© Yeni Arayış

Göçmen düşmanlığından faşizme: AfD'nin Almanya'yı kuşatma stratejisi

Almanya'yı gelecek ay yapılacak seçimlerin ardından oldukça sorunlu bir süreç bekliyor. AfD, iktidarı ele geçirebilmesinin yegâne yolunun Almanya'nın büyük bir sıkıntı ya da çöküş yaşaması olduğunu biliyor ve bu sıkıntıyı çıkarmak için elinden geleni yapacaktır. "Elimizde patlamış mısır olanı biteni keyifle izlemeye devam ederiz" diye düşünenlere kötü bir haberim var: Artık herkesin bizzat "taraf" olmak zorunda kalacağı zamanlar yaklaşıyor.

Almanya'da, genel seçime az bir zaman kaldı ve politika sahnesinde sürekli birbiriyle koklaşan, cilveleşen muhafazakârlar ile neonaziler, başrolü kimselere bırakmaya niyetli değil. Almanya için Alternatif (AfD) adlı neonazi partisi gündeme o kadar hakim ki örneğin, "kendisini olduğundan farklı göstermek yani Nazizm'den soyutlamak için" küresel katil Adolf Hitler'in aslında "güya devletçi bir ekonomi modeli uyguladığı için faşist değil de komünist olduğunu" dahi tartıştırabiliyor tüm ülkeye. Böylesine bir fikri foseptik eşliğinde bataklığa sürükleniyor Almanya.   

Bununla birlikte AfD'nin başbakan adayı Alice Weidel'ın tek bir konusu var "göçmenler"... Weidel, ağzını her açtığında dışarıya "nefret" kusuyor ve sürekli "kitlesel tersine göçten" yani aslında zorunlu deportasyondan bahsediyor. Kesin olan şu ki AfD'li faşistler, nefretten beslenen "modern zaman vampirleri". En etkili seçim propagandaları "göçmenler" ile ilgili. Örneğin, ülkenin bazı kentlerinde göçmenlerin posta kutusuna "veda bileti" adı altında tek yön uçak bileti şeklinde bastırılmış broşürler bırakıyorlar. Nefret vampirleri, 1930'lı yıllarda Yahudi soykırımı yapan Nazi dedelerinin taktiklerini ufak tefek değişikliklerle günümüze uyarlıyorlar. O zamanlarda da Naziler Yahudilere bilet gönderiyorlardı. Stern dergisi, AfD'nin uçak biletlerini Yahudi soykırımından sağ kurtulan Albrecht Weinberg'e sormuş. Weinberg bu soruya, "1930'larda da her şey böyle başlamıştı. 1933'te Hitler'in adamları babama ülkeyi terk etmesi için bir bilet almıştı. Keşke babam 1933'te bu bileti kabul etseydi" yanıtını vermiş. Babası o bedava bileti kabul etmediği için yaşamı toplama kamplarında sönen bir aileden bahsediyor Weinberg. AfD üyelerinin ve oy verenlerin tamamının, tek bir istisna olmaksızın ideolojik motivasyonu "nefret"... Örneğin, hepsi göçmenlerden nefret ediyor ve hatta ara sıra bazı AfD'li yerel politikacılar, "toplama kamplarının yeniden kurulmasından" falan bahsediyor. Bir de demokrasiden ve demokrasiyle yönetilen Almanya'dan nefret ediyorlar. Alman demokrasisi ve demokratları, işte bu kötülük odağı partiye karşı kendini savunamıyor maalesef ve çaresiz bir şekilde karanlığın iktidara yürüşünü seyrediyorlar. Diğer yandan, Alice Weidel'in, seçimlerden haftalar önce bu "kitlesel göç ettirme" ifadesini bizzat kullanması, neonazilerin özgüveninin iyice arttığını ve daha da radikalleştiklerini gösteriyor.

Bu arada, Almanya'daki seçime uluslararası ilgi de çok fazla. Bu ilginin, Almanya'nın AB'nin lokomotif ülkesi olması ve güçlü ekonomisinden kaynaklandığı anlaşılıyor. Almanya'nın faşist eğilimli bir iktidara sahip olmasının, "özgürlük", "barış", "eşitlik" gibi erdemler üzerine kurulu olan AB için ağır sonuçları olacaktır. Elon Musk ve benzeri küresel faşistler için Almanya'daki seçim işte bu yüzden çok önemli. Almanya'yı faşistlere teslim ederek, AB'ye diz çöktürmeye çalışıyorlar. Ne de olsa Alman faşistler de diğer ülkelerin faşistleri gibi satılık ve parayı bastıranın hizmetine giriyor. Bu efendi/uşak ilişkisinde "efendi" bazen Putin bazen de şu anda olduğu gibi "Elon Musk" oluyor.     

Bu kapsamda, Elon Musk'ın Almanya demokrasisini hedef alan söylemlerini, güncel siyasi tartışmaların ve Batı dünyasında yükselen aşırı sağ eğilimlerin bir yansıması olarak değerlendirmek gerekiyor. Musk, Almanya demokrasisine genellikle sahibi olduğu sosyal medya platformu X (eski adıyla Twitter) üzerinden saldırıyor. Özellikle, Scholz hükümeti ve Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’e yönelik hakaret içeren söylemleri, sadece Almanya’daki siyasi yapıya değil, aynı zamanda Avrupa Birliği’nin temel değerlerine yönelik bir meydan okuma olarak da algılanmalı bana göre. Musk'ın sürekli ülkenin yöneticilerine hakaret etmesini memnuniyetle karşılıyor pek milliyetçi AfD'liler. Mutluluk sarhoşu oluyorlar adeta. Musk'ı tebrik kuyruğuna giriyorlar vs... Sözde milliyetçi bu nefret vampirleri, ülkelerinin onurunun yöneticilerini aşağılayan bir iş insanının ağzında sakız olmasına hiç itiraz etmiyorlar.  

Diğer yandan Musk, son yıllarda sosyal medya platformu X’i satın aldıktan sonra, sağcı ve aşırı sağcı grupların sesini daha fazla duyurduğu bir alan yarattı. Musk’ın bu eğilimini, elbette "ifade özgürlüğü savunuculuğu"ndan ziyade, Batı’nın merkez siyasetine ve liberal değerlerine karşı bir saldırı olarak algılayıp, yanıtları ona göre tasarlamak gerekiyor ama

özellikle Alman merkez siyasetinde Musk, hafife alınıyor ve görmezden geliniyor. Almanların tipik "sorundan kaçınma mekanizması"dır "görmezden gelme"... Ne de olsa yıllardır ülkeyi kent kent ele geçiren neonazileri görmezden gelerek, inkâr ederek ortadan kaldırabileceklerini umdular ama sonuç ortada. Neonazilerin en büyük partisi Almanya için Alternatif (AfD) güncel anketlere göre, 23 Şubat'taki seçimden ikinci büyük siyasi güç olarak çıkacak. Bu durumun pek de sürpriz olmadığı görülüyor.

Musk'a dönersek, Almanya özelinde eleştirileri, genellikle çevre politikaları ve sosyal devlet anlayışı üzerinde yoğunlaşıyor. Bu da bir yönüyle Almanya’nın iklim krizine karşı liderlik rolü üstlenmesi ve sosyal adalet odaklı politikaları nedeniyle Musk gibi sermaye odaklı bir aşırı sağcı figürün çıkarlarına ters düşmesiyle ilişkilendirilebilir. Öte yandan, Musk'ın Alman demokrasisine yönelik saldırıları, aynı zamanda daha büyük bir ideolojik mücadelenin parçası olarak da görülmeli. Neden? Almanya, özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde, demokrasi, insan hakları ve sosyal adalet konularında "örnek devlet" olarak gösteriliyor. Musk’ın saldırıları, bu değerleri zayıflatma girişimi. Ayrıca, aşırı sağ ideolojinin popülist söylemleriyle uyumlu olan bu tür saldırılar, Avrupa genelinde aşırı sağ hareketlere destek sağlamayı da amaçlıyor. Musk'ın X'inin de kamuya; göçmen karşıtı, iklim değişikliğini küçümseyen ve Batı demokrasilerini eleştiren söylemleri, aşırı sağcı popülist liderlerin diline yakın bir retorik ile dağıtmasını da tüm bunların üzerine koymak gerekiyor.

"AfD'den Sabah'a çarpıcı açıklamalar" başlığıyla servis edilen röportajın manşet cümlesinde Krah, AKP'li Cumhurbaşkanı için, "Erdoğan, Türkiye'yi önemli bir siyasi ekonomik güce dönüştürdü" diyor. Gazete, bu türden bir cümleyi, demokratik merkezde yer alan herhangi bir partinin yetkilisinden alamazdı doğal olarak. O nedenle olacak neofaşist partiye müracaat etmişler.

SABAH GAZETESİNİN KRAH RÖPORTAJI

Geçenlerde çok ilginç bir olay yaşandı. Sabah gazetesinin Almanya baskısı neonazi partisi AfD'nin Avrupa Parlamentosu milletvekillerinden Maximilian Krah ile yaptığı bir röportajı servis etti. İnsanlar şaşkınlık içinde "bu büyük gazetecilik başarısını" okudu. Partinin, Çin'e casusluk meselesine adı karışmış, ırkçı/yabancı düşmanı milletvekillerinden biriyle röportaj yapıp, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı pohpohlatmışlar. "Adamlar güya İslam karşıtı değillermiş" vs... Bu azgın faşistlerin seçim beyannamelerindeki, "Almanya'daki okullarda İslam ile ilgili dersler kaldırılacak", "camilerde Almanca vaaz verilmesi zorunlu hale getirilecek" vaatlerini nereye koyacaksınız?

Gazete, Almanya'da gurbetçiler arasında neonazi partisine oy toplamaya çalışıyor anladığım kadarıyla. Kesin olan şu ki faşistler ve söylemleri, insan hakları ve özgürlükler kapsamında değerlendirilemez. Çünkü bundan 80 yıl önce Nazilerin yargılandığı Nürnberg mahkemelerinde tespit edildiği ve tarihe not düşüldüğü üzere "faşizm insanlık suçudur." Bir insanlık suçunun devamı için bu kadar teşne olmaktan daha utanç verici ne olabilir ki? Burada mesele, özü itibarıyla Erdoğan'ın övülmesine aracılık yapmak. "AfD'den Sabah'a çarpıcı açıklamalar" başlığıyla servis edilen röportajın manşet cümlesinde Krah, AKP'li Cumhurbaşkanı için, "Erdoğan, Türkiye'yi önemli bir siyasi ekonomik güce dönüştürdü" diyor. Gazete, bu türden bir cümleyi, demokratik merkezde yer alan herhangi bir partinin yetkilisinden alamazdı doğal olarak. O nedenle olacak neofaşist partiye müracaat etmişler. Adı "röportaj" ya da "haber" olan her yazılı metni "gazetecilik faaliyeti" diye değerlendirmek zorunda değiliz. Kamuya hiçbir faydası olmayan, siyasetçiye yaranma amaçlı bu türden çalışmaları olsa olsa bir "aferin" alma çabası olarak görmek gerekiyor kanımca. Politik vaatleriyle ve düşmanca tutumuyla milyonlarca göçmenin tedirgin olmasına ya da korkmasına neden olan bir siyasi partinin reklâmını yapmak ise en hafif tabirle "aymazlık" olsa gerek.       

Sonuç olarak, Almanya'yı gelecek ay yapılacak seçimlerin ardından oldukça sorunlu bir süreç bekliyor. Bir tarafta yeniden ABD Başkanı olan Trump'ın AB üzerinde kuracağı baskıyı göğüslemek zorunda kalacak olan Almanya, diğer taraftan içeride de Putin ve Musk/Trump gibi şer eksenin aparatı olan AfD ile uğraşacak muhtemelen. AfD, iktidarı ele geçirebilmesinin yegâne yolunun Almanya'nın büyük bir sıkıntı ya da çöküş yaşaması olduğunu biliyor ve bu sıkıntıyı çıkarmak için elinden geleni yapacaktır. "Elimizde patlamış mısır olanı biteni keyifle izlemeye devam ederiz" diye düşünenlere kötü bir haberim var: Artık herkesin bizzat "taraf" olmak zorunda kalacağı zamanlar yaklaşıyor. Ya demokrasiden ya da faşizmden yana taraf olacaksınız... Sığınılacak ya da bu sıkıntılı durumdan kaçınılacak gri bir alan kalmadı artık. Ezcümle, ortada sallanma, her iki tarafla da cilveleşme dönemi sona erdi artık.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER