Gıda krizinin gölgesinde tarımsal kurumlarımız hakkında gözlemler
GENELGünümüz enflasyonun en önemli sebeplerinden biri olmasına rağmen, enflasyonla mücadeleyle görevlendirilmiş kurumumuz TCMB bile, gıda fiyatlarındaki artışın yapısal nedenlerini dile getiremiyor.
Dünya ve Türkiye ekonomisi ciddi bir “gıda krizinin” eşiğinde.
Bizim için konu yapısal bir sorun ve tarım sektöründeki uygulamaların ve artık günümüz dünyasının ihtiyaçlarına uymayan yapının bir sonucu.
Günümüz enflasyonun en önemli sebeplerinden biri olmasına rağmen, enflasyonla mücadeleyle görevlendirilmiş kurumumuz TCMB bile, gıda fiyatlarındaki artışın yapısal nedenlerini dile getiremiyor. Duymazdan geliyor.
Belki de iktidarın tarımda uyguladığı yanlış politikaların sonucu olan deforme olmuş bu yapıya dokunup da, siyasi tartışmalara yol açmak ve para politikasının diğer alanlarındaki hareket alanını daraltmak istemiyorlardır.
Ama yine de tarımda hüküm süren gerçekler değişmiyor.
Hatta bu haliyle tarımdaki sorunlar TCMB’nin yürüttüğü enflasyonla mücadele politikalarının önündeki en önemli engellerden birini oluşturuyor.
Fındık Türkiye ekonomisi için çok önemli. Dünyada neredeyse tekel konumunda olduğumuzbir ürün.
Her yıl ülke ekonomisine 2 milyar doların üzerinde döviz kazandıran önemli bir tarımsal ürünümüz.
Maalesef bu piyasa yurtiçinde ve dışında büyük sermayenin patronajı altında. Bunlar fındık piyasasının talep kısmına hâkim “tekeller”. Nedense bir türlü Türkiye bu tekelleri kontrol edemiyor.
Buna ek olarak Karadeniz bölgesi fındık gelirlerine “aşırı” bağımlı. Gelir bakımından çok fazla çeşitlilik yok bölgede. Bu da “bölgesel gelir politikalarında” iktidarlarında çeşitliliği azaltıp, üreticiyi fındık alım fiyatlarını bölgedeki en önemli gelir politikası olarak öne çıkarıyor. Aslında benzer durum birçok tarımsal üretiminde geçerli.
Bu durum ülkemizdeki kırsal bölgelere yönelik gelir politikalarını konu eden iktidarın ve muhalefetin siyasi söylemlerini ve politikalarının kapsamını dar bir alana hapsederken, kırsala yönelik çok uzun yıllar değişmeyen bir ezberlerin doğmasına ve uygulanmasına yol açıyor. Böylece, örneğin tarımdaki “örgütlenme sorunu” gibi yapısal sorunlar görmezden gelinmiş oluyor.
Fındığın önemi Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren siyasetçiler tarafından idrak edilmiştir. Bu amaçla 1938 yılında Fiskobirlik kurulmuştur. Ama ülke ekonomisinde tarımın önemi azalınca, siyasetçilerin nazarında fındık da eski itibarını bulamamıştır.
FINDIĞIN ÖNEMİ CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA İDRAK EDİLMİŞTİ
Tarıma yönelik sorunlarda hâkim olan bu bakış açısı, fındık piyasasındaki fiyat oluşumunun iktisadi olmaktan ziyade, daha çok siyasi nitelikte bir süreç olmasına yol açıyor.
Maalesef bugüne kadar iktidara gelen siyasi partilerin hepsi Karadeniz ekonomisinin bu yapısını değiştirecek girişimlerde yetersiz olmuştur.
Fındığın önemi Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren siyasetçiler tarafından idrak edilmiştir. Bu amaçla 1938 yılında Fiskobirlik kurulmuştur. Ama ülke ekonomisinde tarımın önemi azalınca, siyasetçilerin nazarında fındık da eski itibarını bulamamıştır. Eskiden zenginlik kaynağı olan bu sektör, artık günümüzde siyasetçiler bakımından üstesinden gelinmesi zorunlu sorunlar yumağı haline gelmiştir. Artık fındık ülke ekonomisinin olmasa da, en azından bölgedeki ve/veya dünyadaki belli bir azınlığın zenginleşmesinin kaynağı olmuştur.
Ama yine de bölgeye ve fındığa (beraberinde diğer tarımsal ürünlere de) yönelik hiçbir politika üretilmemiştir. Sorunlar kısa dönemli, konjonktürel etkiler yaratacak geçici tedbirlerle çözülmeye çalışılmıştır.
İthalat birçok tarımsal üründe günümüz iktidarının en önemli politikası olarak kullanılmaktadır. İthalat istisnasız üretim yanlısı bir politika olmaktan uzak, daha çok ithalat imtiyazı dağıtılarak icra edilen bir “yeniden dağıtım” mekanizmasıdır.
İTHALAT, ÜRETİM YANLISI BİR POLİTİKA OLMAKTAN UZAK
Amaç her zaman kırsalda fındık üretiminden gelir elde eden nüfusun siyaseten kontrol edilmesi olmuştur. Üretici birlikleri de bu fonksiyonu icra edecek ve iktidarın bir parçası haline gelmiş bölgesel kurumlar haline dönüştürülmüştür.
İthalat birçok tarımsal üründe günümüz iktidarının en önemli politikası olarak kullanılmaktadır. İthalat istisnasız üretim yanlısı bir politika olmaktan uzak, daha çok ithalat imtiyazı dağıtılarak icra edilen bir “yeniden dağıtım” mekanizmasıdır. Bu ise AKP iktidarının çok uzun zamandır sürdürdüğü ekonomik yönetimin ana omurgasını oluşturmaktadır.
Ancak böyle bir olanak fındık piyasası özelinde bulunmamaktadır. Zira “kaliteli” fındık üretimi Türkiye’nin tekelindedir ve dünya fındık üretiminin %70’den fazlasını Türkiye tarafından sağlanmaktadır. Ayrıca bu ürünün talebinin yurtiçi tüketimi ayağı böyle bir ithalat olanağı olsa bile yeterli düzeyde değildir. Bu ürünün ana tüketicileri Türkiye dışındadır.
Dolayısıyla bu üründen elde edilecek rant ve ekonomik değerin yeniden paylaşımı ülke içindeki üretimin organizasyonu üzerinden yapılmak zorundadır. İşte mevcut piyasanın bugünkü yapısı ve kamu-özel kurumları arasında oluşturmuş olan ülkemize özgü yapısı fındık gelirlerinden elde edilen değerin “yeniden dağıtımı” sağlamaktadır.
Son yıllarda ekonomide yaşanan olumsuzluklardan fındık üreticileri etkilenirken, bölgenin ekonomik sorunlarının çözümü siyasi iktidarlar için giderek zorlaşmıştır. Uzun süre kırsala yönelik ürün alım politikaları ve fiyatlamaları ile sürdürülen dar kapsamlı politikalar, AKP döneminde kırsal bölgelerde yaşayanlara yönelik “gelir transferleri” ile çeşitlendirilmiştir. Ama bu politikalar da mevcut sektörel sorunların çözümünü sağlayamamıştır. Hatta şimdi Sayın Şimşek’in politikaları bu transfer politikalarının uygulamaları zorlaştırmıştır. Bugün her kesimde mağduriyetler yaratan enflasyon kırsala yönelik yapılan transferlerin yetersiz kalmasına yol açmaktadır.
Özellikle fındıkta ortaya çıkan “kokarca krizinde” devlet ve devleti temsil eden kurumlar çaresiz kalmıştır. Üretici büyük ölçüde kendi kaderiyle baş başa bırakılmıştır.
“KOKARCA KRİZİNDE” ÜRETİCİ KADERİYLE BAŞ BAŞA BIRAKILMIŞTIR
Bu yılki fındık sezonunda devlet kurumları maalesef iyi bir sınav veremedi.
Özellikle fındıkta ortaya çıkan “kokarca krizinde” devlet ve devleti temsil eden kurumlar çaresiz kalmıştır. Üretici büyük ölçüde kendi kaderiyle baş başa bırakılmıştır. İktidar bu yaşananlardan her zaman olduğu gibi kendini sorumsuz hissetmiş, kendi “dar” siyasi gündemine hapsolmuştur.
“Tek adam” rejiminin iktidara sağladığı yetkiler, ülke sorunlarını çözecek bir manivelayadönüştürüleceği yerde, sadece sınırlı sayıda “oligarşik” yapı mensuplarının çıkarlarına hizmet etmenin teminatı haline getirilmiştir. Siyasi ikbalin devamına hizmet etmeyecek hiçbir kesimin siyasi iktidarın dikkatini çekmesi mümkün değil.
Tarımın hemen hemen her alanında, finansal piyasaların temel sorunlarından bir olan “ahlaki çöküş” (moral hazard) ve “ters seçim” (adverse selection) sorunları yaşanıyor. Ters seçim liyakatsizliğin hâkim olduğu tarımsal örgütlenmelere neden olmaktadır. Bu nitelikte bir örgütlenme de kaçınılmaz olarak kayırmacılık ve benzeri yanlışlara yol açıp, kaynak kullanımında bozulmalara neden olmaktadır.
Devletin tarımsal kurumları boş vermişliklerin etkisiyle tam bir çöküş yaşıyor. Yozlaşmanın içindeki bu kurumlar, sırf işgal edilen makamların “özlük” haklarından yararlanmayı amaçlayan liyakatsiz ve bir o kadarda imtiyazlı kimselerin insafına bırakılmış durumdalar.
Üreticilerin dertlerine çare olmasını beklediğiniz “üretici birlikleri” de bu yozlaşmadan muaf değil.
Uzun süre siyasi manada örgütsüz kalmış olan kırsalın ve çiftçinin örgütlenerek siyasilerin kontrolü altına alınmasını sağlamayı amaçlamış olan üretici birlikleri, bir avuç imtiyazlı kimseye belli bir koruma ve mevki sağlamaktan öte bir fonksiyon görmemektedir. Günümüzde üretici birlikleri üreticilerden ziyade siyasi iktidarlara hizmet eden yapılara dönüşmüştür. O yüzden de üretici birliklerin seçimleri siyasi partilerin güç savaşı yaptıkları toplantılara dönmüştür.
Hatta bugün geldiğimiz noktada, bir siyasi partinin aktif milletvekili olan bir kimsenin aynı anda Fiskobirlik yönetim kurulu başkanı olması kimse tarafından yadırganmamaktadır. Zaten bu durumun benzer örneklerini son zamanlarda bazı illerimizde seçilenlerin baro başkanlarının yanında AKP il ve ilçe başkanları olmalarıyla görmüyor muyuz? Bu şekilde ülkemizdeki her alanda bir yönetim pratiği olarak “kuvvetler ayrılığının” yerine, “yetki birliği” ilkesi hâkim kılınmaktadır.
Devletin, üreticiyi koruyup kollayan, sürdürülebilir bir tarım politikası oluşturamadı bugünkü durumda, tarım piyasaları maalesef bir avuç menfaat grubunun eline bırakılmıştır.
TARIM PİYASALARI BİR AVUÇ MENFAAT GRUBUNUN ELİNE BIRAKILDI
Mangal yapmayı seven halkımız ise, tüm kurumlarımıza bir kanser hücresi gibi hâkim olmaya başlayan bu “kendin pişir, kendin ye” yönetim tarzına karşı sessiz kalmayı tercih ediyor. Bunda bir gariplik görmüyor.
Böyle bir yapı üreticinin sorunlarına çözüm üretebilir mi?
Çok daha önemlisi bu şekilde oluşmuş bir yapı sermaye lehine güç dengesinin hâkim olduğu bir piyasada üreticinin menfaatleri doğrultusunda bir sonuç üretebilir mi?
Tarımın organizasyonel yapısı bozulmuştur. Bu yapı üretici ve tüketici yararına sonuç üretmekten uzaktır. Acilen tarımda siyasetin etkisinden uzak, yeniden dağıtımı değil, değer üretmeyi hedefleyen yeni bir yapılanmaya ihtiyaç vardır.
Maalesef bu yıkılmış yapının sonuçlarından, ülke kamuoyu yıllardır maruz kaldığı gıda enflasyonu ile birlikte haberdar oldu. Ama yetkililer hala ülkedeki gıda enflasyonunun parasal tedbirlerle çözülebileceğini düşünmekte ve bu yapısal sorunlar dile getirilmemektedir.
Bugünkü haliyle ülkemizdeki tarımsal üretici birlikleri, siyasi iktidarın izinden giden, “üretimi” önemsemeyen, zamanın ruhuna uyum göstermiş “yeniden dağıtımın” araçları halinegelmişlerdir. Devletin, üreticiyi koruyup kollayan, sürdürülebilir bir tarım politikası oluşturamadı bugünkü durumda, tarım piyasaları maalesef bir avuç menfaat grubunun eline bırakılmıştır.
İlginizi Çekebilir