkça, ulus-devletler içinde, devletin kendilerine ait olduğunu düşünen kesimlerle (ya da var olan devlet düzeninin devamında kendisi için yarar gören kesimlerle), kendi kimliklerinin de hesaba katılacağı yeni bir demokrasi talep eden kesimler arasında siyasal bir gerginlik yaratmaktadır. Bu gerginlik kaçınılmaz olarak kendilerini ulusun sahibi olan görenlerin yeniden “milliyetçiliğe” sarılmasına neden olarak, uluslararası düzenin ne olduğuna ya da ne olacağına bakmaksızın sadece ve sadece kendi çıkarlarını düşünen otoriter liderlerin egemen olduğu yeni bir dünya yaratmaktadır. “Gücü-gücüne yetene” bir siyasi boşluğun ortaya çıkması da buradan kaynaklanmaktadır.

Gelelim Türkiye’ye!

Bizim “gelecek asrımız” nasıl şekillenecek? Bir şeyin yeniden şekillenmesi için eski şeklin değişmesini imkanlı kılacak bir boşluğa ihtiyaç vardır. Aksi durumda eski şekil değişemez. Buradan çıkarabiliriz ki Erdoğan bu “gücü-gücüne yetene” boşluğunun farkında. Onun için Suriye’deki gelişmeleri yakından izliyor. 

Önce, Türkiye’nin sahibi olduklarını düşünen kesimlerin sözcüsü Erdoğan’ın bazı sözlerine dikkat çekmek istiyorum: Erdoğan geçenlerde bir konuşmasında şöyle dedi. “Dünyanın kalbi Afro-Avrasya Bölgesi’nin yükselen yıldızı Türkiye’dir” “Suriye’den Filistin’e bölgemizde tarih yeniden yazılmaktadır. Hiç unutmayın, kardeşlerimizle birlikte bizim de gelecek asrımız şekillenmektedir”.

Bizim “gelecek asrımız” nasıl şekillenecek? Bir şeyin yeniden şekillenmesi için eski şeklin değişmesini imkanlı kılacak bir boşluğa ihtiyaç vardır. Aksi durumda eski şekil değişemez. Buradan çıkarabiliriz ki Erdoğan bu “gücü-gücüne yetene” boşluğunun farkında. Onun için Suriye’deki gelişmeleri yakından izliyor. Geçenlerde Mazlum Abdi ve Eş-Şara arasında yapılan anlaşmadan tedirgin oldu ve hemen Dışişleri Bakan’ı Hakan Fidan, Savunma Bakanı Güler ve Mit Başkanı’nından oluşan bir heyeti  Şam’a gönderdi. Türkiye’nin çekincelerini (özellikle YPG konusunda) Suriye yönetimiyle paylaştılar. Nitekim Hakan Fidan diyor ki“Yeni Suriye yönetiminin YPG işgaline ve korsanlığına son verecek inisiyatifi ele alması gerekiyor”. YPG, sanki Suriyeli bir güç değil de işgalci bir güçmüş ve yaptığı da korsanlıkmış gibi.

Kısacası, Suriye’de “gücü-gücüne yetene” bir siyasi boşluk var ve Türkiye bu boşluğu kendinden başka kimsenin doldurmasını istemiyor ve bunun için de elinden geleni yapıyor. Sanki bu ülkenin kurucu ideolojisinde “Yurtta Sulh! Cihanda Sulh!” gibi bir ilke yokmuş gibi.

Not: "Gücü-gücüne yetene" dediğim siyasi gelişmenin bir de Türkiye'nin içine ilişkin yanı var. Gelecek haftaya da bunu konu edeceğim.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER